Çağrı, egemenlik ilişkilerinin reddidir

Cengiz Çiçek

Cengiz Çiçek

İmralı’ya giden son heyette yer alan hukukçu siyasetçilerden DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek: 

  • Kırılganlığı gerçek anlamda daha güçlü bir ilişkiye dönüştürecek demokratik toplum ittifakına çağrıdır. 
  • Sadece Kürtlere değil, bütün halklara ve inançlaradır. Bu çağrı, egemenlik ilişkilerinin reddiyesine dayanıyor.
  • Demokratik toplum formu, devletçi ve sınıflı bakışa karşı toplumun öz yönetim fikri etrafında doğal ittifakını kurmasıdır.
  • Belki de ilk defa Kürt Hareketi kadar bütünlüklü bir devlet gerçeğinin varlığı, çözüme daha yakın olduğumuzun göstergesi. 
  • Sayın Öcalan, hem yol buluyor hem de yol açıyor. En başında yürüyor ve biz de birlikte özgürlüğe doğru yürüyoruz. 

ERDOĞAN ALAYUMAT /İSTANBUL 

PKK’nin kendisini feshetme kararı almasının yarattığı duygusal kırılmaların son derece normal olduğunu, 52 yıllık tarihin, modern zamanlar açısından Kürtlerin rönesans tarihi olduğunu belirten DEM Parti Milletvekili Cengiz Çiçek, “Ancak bu, bir son değil. Mücadelemizi başka yol ve yöntemlerle sürdürme başlangıcıdır. Sayın Öcalan sadece Kürtlerin örgütlü yapılarına değil, Kürt siyasetinin dokunduğu bütün Kürtlere ‘Gelin hep birlikte bu mücadeleyi büyütelim’ çağrısı yapıyor” dedi. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta paylaşılan ‘Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısının yankıları gündemdeki yerini koruyor. 14 yıl önce avukat olarak İmralı’ya giden ve 27 Şubat’ta giden heyette de yer alan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek, gazetemizin sorularını yanıtladı. 

HDK eski sözcülerinden, Kürt Halk Önderi'nin eski avukatlarından bir hukukçu ve İmralı'ya giden son heyette yer alan bir DEM Parti Milletvekili olarak öncelikle şunu sormak istiyoruz: İmralı Heyeti'nden Sırrı Süreyya Önder’in “İmralı kanallarının bundan sonra açık olması gerektiği konuşuldu” ile kastedilen nedir?

İmralı söz konusu olduğunda bence taraflı tarafsız herkesin üzerinde buluşması gereken bir gerçek var. Sayın Öcalan, Kürt meselesinin demokratik toplumsal çözümünde, siyasal muhataplık konusunda vazgeçilmez bir aktördür. Bunu yaptığı çağrıdan anlayabiliyoruz. Sayın Öcalan’ın politik toplumsal karşılığı, sadece Kürt meselesi değil, Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük mücadelesine dair yoğunlaşmalar ile birlikte düşünüldüğünde İmralı kanallarının açık tutulmasının önemi anlaşılır. Kürt sorununun demokratik çözümü, Sayın Öcalan’ın ifadesiyle gadre uğramış tüm kadim halkların kardeşleşme süreci olacak. Dolayısıyla bundan sonra gerçek anlamda Sayın Öcalan’ın siyasal kimliği, karakteri, karşılığı kabul görecekse o zaman Sayın Öcalan’ın bundan sonraki süreçte rolünü oynayabilmesi için İmralı’da kanalların açık tutulması lazım. Bu da fiziki özgürlük koşullarının ve serbest çalışma ortamının sağlanmasıyla olur. 

 

 

 

Kürt Halk Önder'in söylediği 'günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişki’ den ne anlaşılmalı ve 'kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenleme' nasıl sağlanabilir?

Sayın Öcalan, bin yıllık Kürt-Türk ittifakından bahsederken bunu gerçekten sınıfsal temelleriyle çok ciddi bağını kurarak değerlendiriyor. Örneğin Selçuklular ile ittifak yapıldığı dönem Türklüğün ve Kürtlüğün daha alt tabakaları, dönemin Bizans hegemonyasına karşı yurtta kalma ve yer edinme mücadelesi vermiştir. Bu çok atlanan bir olgudur. Günümüz Türkiye Cumhuriyeti egemenlik ve Türkçülük karakteri üzerinden sanki o egemen Türkçülükle bir buluşmaya davet varmış gibi sanılıyor. Tam tersi sapma budur. Bir egemen kimlik olarak inşa edilmiş, kendisi dışındaki tüm kimlikleri yok sayan ve bunun üzerinden şekillenmiş 100 yıllık egemen Türkçülüğe sınıfsal olarak karşı koyuş var. 

Bugün Ortadoğu’daki tehlike, bin yıl önce olduğu gibi Arap, Fars, Süryani, Ermeni, Kürt, Türk, bütün Ortadoğu halklarının yurtsuzlaşma tehlikesidir. Sayın Öcalan bu tehlikeye dikkat çekiyor. Sayın Öcalan “böyle giderse Kürt ve Türk halkının yurt sorunu olacak” uyarısında bulunuyor. Bunların hepsini tarihsel perspektifle okuduğumuzda yapılan çağrı, kırılganlığı gerçek anlamda daha güçlü bir ilişkiye dönüştürecek demokratik toplum ittifakına bir çağrıdır. 

İngilizlerin öncülüğünü yaptığı son 200 yıllık kapitalist modernite dönemine işaret eden Sayın Öcalan, Türk-Kürt ilişkilerinin kapitalist politikalar ekseninde daha eşitsiz, daha egemenlik ve sömürge ilişkisi haline geldiğini söylüyor.

Bu anlamda baktığımızda 100 yıllık cumhuriyet tarihi, Türk-Kürt ilişkilerinde de bir sapmayı ifade ediyor. Bu yönüyle sadece Kürtlük değil, Türklüğün kendisi de tehlikede. 

Kaçınılmaz ihtiyaç olarak vurgulanan 'demokratik toplum'la tanımlanan formu izah edebilir misiniz?

Sayın Öcalan demokratik moderniteyi, “zorba ve sömürgeci güçlerin dışında kalanların evrensel tarihidir” diye tanımlıyor. Bunların günümüzdeki yaşam formu, demokratik toplumdur. Zorba sömürge güçleri dışlayan, onlara karşı ittifak yapan, bütün sömürge ilişkilerini reddeden, kendi ilişkilerini daha eşit ve adil bir formda kurar. ‘Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısı, sadece Kürtlere değil, Türklere, Çerkeslere, Ermenilere, Rumlara, Alevilere, Hristiyanlara ve bu topraklarda yaşayan bütün halklar ve inançlaradır. Bu çağrı, egemenlik ilişkilerin reddiyesine dayanıyor.

Demokratik toplum formunu devletçi, sınıflı toplum çözümlemelerine karşı toplumun öz yönetim fikri etrafında  doğal ittifakını kurmasıdır. Halklar, dayanışma ve özgürlük bilinciyle kendi tarihlerini oluşturmuştur. İktidarlar, sınıflı uygarlık güçleri, buraya müdahale etmiştir. 

 

 

Bu çağrı halklar arasında nasıl cevap bulur?

Cevap bulması için çalışmak zorundayız. Şu an itibarıyla yapılan tartışmalara baktığımızda oldukça kısırlaştırılmak isteniyor. PKK ve devlet arasında bir meseleye hapsedilmek isteniyor ama Sayın Öcalan, demokratik toplum derken halklar, ezilenler, bu ülkenin bütün asli unsurlarından bahsediyor. Öcalan, Kürtlüğü azınlık bir unsur değil, kurucu asli unsur olarak değerlendiriyor. “Küçük kardeş değiliz, eşit kardeşiz, omuzdaşız, ne alttayız ne de üstteyiz. Ne Türklüğün ideoloji olarak egemenliği doğrudur ne  de demokratik tezimizle birlikte ideoloji olarak Kürtlüğün başka halkları egemenliği altına almasını da doğru buluyoruz” diyor.

Buradan bakıldığında Sayın Öcalan’ın çağrısı, toplumun bütün örgütlü güçlerine yönelik siyasi bir çağrıdır. Sayın Öcalan, politikaya alan açmak; demokratik toplum perspektifi ile direnen özgürlük ve demokrasi güçlerinin politika alanını genişletmek istemektedir. Öcalan’ın çağrısı, tüm demokrasi güçleri üzerindeki kuşatmayı yarmaya ve boşa çıkarmaya odaklıdır. 

Tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamadığının altını çizdiği ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümlerin yerine ikame edilen hem Kürtlerin hem de devlet ve Türklerin rıza gösterebileceği model nedir?

Aşırı milliyetçi savruluşu kapitalist çağın bir savruluşu olarak değerlendirmek gerekiyor. Bütün uluslar ve devletler kendisini ‘milliyetçilik dini’ etrafında inşa ediyor. Topluma onun üzerinden kimlik kazandırıyor. 200 yıllık ulus devletlere bakın, bütün doğal toplum ilişkilerine müdahale ediyor. Yüceltilen ulus karşısında direnen halkların sağlam bir dünya görüşleri ve ideolojileri yoksa yüceltilen ulusla savaştıkça benzeşiyor. Sayın Öcalan, bu tehlikeyi görüyor. Aşırı milliyetçi savruluşu, kapitalist sömürgeciliğin halklara dayattığı bir oyun olarak değerlendirmek lazım. Sayın Öcalan’ın tarihsel olarak gördüğü tehlike tam da bu. 

Kürt halkının bir dünya görüşü, bir siyasi görüşü yok mu? Kürt halkı, Sayın Öcalan “benim önderimdir” diyerek, Rojava’da DAİŞ’e karşı siyasal duruşunu gösteriyor. Bu sadece bir kültürel direniş değildi, aynı zamanda siyasal, düşünsel ve zihniyet direnişidir. 

Kürt, bugün siyasi ve hukuki olarak tanınmıyor. Demek ki tek başına kültürel varlık olmanız yetmiyor; siyasal ve hukuki varlığınızın da kabul edilmesi gerekiyor. Kültürel varlığınız, ancak böyle anlam kazanır. Buradan baktığımızda Kürt halkına egemenlik anlamında bir kıyafet biçilmeye çalışılıyor. Evet Kürt halkı dindar ve muhafazakardır ama kapalı bir toplum değildir. Kendi yaşadığı coğrafyada, bir arada yaşadığı halklarla ilişkilerinde son derece dayanışmacı ve paylaşımcıdır.

 

 

Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmalarının, demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkün olabileceği vurgulanıyor. Bu mevcudiyete ulaşabilmenin parametreleri nelerdir?

Burada ilk basamak barış ikliminin tesis edilmesidir. Bu, 40 yıldan fazladır devam eden savaşın; toplumsal ilişkilerimize sirayet etmiş şiddet kültürünün ve egemenlik ilişkilerinin sonlandırılması anlamına geliyor. Demokratik toplumu tartışabilmemiz için ilk atılması gereken adım barış iklimini sağlamak. Bu, Kürtlerin örgütlü güçleri ile devlet ve onun örgütlü güçleri arasındaki ilişkiyi çatışma ve savaş zemininden çıkarmakla sağlanır. 

Son görüşmemizde Sayın Öcalan “Ben Kürt meselesini Ankara’da kucağımda buldum. Bana savaş dayatıldı. 52 yıl önce Ankara Çubuk Barajı’nda yeni çiçek açmış bir ağacın gölgesinde toplantı yaparken Kürdistan sömürgedir tezini ağzımızdan çıkardık ve bu söz üzerinden mücadeleye başladık ama her defasında sözün ve siyasetin önünü açmak için şiddete başvurduk. Baskı ve inkar ortamında biz isyan ettik. Bize söz hakkı verilmedi, siyaset hakkı verilmedi. O dönem bize söz hakkı ve siyaset yapma hakkı verilmiş olsaydı belki bu isyan, çatışma ve savaş tarihi yaşanmamış olacaktı” diyor. 

Öcalan, bu konuda son derece istikrarlı ve son derece programatik yaklaşıyor. Sayın Öcalan örgütüne çağrı yaptı, PKK buna uyacağını ve kongresini toplayacağını söyledi. Peki PKK hangi koşullarda kongresinde toplayacak? Siyasi ve hukuki zeminde kongresini toplayacaktır. Peki bu konuda kime ne rol düşüyor? devletin ateşkese karşı en azından operasyonlarını durdurması ve bu konuda olası provokasyonların önüne geçmesi gerekiyor. 

Kürt Halk Önderi, sistem arayışlarında demokrasi dışı yol olmadığının altını çiziyor, temel yöntem olarak demokratik uzlaşmayı vurguluyor; cumhuriyetin kardeşçe kalıcılığını demokrasiyle taçlanmasına bağlıyor. Mevcut iktidar yapısı ve bugüne kadarki vizyonunu dikkat aldığınızda demokratik uzlaşıya ne kadar açık?

Bakın Sayın Öcalan “sistem arayışları” diyor. Tek bir sistemden bahsetmiyor. Bu sosyalist sistem olabilir, kapitalist sistem olabilir, demokratik ve antidemokratik sistem olabilir. Sistem arayışları sonucunda demokratik diyalog ve uzlaşı kültürüyle yürütülen mücadele üzerinden hangi görüş baskın gelirse sistem ona göre şekillenecek. Savaş yoluyla baskın gelsin, demiyor. 

Sayın Öcalan, zaten ulus-devleti reddetmiş bir insan. Bütün teorik uğraşlarında yazdığı kitaplarda zaten ulus-devletçi çözümleri, çözümsüzlüğün adresi olarak görüyor. Devlet eşittir çözümsüzlük, savaş, sömürü, egemenlik, soykırım, halklar arasında ebedi düşmanlıktır. Buradan ele aldığımızda hiçbir devleti de demokratik bir karakterde görmüyor. Başımıza bütün bu belaları devletli uygarlıklar sağlıyor. 20. yüzyılın iki dünya savaşı, bütün devletli uygarlıkların içinden çıktı. Bunların tespitini yapıp ve yerli yerine oturtmamız gerekiyor. 

Sayın Öcalan, burada bir çözümü kovalarken devletleri, halklar karşısında aşırı düşman ve düşmanlıkta aşırı katılaşmış pozisyondan çıkarıp yumuşatmaya çalışıyor. Bir yönüyle de devleti demokrasiye duyarlı kılmaya çalışıyor. Bunu yaparken toplumun da örgütlü mücadelesini büyütmeye çalışıyor. Buradan bakarsak demokratik uzlaşı, demokratik diyalog ve müzakere bunların hepsi sadece bir devletten beklentiyi ifade etmiyor, toplumun bütün unsurlarının öz eylemi olarak görüyor ve onu göreve davet ediyor.

 

 

Geçmiş deneyimlere dayanarak darbe mekaniği uyarısı tekrar yapılıyor. Bu sürecin akamete uğramasını sağlayacak devlet içi ve dışı aktörler ne kadar etkili?

Sayın Öcalan, son görüşmemizde bu konuya dair, “Özal gibi siyasi liderler ve Eşref Bitlis gibi askerler bu işin imha ve inkar yöntemiyle çözülmeyeceğini anladı ve çaba gösterdi. Siyasi ve demokratik çözüm için kapı aralamıştılar, ancak bunun için hayatlarından oldular. Askeri ve siyasi kanattan devlet içerisinde sorunun çözümü için bedel ödeyenler var” dedi. Bugüne kadar gördüğümüz gerçek şu; bütün çözüm deneyimleri devlet içerisindeki belli klikler ve hizipler tarafından provoke edildi. Devlet kendi içinde yekpare olmadığı için tüm çözüm çabaları heba edildi. 

Peki devlet bugün kendi içinde yekpare mi?

Ortadoğu’daki gelişmeler başta olmak üzere bugün siyasal dengelere baktığımızda bence geçmişe oranla daha bütünlüklü gibi duruyor. Kürtler ile daha demokratik bir ilişki kuramadığı sürece devlet, sistem olarak zorlanacağının farkında. Bence o yönüyle de bu süreci daha bütünlüklü karşılıyor. Başlayan yeni süreci akamete uğratmak isteyen gurupların çok güçlü olduğunu düşünmüyorum. Belki de ilk defa Kürt Hareketi kadar bütünlüklü bir devlet gerçeği karşımızda duruyor. İki tarafın bütünlüklü olması çözüme daha yakın olduğumuzun göstergesi. 

Son soru olarak HDK bileşenleri ve Kürtlerde kaygı gözlemliyor musunuz, varsa bu kaygıların kaynağı nedir ve nasıl gidermeyi düşünüyorsunuz?

Kürt halkında kaygının olması normal. Kürtler, 10 yıldır iktidarın çöktürme planının muhatabı konumunda. Sonuç itibarıyla bugün Ortadoğu’da devletlerin çözüldüğü koşullarda ayakta durmayı başarmış ve 52 yıldır adının bile inkar edildiği Kürt halkının kimlik mücadelesini verdiği bir hareketten bahsediyoruz. Bu 52 yıllık tarih, modern zamanlar açısından Kürtlerin rönesans tarihidir. Buradan bakıldığında PKK’nin kendisini feshetme kararı almasından kaynaklı yarattığı duygusal kırılmalar son derece normal, ancak bu bir son değil. Mücadelemizi başka yol ve yöntemlerle sürdürme başlangıcıdır. Sayın Öcalan sadece Kürtlerin örgütlü yapılarına değil, Kürt siyasetinin dokunduğu bütün Kürtlere “Gelin hep birlikte bu mücadeleyi büyütelim” çağrısı yapıyor. 

Bence HDK bileşenleri, ittifak güçlerimiz, bu süreci tartışıyor  ve bu süreci desteklediklerini söylediler. Sayın Öcalan, HDK bileşenleri için “Mahir Çayan müthiş bir adamdı ama iki ay dayanabildi. Denizleri hemen yanı başımızda idama götürdüler, İbrahim örgütünü kurdu ama ciddi anlamda örgütsel sorunlar yaşadı. Bütün bu devrimci değerlerimiz son nefeslerini verirken, haykırdıkları sloganlar en ileri sözleriydi. Bizim de işimiz, onların son nefesini verirken söyledikleri sözleri yaşamda hakim kılacak, onu bir örgütlenme ve mücadele gerekçesi yapacak cesareti göstermek. Ben böyle yürüyorum ve böyle yürümeye devam edeceğim” mesajını paylaştı. 

Son söz olarak; Sayın Öcalan, hem yol buluyor hem de yol açıyor. Bu yolun en başında yürüyor ve biz de onunla birlikte özgürlüğe doğru yürüyoruz. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.