Çoklu krizden çoklu savaşa

Sezai TEMELLİ yazdı —

  • Dünya kapitalist sisteminin savaş sanayi ve harcamaları eksenli kutuplaştırıcı karakteri ve genel anlamda ekonomi politiğine bağlı olarak küresel iktidarını yapılandırma arzusu bir kez daha Rusya krizinde kendisini gösteriyor. NATO’nun Rusya ve kısmen Çin karşıtlığı üzerinden genişleme hamlesi, bugüne kadar Ukrayna krizindeki kadar belirginleşmemişti.

Ukrayna meselesi Putin’in Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerine ‘barışın korunması’ başlıklı müdahale talimatıyla yeni bir boyuta taşındı.

Rus askerlerinin Donbass’a girmesiyle uzun süredir Ukrayna krizi olarak biriken stresin şimdilik sahaya düşük yoğunluklu bir savaş olarak yansımaya başladığını görmekteyiz. Sürecin nasıl ilerleyeceği NATO’nun atacağı adımlara bağlı olarak şekillenecek.

Putin, Batı’ya yönelik tüm açıklamalarının belli bir kararlılığı ortaya koymakla birlikte daha ileriye gitme adına elinin çok güçlü olmadığını da biliyor. Özellikle Rusya ekonomisinin yaşadığı kriz ve içeride birçok bölgede var olan politik sıkıntılar buna engel olacaktır.

Diğer taraftan Rusya açısından Ukrayna’nın NATO’ya katılması kabul edilemez bir gelişme olacağından, tüm stratejisini bunu engellemeye yönelik biçimlendirdi ve öyle de sürdürecek gözüküyor. Bu durum, Ukrayna meselesinin süreklileşmiş çoklu küresel krizin yeni bir bileşeni olacağı anlamına gelmekte.

Ukrayna krizi de tıpkı Afganistan, Irak ve Suriye krizlerinde olduğu gibi süreklileşmiş bir hal alacaktır. Nasıl ki Türkiye, Ortadoğu’yu bu krizlerin ışığında istikrarsızlaştırıyor ve Kürt meselesini çözümsüz bırakma gayretini tüm dış politikasının merkezine oturtuyorsa Putin de aynı stratejik hamle ile yol almak isteyebilir.

Her iki coğrafya kuşkusuz farklı dinamiklerle biçimleniyor. Buna rağmen her iki coğrafyada istikrarsızlaştırıcı unsurların aynı olması bu coğrafyalar için ortak bir kaderi karşımıza çıkaracaktır.

NATO’nun kendi sınırlarını genişletme hamlesi de uzun süredir bu çoklu kriz ikliminden kaynaklanmakta. Kapitalist sistemin, 2. Paylaşım Savaşı sonrası iki kutuplu olarak kodlanmış yapısı, Sovyetler Birliği'nin sahneden çekilmesiyle büyük bir belirsizliğe sürüklendi. Birikim rejiminin en önemli belirleyicilerinden olan nükleer silahlanmaya bağlı askeri yatırımların ve harcamaların yarattığı verimliliğin başka alanlarla telafi edilememesinin sonucu olarak bu derin kriz, bir türlü aşılamadı ve kronikleşti. Bu aynı zamanda küresel ölçekte finansman krizinin de başlıca nedeni oldu.

Kutuplaşamayan dünyada NATO ve finansal sermaye için küresel jandarmalık, bölgesel savaşlar, vekalet savaşları sermayenin verimsizliğini ortadan kaldırmaya yetmedi. Bunlara eklenen uzay çalışmaları, bilişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler de bu derde deva olamadı.

Tüm bu gelişmelerin yaşandığı neoliberal dönem, nükleer yarışla geçen kapitalizmin ‘altın çağ’ını yakalamaktan oldukça uzak bir ‘performans’ sergiledi. Bu nedenle NATO'nun 2030 planlaması tek kutupluluktan çok kutupluluğu zorlayıcı bir manevrayı karşımıza çıkartmakta.

Dünya kapitalist sisteminin savaş sanayi ve harcamaları eksenli kutuplaştırıcı karakteri ve genel anlamda ekonomi politiğine bağlı olarak küresel iktidarını yapılandırma arzusu bir kez daha Rusya krizinde kendisini gösteriyor. NATO’nun Rusya ve kısmen Çin karşıtlığı üzerinden genişleme hamlesi, bugüne kadar Ukrayna krizindeki kadar belirginleşmemişti.

Öte yandan Rusya’nın da Sovyetler Birliği sonrası otoriter bir rejime dönüşmesi ve bu rejimin iki kutuplu dünya özlemi içinde olması, gelişmelerin bir başka boyutu.

Afganistan, Irak, Suriye, Kuzey Afrika örnekleri, aslında krizin sürekliliğine eşlik eden bir savaş stratejisini gösteriyor. Bu karşılıklı strateji, kuşkusuz her iki kampın da ekonomi politiği için vazgeçilmez bir işlev görmekte.

Bizim açımızdan öncelikli kritik mevzu; bu istikrasız, kaotik iklimden bugüne kadar fazlasıyla yararlanmış AKP-MHP faşist iktidarının, bu yeni gelişmelerle birlikte Kürt düşmanlığını ve savaşı nereye tırmandıracağıdır.

Kendi krizini kendi savaşıyla aşmaya çalışan iktidar, NATO içindeki rolü ve Rusya ile kurduğu ilişkileri bir kez daha fırsata çevirme peşinde. Rojava ve Başûr’a yönelik emperyal heveslerini gizlemeden beklentilerini her fırsatta açıklayan Türkiye, Rusya’nın son hamlesi üzerine Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla uluslararası kamuoyuyla dalga geçercesine yaptığı açıklamada Rusya’nın kararını kabul etmediğini belirtmiş. Kınama kararında toprak bütünlüğüne vurgu yapılmış ve uluslararası hukuka riayet edilmesi istenmiş. Bu açıklamayı yapan Türkiye, Efrîn’e ‘Zeytin Dalı’ ile girmişti; Putin’in barış sözcüğünü kirlettiği gibi…

Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ve sürdürülen savaş politikaları, Türkiye’yi hesaplayamadığı çok daha büyük bir kriz ve savaş ortamına çekebilir. Bugün Türkiye’deki iktidar çarpık müesses nizamı sürdürmek adına akıl dışı bir iç-dış politika içinde.

Muhalefetin aymazlığı ve müesses nizama tabi oluşu, riskleri daha da artıran bir başka önemli faktör. Bu sıkışmışlık halinden çıkma adına kriz ve savaş iklimi, aslında bölgede topyekûn barış ve demokratikleşme için önemli fırsatlar da sunuyor. Önemli olan bu anlayışa uygun mücadeleyi var etmek ve siyasetin bu kulvarda gelişmesini sağlamak.

Buna öncülük edebilecek politik-toplumsal bir ittifak alanı yaratma adına Demokrasi İttifakı önemli bir çabadır. Bu çabanın seçim hesapları içinde heba olma riskini de unutmadan; faşizme, savaşa ve yoksulluğa karşı toplumsal örgütlülüğü mutlaka geç kalmaksızın yaratmalıyız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.