Ceng meydanına 15’ler damgası

Dosya Haberleri —

.

.

  • Zamanın geldiğini biliyordu Komutan Şoreş. Uçak vuruşları durmuş, Siha’ların kapılara kilitlendiğini içeriye kadar gelen seslerinden anlamıştı. Zaman direnişi büyütme, tünelde ve kamp içinde savaşma zamanıydı. Hiçbir tereddütleri yoktu.

TUFAN DERSİM
Gerilla tüm zorluklara rağmen durmuyor, işgalcileri vurmaya devam ediyordu. Karadan yediği darbelerle bunalan işgalciler bu sefer gerillanın hava kuvvetleri tarafından vurulmaya başlanmıştı. Komutan Seyfi Polat öncülüğünde Gelhat Tolhıldan ve Arhat Amed isimli gerillalar havadan askerleri vurmaya başlamış, tarihi zafere farklı bir ivme kazandırmışlardı. Gerillanın zafere yürüdüğünü gören devlet yetkilileri sürekli takviye yapmaya çalışıyor fakat giden helikopterler gerillanın gazabına uğrayarak çaresizce geri dönüyordu. 

Komutan Şoreş arkadaşlarıyla beraber kampa ulaşmış ve hiç vakit kaybetmeden hazırlıklara başlamıştı. Düşmanının sınır tanımadan saldıracağını çok iyi biliyor, ilerideki hamlelerini hesaplıyordu. Yapacaklarını düşündüğü sırada, beklediği gibi uçak saldırıları olmuştu. Yediği darbe ile çıldıran Türk ordusu her zamanki gibi kurtarıcısı olarak gördüğü tekniği devreye koymuş ve sonuç almaya çalışıyordu. Hava saldırıları o kadar yoğun gelişiyordu ki kendisi için savaşıp, gerillanın eline esir düşen asker ve polislerini bile hesaba katmadan kampı bombalıyordu. Bu seferki bombardıman çok yoğundu ve sonrasının da daha farklı olacağını yaşadıklarından biliyordu Komutan Şoreş. Evet, daha farklı olacak, düşmanları daha yoğun ve ölçüsüzce saldıracaktı. Katolarda kuşatma altındayken buna benzer bir durumu hatırladı.

“Bugün yapılan saldırılar diğer günlerden çok daha farklıydı, bütün yoldaşlarıyla beraber bunu hissetmişlerdi. Düzenli olarak kamplarına yönelik uçak, kobra ve havan-obüs saldırıları oluyordu zaten ama bugün daha bir yoğundu ve hemen fark ediliyordu. Düşmanın içeriye girmeye çalışması ihtimaline karşı hemen gruplar halinde şkeftin içinde mevzilenmiş hazır bir pozisyon içerisine girmişlerdi. Bütün yoldaşları ile beraber Komutan Şoreş düşmanın içeri girmesini bekliyor; eller tetikte, bombaların pimleri düzeltilmiş bir şekilde sessizce nefes alarak karanlık içinde gelecek sesleri dinliyorlardı. Aradan saatler geçmesine rağmen düşman gelmemiş ve bir süre sonra yapılan saldırıların dozajı eski seviyesine inmişti. Bu yaşananlara anlam veremeseler de radyoyu açtıklarında her şeyi anlamışlardı. Süleyman Soylu gelmişti Kato’ya. Radyolar abarta abarta anlatıyordu. Bazı yoldaşları duyar duymaz harekete geçmiş ve dışarıya çıkarak katliamcı savaş bakanını vuracağız deseler de haberinin yapıldığına göre çoktan gittiğini anlamışlardı.
Katolarda kar azalmış olmasına rağmen hareketi engelleyecek kadar kalmıştı. Gerillanın bundan yararlanarak dışarıya çıkacağını hesaplayan askerler çemberi daha da daraltmış ve daha gizli hareket ediyorlardı. Anlaşılır bir durum değildi. Kürtleri Kürtler eliyle yok etmeye çalışıyor, etrafında topladıkları hain korucular ile üzerlerine geliyorlardı. Yoksa Kato’nun vahşi arazisine hangi asker girmeye cesaret edebilirdi ki?” 

“Durum çok farklı değildi. Kato’da korucular askerlerin önünde yürüyüp gelmiş, Gare’de ise farklı işbirlikçiler topraklarını ve imkânlarını işgalcilere sunup, her türlü desteği sağlamışlardı. Katliamcı Soysuz yine savaş naraları atıp, yalanları sırasıyla ve büyük bir özenle atıyordu. Süleyman Soylu’nun ziyaretinden sonra saldırılar daha da artmış ve çembere alınan başka bir kamplarında bir yoldaşları kimyasal gazlar nedeniyle şehit düşmüş, diğer yoldaşları suyun içerisine girerek kendilerini kurtarmıştı. Düşman barbarlıkta sınır tanımıyor, yoldaşlarını katletmek için her şeyi deniyordu. Yoldaşlarının bulunduğu diğer kampların kapıları beton ile kapatılıyor, üstlerine beton ve toprak dökülüyordu. Bununla da sınırlı kalmayıp sondaj makinelerine benzeyen makineler ile şkefler delinip içeriye kimyasal gazlar atılıyordu.
Yoldaşlarının şehit düştüğü kampta düşman askerleri korucular öncülüğünde kendilerini kamp içine bırakmaya çalışmış, gereken cevabı almıştı. Bir korucu ve bir subay gerillanın hayatta kalmadığını zannederek kendilerini kampa bırakmış, yaşanan çatışmanın ardından yaralı bir şekilde kendilerini zar zor dışarı atmışlardı. Burada yoldaşları düşmanın üzerinden bir adet kleş, bir adet tabanca ve bir fener kaldırmıştı.”

Komutan Şoreş bütün bunları aklından geçirirken gerilla yaşamının mucizelerle dolu olduğunu hatırladı ve Kato’da yaşananlara geri döndü. 

“Düşmanın içeriye girmeye çalıştığı kampta gizli bir çıkış kapısı olmasına karşın kapı bir türlü bulunamıyordu. Herkesin bilmediği bu kapı çatlaklardan ilerleyerek Kato zozanlarına çıkıyordu. Zamanla damlayan su ve karın etkisiyle gizli kapı kayan toprakla kapanmıştı. Bir gece yoldaşlarının rüyasına Kato cephe komutanı Ş. Serdem girer ve yoldaşlarıyla konuşur. Rüya içerisinde yoldaşları ‘nasıl içeri girdiğini’ sorunca, Ş. Serdem ‘zozanlardaki gizli kapıdan geldim, oradan çıkabilirsiniz kapı açık’ cevabını verir. Yoldaşları gördükleri rüyadan sonra bütün yoğunluklarını gizli kapıyı bulmaya verir ve sonunda kapıyı bulurlar. Kapı topraktan ve kardan kapanmasına karşın bir insanın geçebileceği kadar boşluk bırakmıştır. Kamp üzerinde düşmanın onlarca mevzisinin olmasına rağmen, sızmalı bir şekilde yoldaşları kamptan çıkmayı ve düşman kuşatmasını yarmayı başarır. Çıkmayı başaran yoldaşları düşman kuşatması altında 53 gün boyunca direnmiş ve mucizevi bir rüyanın etkisiyle sağlam bir alana ulaşmıştır. Düşman mevzilerinin arasından çıkarken termal kameralara yakalanmamak için battaniyelerini ve uyku tulumlarını ıslatarak vücutlarına sarmış, uzun bir kaz yürüyüşünün ardından düşman güçlerini atlatmışlardır. Yoldaşlarının yaşadıklarını duyan birçok kişi inanmasa da, Komutan Şoreş bu durumu yoldaşlarının birbirilerini hissetmesine ve birbirileri için yaşamalarına bağlamıştı.”

Düşmanının içeriye girmeye çalışacağını iyi biliyordu. Evet, yoğun teknik kullanarak kamplarına yaklaşıp, kampa girmeye çalışacaklardı. Yoldaşlarını toplayıp düşüncelerini aktardıktan sonra herkesin bu duruma göre hazırlanması gerektiğini söyledi ve kamp tünellerinde savaş hazırlıklarına başladı. Şimdi tünelde savaşma zamanıydı. Sadece araziyi değil, tünelleri de düşmana dar edecekti. Direnmek ve kazanmak için gereken tek şey inançtı. Bir insan yeter ki inansın her türlü koşulda bir orduyu durdurabilir, kazanabilirdi. Gerilla yaşamında defalarca tanık olmuş ve duymuştu.
Başlayan hava saldırıları durmamış hala devam ediyordu. Kampın kapısına çıkmaya çalışsalar da tonluk bombaların yarattığı basınç ve zehirli dumanlar izin vermiyor, geri dönüyorlardı.

Her yer direniş alanı olacaktı. Kaldıkları kampları, tüneller ve yürekleri direniş kalesi olacaktı. Bir yanda çağın son teknolojisiyle donanmış işgalciler ve işbirlikçiler diğer yanda ise yürekleri avuçlarında, inanç abidesi, zafere kilitlenmiş bir grup genç. İnsanlığın görebileceği en kutsal inanç ve cesareti sergileniyordu Gare dağlarında. Siyane alanın her köşesinden çatışma ve bombardıman sesleri yükseliyordu. Gerilla harekete geçmiş, işgalcilere vura vura dar bir alana sıkıştırmış ve çembere almıştı. Siyane alanından yükselen özgürlük ve zafer direnişi Komutan Şoreş’in bulunduğu kampta zirveye ulaşmış, yenilmezliğini haykırıyordu. Çağın Dehaklarına karşı amansız bir savaş yürütülüyordu. Akan kan ile zafere yürüyen bir direnişti. Milyonların sesi olmayı başarmış, kendilerinden vazgeçerek milyonlar için yaşayan fedailer tarafından yürütülen bir savaştı. Daha başından sonu belli olan bir savaştı. Silahlar kuşanılarak, serkeftin dileyerek fedaice, korkusuzca atıldıkları bir kavgaydı. Ceng meydanına 15’ler damgasını vuracak, özgürlük bayrağını yere düşürmemek için severek canlarını feda edeceklerdi.
Zamanın geldiğini biliyordu Komutan Şoreş. Uçak vuruşları durmuş, Siha’ların kapılara kilitlendiğini içeriye kadar gelen seslerinden anlamıştı. Zaman direnişi büyütme, tünelde ve kamp içinde savaşma zamanıydı. Hiçbir tereddütleri yoktu. Bunun için yaşamış, bunun için akın etmişlerdi özgürlük dağlarına. Kulaklar pür dikkat kesilmiş, karanlıktan gelecek sesleri beklemekteydi. Bazıların elleri tetikte hazır vaziyette durmakta, bazıları ise ellerindeki bombaları atmak için sabırsızlık içinde bekliyordu. Düşman askerlerinde ise büyük bir korku ve bilinmezlik hâkimdi. Gerillanın içinde olduğu karanlık bir şkefte girmek istemiyor, önden gidecek birini bulmakta zorlanarak, Siha’ların gözetimi altında ağır ağır kapıya yaklaşıyorlardı. Operasyonun komuta merkezinde sıcak koltuklarında oturan komutanlar askerlere acele etmeleri için baskı yapıyor, içeride kimsenin sağ kalmadığını söyleyerek seçili, özel eğitilmiş askerlerine cesaret vermeye çalışıyorlardı. Uzaktan askerlere talimatlar vermek, onları ölüme göndermek kolaydı. Komuta merkezinden emirler yağdıran komutanların birçoğu savaş görmemiş, sınavlarla rütbesini yükseltmiş askerlerdi. Gerilla gerçeğini gizli belgelerden okumuş, sahadaki gerçekliği bilmeyen ve dolayısıyla askerlerinin yaşadığı psikolojiyi anlayamayan komutanlardı. Askerlerini savaştıramayan sözde komutanlar, askerlerinden zafer beklerken bu işin olmayacağını anlamış, korku ve telaş içindeydiler. İçerdeki bir avuç gerilla ise düşmanına daha fazla darbe vurabilmek için dört gözle askerlerin içeri adım atmalarını bekliyor, ölümüne güvendikleri komutanları Şoreş’ten gelecek talimata bakıyorlardı. Her şeyi pratik alanlarda yaşayarak öğrenmişti Komutan Şoreş. Savaşın en kızgın alanlarında yıllarca pratik yürütmüş, kan ve ter dökerek savaş sanatının ustası olmuştu. Hiçbir zaman rahat bir alanda kalmamış, her daim mücadelenin ve emeğin içinde olmuş, bedel vererek, kişiliğini devrime ve zafere adayarak bu günlere gelmişti. Tereddütsüzdü, eylemciydi. Temsil ettiği değerlerin yılmaz bir savaşçısı, omuzlarındaki yükün farkında olan bir komutandı. Çevresindeki yoldaşlarına nasıl komuta edeceğini, yenilmez savaşçıların nasıl yaratılacağını, içinde oldukları savaşı nasıl kazanacaklarını çok iyi biliyordu. Savaşçıları da Komutan Şoreş’e benziyordu. Cesur, gözü pek savaşçılardı hepsi.  

Devam edecek, yarın; Ve çatışma tünele ulaştığında

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.