Lozan’dan İmralı’ya tarih ve siyaset

Sezai TEMELLİ yazdı —

  • Türkiye’de yaşanan demokratik çözüm sürecinin kesintiye uğratılması ve sonrasında yaşanan çöküş süreci Lozan’ın güncellenmesi süreci olarak da okunabilir.

Lozan’ın ve Kürt meselesinde çözümsüzlüğün yüzüncü yılındayız. Erzurum Kongresi’nden Lozan’a giden süreç bu toprakların tarihi açısından önemli bir kesiti bize sunar. Kongre’den Birinci Meclis’e taşınan siyasi iklim ve Meclis’in bileşimi, bu Meclis’in Kürt meselesinin tarihsel çözümü adına çoğulcu ve muhtariyet esaslı yaklaşımı, sürecin 1921 Anayasası’na evrimi bu tarihsel kesitin birinci bölümünü oluşturur. Savaş koşullarında oluşan bu zemin geniş bir mutabakatın yaratılması adına önemliydi. Sürdürülmesi tarihsel açıdan çok daha önemli gelişmeler yaratabilirdi. Bugün yaşanan yapısal ve tarihsel sorunların merkezinde yer alan Kürt sorununun çözümü açısından da bu süreç önemli bir hafızayı bize ısrarla hatırlatıyor.  

Bu süreç Lozan’da kesintiye uğratılmıştır ve bunun sonucu olarak da Kürt sorunu kronikleşmiş, bu kronikleşmiş sorun birçok yapısal karakterdeki sorunun da ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1924 Anayasası ve sonrasındaki gelişmeler Lozan öncesinin reddiyesine dayanan bir zihniyetle hayata geçirilmiştir. Yüzyıllık cumhuriyet süreci bu zihniyet temelinde yaşanagelmiştir. Sonuç olarak Türkiye siyasi ve iktisadi krizler içinde debelenen, darbe mekaniğinin bir parçası olarak rejimini biçimlendiren, kusurlu demokrasiden ötesine ulaşamayan ve otoriter sistemler içinde faşizmin kurumsallaşmasını normalleştiren bir ülke olagelmiştir.

Bu yüzyıllık süreçte bir başka önemli tarihsel kesit ise Öcalan’ın tarih sahnesinde yerini almasıyla yaşanmıştır. Adeta Lozan öncesi hafızayı canlandıran, Kürt sorununun tarihsel gerçeklik içinde ama bugünün dinamikleriyle nasıl çözüme kavuşabileceğine dair ortaya koyduğu tezler, fikirler ve siyasi güzergâh bizi demokratik çözüm mecrasına taşımıştır. Bu mecra sadece Kürt sorununun çözümü ile sınırlı kalmamış, ötesi bölgesel ve küresel siyaset zemini üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. Demokratikleşme ve kalıcı barış adına üçüncü yol fikri büyük bir dönüşüm çağrısıyla mağdur ve mazlum halklara özgürlük kapısını açmıştır.

Bu heyecan verici gelişme tüm Ortadoğu halkları adına umut olurken küresel siyasetin bölge merkezli değişimi başta Türkiye olmak üzere kurulu düzenin tüm iktidar odaklarını fazlasıyla rahatsız etti. Bu bağlamda, Türkiye’de yaşanan demokratik çözüm sürecinin kesintiye uğratılması ve sonrasında yaşanan çöküş süreci Lozan’ın güncellenmesi süreci olarak okunabilir. Erdoğan iktidarı İmralı’da devirdiği masanın yerine yeni bir Lozan masası arayarak sürecin kendi lehine sonuçlanması adına sürekli bir arayış içinde son sekiz yılını tüketmiştir.

Şimdi İsveç’in NATO üyeliği kapsamında yaşanan gelişmeleri fırsata çevirme peşinde koşarak Kopenhag kriterlerini yok sayarak AB üyeliği, Ukrayna’nın NATO üyeliği gibi akıldışı önermeleriyle ve Kürtleri teröristleştirme gayretiyle bir kez daha tarihsel gerçeklikten kaçma planları yapma peşindedir. NATO’nun 2030 siyasi genişleme planı çerçevesinde Avrupa merkezli planlarının bir parçası olarak Ortadoğu’da dilediği savaş ve zulüm politikalarını sürdürmek adına destek arayışı peşinde olan iktidar, bir yandan da çöken ekonomi için kaynak arayışı peşinde. Ekonomiyi de siyaseti de çökerten, krize sürükleyen, tüm ülke ve bölgeyi bu şiddet cenderesine sıkıştıran işte bu zihniyettir. Lozan’dan bugüne değişmeyen zihniyet…

24 yıldır süren ve son 28 aydır mutlak iletişimsizlik halini alan tecrit, insanlık dışı bir uygulama ve işkencedir. Sessizlik bu suça ortak olmaktan başka bir şey ifade etmez. Sesini çıkaranlara yönelik yargı şiddeti korkuyu büyütmek ve toplumu sessizliğe mahkûm etmek amacını gütmektedir. Mesele hukuk ihlalinin ötesinde tarihsel bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır. Ülke ve bölgenin bu savaş ve şiddet ikliminden çıkabilmesi, topyekûn demokratikleşme yoluna girebilmesi ve Kürt meselesinin statü başta olmak üzere çözüme kavuşabilmesi tecridin sonlanması ve Öcalan’ın özgür siyaset yapabilmesiyle olanaklıdır.

Masanın yeri de masanın muhatabı da bellidir. Diğer tüm arayışlar beyhude bir çabadır. İçinde bulunduğumuz bu yıkıcı sürecin sonlanabilmesi, toplumsal ve siyasi barışın var edilmesi savaş aygıtı NATO’nun projelerine destek verip kendi bekasını kurtarma adına hareket eden iktidarın karşısına dikilmekten geçiyor. Sessizliği parçalayan, başka bir düzen mümkün diyebilen bir mücadele siyaseti bu iktidarın ve rejimin karşısına mutlaka dikilmeli ve özgürce paradigmamızı savunabilmeli. Artık korkaklara bu sokaklarda yer olmadığını korkuyu hâkim kılmaya çalışanlara anlatma zamanı gelmiştir… 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.