“Daha Adil Bir Dünya Mümkün” (Mü?)

Cihan DENİZ yazdı —

  • Bu kitabı yazdığı söylenen kişinin yönettiği ülkenin içeride ve dışarıda halklarına yaşattığı adaletsizlikleri, zulmü bilmesek, insanın altına imza atası geliyor.

Son dönemde Türkiye’nin dış politikada söylem kurarken en sık kullandığı kavramlardan biridir “adalet.” Ağızlarından “adalet”, “barış” gibi kavramlar asla düşmez. Onlara göre ne yapıyorlarsa barış için, halkların özgürlüğü ve refahı için yapmaktadırlar, tek dertleri daha adaletli bir dünyadır.

Bunun tabii ki gerçeklikle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur ama bunun aslında bir önemi de yoktur. Hakikat sonrası dönemde algı hakikatin yerini almıştır.

Önemli olan neyin doğru, neyin yanlış olduğu değil sizin nasıl bir algı oluşturduğunuz ve bu algıyı nasıl yönettiğinizdir. Ve bu gerçeği en iyi kavrayanların başında gelen Türkiye’deki rejim, dış politikasını neredeyse tamamen Türkiye hakkında gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir algı oluşturma ve bu algıyı yönetme üzerine kurgulamıştır.

O kadar ki Suriye’de Kürtlere işgal, ölüm, yıkım ve sürgünden başka bir şey getirmeyen askeri operasyonlarına “Zeytin Dalı” veya Barış Pınarı” gibi isimler koymaktadırlar. 

Tayyip Erdoğan’ın yazdığı rivayet edilen ve başlığı “Daha adil bir dünya mümkün” olan kitap da bu bağlamda yani bir algı oluşturma çabası olarak değerlendirilmelidir. Bu anlamıyla kitabın sadece Türkçesi’nin değil İngilizce, Fransızca ve Arapça çevirilerinin tam da Erdoğan ABD’deki Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı’na gitmeden hemen önce piyasaya çıkması tesadüf değildir.   

Kitabın tanıtım yazısında yazılan birkaç satır aslında kitabın bir özeti gibidir: “Sadece beş ülkenin bütün dünyanın kaderini etkileyecek konularda karar vermesi ne ahlaki, ne adildir. Dünya beş ülkeden büyüktür. Adil ve daha sürdürülebilir bir küresel barışın temini için çok kültürlülüğü ve çok kutupluluğu yansıtan bir BM’ye ihtiyaç vardır. Çok kutuplu, çok merkezli, çok kültürlü, daha kapsayıcı ve adil bir dünya inşa etmek mümkündür.” 

Kulağa ne kadar hoş geliyor. Bu kitabı yazdığı söylenen kişinin yönettiği ülkenin içeride ve dışarıda halklarına yaşattığı adaletsizlikleri, zulmü bilmesek, insanın altına imza atası geliyor.

En başta şunu belirtelim ki derdin “adil bir dünya” değil ama büyük güçler arasında paylaşılmış dünya pazarında daha fazla pay almak, diğer bir ifade ile giderek tükenen ülke kaynakları ile artık doyurmakta zorlandığı yandaş sermaye için yeni pazarlar ve kaynaklar yaratmak olduğu çok açıktır. Buna tabii Ergenekon bozuntusu ulusalcıların da gazıyla emperyal hayallere dalıp, dünya siyasetinde belirleyici olma isteği de eklenebilir.

Kısacası “dünya beşten büyüktür” gibi sloganlar ve ağızlarından düşürmedikleri “barış”, “adalet” gibi kavramlar, kendi yayılmacı ve emperyalist hülyalarının üstünü örterken aynı zamanda büyük güçlerin emperyalizminden bunalan halklar üzerinde yeni bir hegemonik güç olma ve bu yolla da yukarıda belirten hedeflere ulaşma amacına hizmet etmektedir.

Dolayısıyla dert kesinlikle “dünyanın beşten büyük olması” değildir. Dert bu merkeze eklemlenmektir; bu olmuyorsa da çevre halklar üzerinde hegomonik bir güç olarak, kendi liderliğinde bir güç merkezi kurmaktır. 

Diğer yandan sadece iktidarlarında Türkiye’nin dünyada gelir adaletsizliğinin en büyük olduğu  ülke haline gelmesi bile, insana, kendi ülkesinde adaletin zerresini sağlayamayan tersine adaletsizliği ve eşitsizliği daha da derinleştirenlerin, nasıl olup da daha adil bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyebiliyor, sorusunu sorduruyor.

Aynı şekilde ülke içindeki kültür politikalarındaki tekçiliği bir kenara bırakalım, sadece Suriye’de, Libya’da ve en son Afganistan’da iş birliği yaptıkları örgütlerin kültüre, farklılıklara bakışı, kendileri dışındaki her şeye olan düşmanlıkları ortada iken çok kültürlü bir dünyadan bahsetmeleri bir ironi olarak bile insanda tebessüm uyandırmıyor.

Ama en büyük ironi dünya beşten büyüktür” sözü olsa gerek. Çünkü “dünya beşten büyüktür. Beş ülkenin dünyanın kaderini etkileyecek konularda karar vermesi ne ahlaki ne adildir” deyip sonra da coğrafyanın neredeyse çakıl taşını bile beşli müteahhit çetesinin talanına açmakta, onların karı adına hukuku, bilimsel gerçekleri ayaklar altına almakta, halkların sağlığını ve yaşamını hiçe sayıp onları karanlık bir geleceğe mahkum etmekte gayri ahlaki veya de adil olmayan bir şey görmüyorlar.

Bundan ala ironi olabilir mi?       
Son söz olarak baştaki soruya dönelim: Daha adil bir dünya mümkün mü? Evet, eşitsizliğin, adaletsizliğin, sömürünün ve baskının hakim olduğu mevcut dünyanın değişmesi mümkündür; hatta mümkün olmanın ötesinde eğer insanlık varlığını sürdürecekse bir zorunluluktur da. Ama bunun kitabını kendileri adil olmayanlar, iktidarları ile adaletsizlik üretenler değil, verecekleri mücadele ile ezilenler yazacaktır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.