Çamura batmış itibar

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Recep Tayyip, tek başına Türk ırkının adaletini temsil eden baş yargıçtır. Zaptiye başı, zindan bekçisidir. İşgallerin, dökülen kanlar, vurgun ve talanların ilahı...

 

İslamın Halifelerini değil, kadim “pagan“ çağların tanrı kralı iradelidir. Onun bir bakışı veya kelimesiyle hayatlar sönüyor, ihaleler sahiplerini buluyor. Mafya hapisten çıkıyor, bir başka mafya kolu sürgüne çıkarılıyor. Devir, haydutlar zamanıdır. Yaşasın haramiler devranı!..

Ve Recep Tayyip, “görkem“ adamıdır. Emrindeki uçak filosu, saraylar, köşkler dizisi. Uşaklar, hizmetçi, hizmetkarlar ordusu...

Peşinden altuni ışıyan koltuklar, özel yapım sandalyeler dolaştırılıyor. Görkemli bir adam yani. Gören onu, farelerin açlıktan can çekiştiği tam takır bir gecekondu kuytuluğunda değil, zenginliğin görgüsüz şatafatı içinde doğduğunu sanıyor.

1150 odalı Saray, onun kendi gasp gücüyle başından döktüğü ilk görkem ve “itibar“(saygınlık)’nın da numunesidir.  Sarayın içinde, “her haceti“ (ihtiyaç) ile zevkini karşılamaya amade, amfi-tiyatro şekillisi ve düz tabanlısıyla, uçak hangarı büyüklüğünde salonlarla doludur. Bu sayede, düşmanlarıyla cebelleşme nedeniyle, uykusunun darmadağın olduğu ve öfkeden “keçileri kaçırma“ derekesine geldiği geceler, bu akustiki salonların birininin kürsüsüne çıkıp boş koltuklara nutuk koyverip düşmanlarını kahrederek, rahatlama imkanına da sahiptir o.

Salonlar dizisinin en küçüğü, “avanesi“ (kadro adamları) ile “havlet“ (toplantı) olduğu yerdir. Yurtta ve dünyada savaş konseyi olan Milli Güvenlik Kurulunu burada toplar.  Bakanlarına, tutuklama ile azat veya ihaleleri dağıtma emirlerini burada, dikte eder.

Salonda, “şahsiyetler“in, “şahsım“ karşısında diziliş (oturuş) çekli, bir hilali biçimindedir. Hilalin ortasındaki boşluk ise tarihin en büyük mafya babası, deli Al Capone “tabutu“nun tıpkı modeliyle kapatılıyor. (Kürtçe’de “tabut“, ağza alınması ayıp bir deyimdir. Bu ayrı mesele) “Rahmetli“nin mezara taşınmaya hazı tabutunu andıran bu görkem, aslında çiçeklik olarak oturtulmuştur. Çiçeklik olduğu için, üstü her toplantı öncesinde, rahmetlinin arınmış, tertemiz pak ve günahtan arınmış temsilen temsilen apak çiçekler, güllerle kaplanır.

Rahmetli Al Capone de, Türk ırkçıları gibi görünüşün “alameti farikası“ olarak bayrağa düşkündü. O kadar tutkundu ki, koltuğunun sağ yanında, ipekli bir Amerikan bayrağı dikiliydi. Yere değen ucunu, ayakkabılarını parlatmada kullanıyordu, Al Capone. Tabii ona aşkından...

Ve Al Capone da, Türk ırkçıları benzeri Amerika’yı, soymayı planladığı dükkan veya banka kadar seviyordu. O da tekmil soyguncular, can alıp mal gasp eden mafya babaları gibi vatan, millet, devlet ile bayrak diye dümdüz gidiyordu.

Her neyse, Recep Tayyip’in Saray salonu ortasına süs olarak oturttuğu Hıristiyan tabutunu kaplayan çiçeklerin büyük çoğunluğu beyazdı. Ama baş tarafı, maksat Türk bayrağını temsil etsin diye kan kızılıydı. Maksat kan rengi ve beyazdan oluşan bayrak olsun diye...

Böylece, salonun görkemi tamamlanmış oluyordu. Çünkü Recep bey için, her yer görkeme bulanma alanıydı. O yüzden, Sarayından AKP’lilerle buluşmak için, parlamentoya 115 arabalık bir konvoyla gidiyordu. Görkemin sefaleti olarak, tepesinde de helikopterler uçuyordu.

Oysa, Britanya İmparatorluğunun Kraliçesi, ülkesinin şerefini görkemle taçlandırmayı bilmiyordu. O, konvoysuzdu. Peşinde tek bir arabayla, yıllık açılış konuşmasını yapmak üzere parlamentoya gidiyor, dönüyordu. O Recep gibi ilah değildi, çünkü.

Ve kraliçe, “itibar“ adına, kendi halkını ırkçılıkla afyonlayıp insanlıktan da çıkarmıyordu.

Halbuki Potamyalı Recep, Türk’ün itibarı için, halkın parasıyla yaptırılmış yazlık sarayına keyif çatmaya giderken, arabalar filosu çoktan, önden gitmişti. Uşaklar, hizmetçi, aşçılar da... Tabii, tüm çalışanların maaşı ve de yiyip içtikleri halkın cebindendi.

Diyeceksiniz ki, Mehmet Akif’in çakma “ezelden beri hür yaşamış ve hür yaşayacak“ bu halka, köle muamelesi yapıyor ve kullanıp sırtına biniyor. Eee, yerseniz...

O Akdeniz sularındayken, evine ekmek götüremeyen insanlar, çaresizliğin çaresi olarak, patır patır intihar ediyorlardı. Medya, akşam boşalan Pazar yerlerindeki artıklara hücum eden açların görüntüsünü yayımlıyordu. Erdoğan ise bir köle imparatoru ve eski çağların ilah sultanları edasıyla, halkın sırtından, “itibar“ halleri yaşıyordu.

Ama kör olasıcası itibara bakın siz! Kendi halkına köle muamelesi çekip onun sırtında fındık kırmayı, “hörmetlice“ itibarlanma sanan Recep Tayyip, o kadar saygındı ki, Rus‘un odasına girmek için bekletilme, onurunun umrunda bile değildi. Ne büyük onursallık ama...

Çamura batmış itibarı görün ki, Amerikan Başkanınına telefonda, “canım Kürt kanı dökmek istiyor, can almaya çıkacağım“ demek için üç ay bekletiliyordu. Üç aynın sonunda Başkan, onu aradığında “ben yarın size soykırımcı, katil diyeceğim, haberin olsun“ deyip telefonu kapatıyordu. İtibar yerdeydi.

Dışişleri Bakanı, Suudi Dışişleri Bakanı’yla görüşmek için iki gün “gel“ denmesini bekliyordu.

Vay bey, itibarın sefaleti, saygınlığın rezaletine bakın siz!..

Yer yüzü itibarsızının itibarı, köle niyetine kullanılan kalabalıkların sırtında saraylar, köşklerde yeme, içme, uçaklara, son model arabalara binip fink atmaktır. Öte yandan mafyaya düzenini tahkim etmektir, bunların itibarı. Kürt kırmayı, öldürmediklerini zindanlara doldurmayı itibarlanma sanmaktır. Salgında yurttaşına aşı vereceğine, onu soymayı çıkmaktır, saygınlıkları...

İtibarı görün ki, dünün cebi delik Bilalleri, birer dolar milyarderiydi.

Her şey iyi de, itibarın sefalet ve rezaleti ortasında, toplantı odasının orta yerinde bir Hıristiyan tabununun maketini oturtmak, neyin nesi onu anlayamadım.

Ama “ezelden beri hür“ Türk halkı, efendi seçilenleri ve avanelerini çok iyi besliyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.