Çalgılı, çengili Türk dış politikası ve Kazımi

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Recep Erdoğan’ın ısrarlı daveti üzerine, kalabalık bir heyetle Ankara’ya gelen “dost ve kardeş” Irak Başbakanı Kazımi’ye ilgi şatafatlıydı. Kendisi, devlet başkanı değil, ama o protokol uygulandı. Saray kapısında, atlı muhafız alayının gösterisi ve davul-trampet (bando) eşliğinde, 21 pare top atışıyla, gözler kamaştırılarak karşılandı.

“Çengi ve çalgı” ile bir yabancı ülke liderini ağırlayıp onurlandırma, Sadece Irak Başbakanı Mustafa el Kazımi için uygulanan misafir ağırlama protokolü değildir. “Türk tipi diplomasi”de, menfaat beklenen konuğa, “mutlu etme” sunumları da vardı. 

 “Prenses Banu” adındaki dansöz, yıllar önce bir demecinde, “ben 12 Eylül’ün sanat elçisiydim” diyordu. “Devlet, sanatımı gösterip ilişkileri pekiştirmede katkı sağlamam için, beni Körfez ülkelerine gönderiyordu.”

Dışişlerinde, bir zamanlar konuk ağırlamada kullanılacak bir “sanatçı” listesi bile vardı.

1950’lerin ünü büyük dansözlerinden Özcan Tekgül, ülkeyi ziyaret eden Endonezya’nın bir goril görünüşlü diktatörü Sukarno’ya verilen akşam yemeğinde, birden zil ve tef eşliğinde ortalığa salınmış, serencamı aynı gece, yıllar yılı konuşulup yazılan bir dedi-kodu tefrikasına dönüşmüştü.

Sukarno’nun, kendisinden kaçan dansöz ile İstanbul Hilton Oteli koridorlarında kovalamaca oynadığı ve bu mücadelede “tık nefes” kalarak iktidarı zor durumda bıraktığına dair hikayeye...

Diplomaside çalgı ve çengi ile kazanca çıkma dönemi zamanla kapandı. Ama, canlı yemek müziğe yüksek burjuvaziye bir özenti olarak devam etti, TC’de. AKP döneminde ise kapandı. Yıllardan sonra, ilk defa geçenlerde, Ankara’yı ziyaret eden Irak Başbakanı Mustafa El Kazımi’yi “tavlama” gösterisi olarak ortaya çıktı. Ama, bir görgüsüzlük numunesi olarak sahneye kondu.

Burada bir parantez açmak istiyorum: Irak, TC ile büyük sorunlu komşulardan biriydi. Irak Kürdistanından da başka ülke topraklarının bir kısmı, Türk işgalinde ve Başika ağır silahlarla donanımlı üssü vardı, TC’nin. Irak, işgalin son bulmasında ısrar edince, “gücün varsa gel çıkar” cevabını almış, bunun üzerine Arap Birliği ve Birleşmiş Milletleri harekete geçirmiş, ancak sonuç alamamış, tersine işgal yayılmıştı.

Öte yandan, TC’nin Barzanilerle ilişkileri de Irak için başka bir çıkmazdı.

Fakat, Barzanilerin 2017 yılında Bağımsızlığa ilişkin olarak düzenlediği referandum, TC ile Irak’ı yakınlaştırmış, ikili Kürdistan’ı işgal amaçlı, ortak askeri tatbikat bile yapmıştı. Konu Kürtler olunca, birleşmişlerdi, yani. Aynı ikili Şengal olayı ile candan dost ve müttefik oldular.

Ve bir parantez daha: Garip değil. Barzaniler, burada entrika çarkının bir parçası. O, “benim dışımdaki, hiç bir Kürt varlık olmasın” geleneksel anlayışıyla, içten içe diş bileyenlerin emrinde. Onların katkısıyla, şimdi Şengal’de Irak bayrağı dalgalanıyor. Hala, yakında sıranın kendilerine geleceğinin farkında değiller. Zaten topraklarının en az yarısını, şimdiden Irak ve TC’ye kaptırmış durumdalar.

Parantezi kapatarak, Recep Erdoğan’ın ısrarlı daveti üzerine, kalabalık bir heyetle Ankara’ya gelen “dost ve kardeş” Irak Başbakanı Kazımi’ye ilgi şatafatlıydı. Kendisi, devlet başkanı değil, ama o protokol uygulandı. Saray kapısında, atlı muhafız alayının gösterisi ve davul-trampet (bando) eşliğinde, 21 pare top atışıyla, gözler kamaştırılarak karşılandı.

Dünün sıradan adamı Kazımi, bulandığı bunca görkemle adeta afyonlandı. Mezarından fırlamış Harun-ul Reşit kadar itibarlıydı. Bu bir gerçek.

Hemen sonra başlayan ikili görüşmelerde, Recep beyin gündemi sadece ve yalnız Kürtlerdi. “Çakma sultanın fedaileri” Barzaniler, masada şimdilik konu değildi. Onların dışında kalan bütün Kürtler “terörist”ti. O halde teröristler ölmeliydi.

Aynı akşam, sarayın sonsuz büyük salonunda düzenlenen yemek, ihtişam dolambacının devamıydı. Salona yayılı masalar doluydu. İki tarafın generalleri de hazırdı. Ertesi gün, sosyal medyada yayımlanan görüntülerde, her türlü görgüsüzlük de yerli yerindeydi.

Eski aristokraside, üst düzey yemekler elbette içkili, müzikli, danslıydı. Zamanla dans (balo) ortadan kalktı. Ama burjuvazinin yemekte müzik olgusu devam etti. Bu ritüele TC de de dahil oldu. Üst düzeylilerin yemekleri, canlı müzik eşliğindeydi.

İnsan ruhunu yatıştıran, huzur veren (roleks), iştah açan müzikti. Öyle davullu, zurnalı, en son Saraydaki Kazımi yemeğinde şahitlik ettiğimiz üzere, pavyon müziği görgüsüzlüğü değildi.

Ayrıca kimse müzikle de ilgili değildi. Müzik çalarken misafir havaya bakarak ağzını şapırdatıyordu. Ev sahibi, kim nereye ve hangi Kürt’e kötülük tasarlamaya dalmış, kendini kaptırmış gibi boşluğa bakarak, acelesi varmış ve biri gelip ağzındaki alacakmışcasına bir şeyle çiğnemekle meşguldü. Tadına vara vara...

Ama gerçeği söylemek gerekiyorsa eğer TC’de, yemekte pavyon müziği görgüsüzlüğe de yeni değildi. Sanat elçileri dansöz Prenses Banu olan Eylül Generalleri, savaş naraları çalan bando müziği eşliğinde bile yemekler verdiler.

Bu durumda Kazımi yemeğinde, AKP’nin “Dombura” marşı çalınmadığına şükretsin, herkes. Arapça müzik görgüsüzlüğün öteki versiyonuydu. Çünkü, ev sahipleri genelde, kendi özgün müziklerini sunuyorlardı, konuğa. Onun ülkesi müziğini asla...

Gelgelelim Erdoğan, yaranmak için, Arap’a yemek müziği olarak Arap müziğini dinletiyordu.

Her neyse, bunca dalkavukça takla boşuna değildi. Irak Başbakanı’nın, görkemli karşılanma ve ağırlanma ile adeta afyonlanmasının amaç hedefi Kürtlerdi. Iraklı’yı ortak düşman söylemiyle öne sürmek...

Erdoğan’ın neler kabul ettirdiği, elbette önümüzdeki süreçte uygulamalarla aydınlanacaktır. Oturduğun yerden yorumlar sıralamak istemiyorum. Ama saf dışı edilecek Kürtler listesinde, Barzanigillerin egemenliğine son maddesi yerini korumaktadır. Sıradaki yeri de sabittir.

İyi Kürt, kötü Kürt yoktur düşmanları için. “İyi Kürt, ölü olanı”dır...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.