Dayanışmanın bazı sorunlarına dair

  • Dayanışma deyince aklıma iki soru geliyor. Bunlardan birincisi kimle dayanıştığımız. İkincisi ise dayanışmanın düzen bozucu olup olmadığı meselesi. Dayanıştığımız kişilerin “kurban” olduğunu düşünmek büyük bir tehlike arz ediyor.

 

 

NAZAN ÜSTÜNDAĞ

 

Dayanışma genellikle kimsenin sorgulamaksızın önemli olduğunu kabul ettiği bir değer. Elbette ben de buna katılıyorum. Ancak dayanışmanın aynı zamanda belli politika biçimlerini düşlenemez kıldığını da hatırda tutmak gerekiyor. Hatta son yıllarda dayanışma söylem ve pratiklerinin apolitik duruşları desteklediğine hatta bunları yücelttiğine dahi tanıklık ettik. Bu yazıda bu konuyla ilgili kendi deneyimlerime dayanarak birkaç şey söylemek istiyorum. 

 

İttifak mı Dayanışma mı?

Öncelikle ittifak kelimesini dayanışma kelimesine tercih ettiğimi söylemem gerekir. Her ittifak bir dayanışmadır. Ama her dayanışma ittifak biçiminde olmaz. İttifak kelimesini tercih etmemin sebebi dayanışma kelimesinde gizli bir eşitsizlik bulunması. Dayanışma kelimesi ittifak ya da direniş kelimesinden farklı olarak dayanışanların bazılarının ya da tümünün başının bir çeşit belada olduğu durumlarda kullanılıyor. Genellikle başına belli bir felaketin geldiğini, haksızlığa uğradığını, kısacası “kötü” duruma düştüğünü düşündüğümüz kişi ve gruplarla yapılıyor. Bir ihtiyacın altını çiziyor. İttifak ise her şeyden önce kimle olursa olsun eşit ve politik bir zemini işaret ediyor. Belli arzu ve çıkar ortaklıklarını öne çıkartıyor ve böylelikle dayanışmanın masumlaştırdığı, doğallaştırdığı aktörlerin her zaman için görünür ya da görünmez politik seçimler yapan ve iradi varlıklar olduğunu hatırlatıyor. Dayanışma yapılan kişi ya da gruplar genellikle arzudan yoksun ihtiyaçtan ibaret varlıklar olarak kurgulanırken, ittifak da arzu öne çıkıyor. 

Ben konumuza yani dayanışmaya geri döneyim. Öncelikle ittifak olarak görülebilecek dayanışma biçimlerinde bahsedeyim ki asıl eleştirel okuma yapmak istediğim dayanışma biçimlerinden bahsedebileyim.

Direnenlerle yapılan bir ortaklaşmaya tekabül eden dayanışma biçimlerini, örneğin, açlık grevi dayanışmalarını, grev yapan işçilerle ya da hasta tutsaklarla yapılan dayanışmayı, ittifak olarak gördüğüm için bu yazının konusu dışında bırakıyorum. Böyle durumlarda dayanışma belli talepleri ya da eylem biçimlerini, siz asli aktörü olmasanız dahi desteklediğiniz anlamına geliyor. Bu dayanışma biçimleri asli aktörler olan, örneğin, grev yapan işçilerin düzen bozucu eyleyişlerini mümkün olduğu kadar süreklileştirmeye, taleplerini kamusallaştırmaya ve amaçlarını tüm topluma mal etmeyi hedefliyor. 

 

Dayanışma

Dayanışma deyince aklıma iki soru geliyor. Bunlardan birincisi kimle dayanıştığımız. İkincisi ise dayanışmanın düzen bozucu olup olmadığı meselesi. Dayanıştığımız kişilerin “kurban” olduğunu düşünmek büyük bir tehlike arz ediyor. Bu otomatikman onları tanıdığımız ihtiyaçlarını bildiğimiz anlamına geliyor. Oysa ki tanımıyoruz ve bilmiyoruz. Örneğin, bir kadının sığınma evine alındıktan sonra kocasına dönmesini, yardım parasını kumara yatırmasını kabullenemiyoruz. Oysa dayanışmanın birinci kuralı dayanıştığımız kişi ve grupların otonom olduğunu kabul etmekten geçiyor ve bu otonomileri her ne kadar bizi düş kırıklığına uğratsa da dayanışma macerasının en karşılıklı, zevkle dolu ve yaratıcı yönü. 

Dayanıştığımız ve dayanışmaya ihtiyacı olan kişilerin kurbandan çok suçlu olarak kategorize edilmesi taraftarıyım. Burada sevgili Paramaz Kızılbaş’ın yazılarından ilham aldığımı da belirteyim. Dayanışılanları suçlu olarak görmek onların yardım edilmesi gereken gruplar olduğu fikrinden bizi uzaklaştırarak onlarla birlikte ortak olarak suç işlememiz gereken gruplar olduğu fikrini öne çıkartıyor ve böylelikle dayanışma eylemlerimizi hayal edebileceğimiz yeni ufuklar açıyor. Paramaz bu konuyla ilgili Ermeni Soykırımı’nı örnek verir. Soykırıma karşı dayanışırken, soykırım kurbanları ile değil, soykırıma yol açan “suçla” özdeşleşmemiz gerektiğini söyler. O suç Ermenilerin otonomi isteyerek dünyanın olağan gidişatında bir yarık açmalarıdır. Dayanışmanın görevi bu yarığı masumiyete sığınarak kapatmak değil suçu sahiplenerek daha da açmaktır. 

Bir de kendimizden örnek vereyim. Biz Barış Akademisyenleri olarak -basitleştirmek pahasına- tam da bu ikilemi yaşadık. Hukuki dayanışma süreçlerinde ortak hareket ederken ve hep birlikte davalara giderken suçumuza sahip çıkarken yaptıklarımızdan bahsetmiyorum. Ancak işsiz kaldıktan sonra gerçekleşen ve bizleri özellikle sürgün olduğumuz yerlerde hayatımızı bireysel olarak az yıkıntıya uğratacak maddi seçenekleri oluşturma çabamızdan bahsediyorum. Bunları yapmasaydık belki de şimdi hala belli belirsiz süren ortak direnç irademiz çok daha fazla olabilir, kendimizi var edebilmek için çok daha yaratıcı seçeneklere yönelebilirdik.

Burada mesele bana kalırsa dayanışmanın işlediğimiz suça sahip çıkmak yerine, uğradığımızı düşündüğümüz haksızlık gerçeğini hayatımızda en az yarayla atlatmak çabasına evrilmesi. Oysa kanımca düzene karşı işlenen suç dayanışılacak en önemli şeydir. Bizlerin asıl suçumuza sahip çıkması, onu çoğaltması ve daha çok topluma mal etmesi gerekirdi. Nihayetinde bizler devletin suçuna ortak olmayarak devlete karşı bir suç işlemiştik. Bizi değerli kılan akademik kimliklerimiz değil bu suçun ta kendisiydi. 

Depreme gelecek olursak: Kadınların kadınlara açıkça ped dağıtması, transların translara kimliklerini sürdürebilecekleri kıyafet bulması, cinsiyet değişim hormonlarını almalarını sağlaması gibi bu depremde pratik edilen kimi dayanışmalar, düzen bozucu halini koruyor. Çünkü bunlar işlenen toplumsal suçun (“kadının bedensel ihtiyaçlarının görünürlüğü” ya da “trans varlığının sürdürülmesi” gibi) devamını sağlıyor. Bu düzen bozucu suçlara ortak oluyor. Bunlar politik ve feminist dayanışmalar.

Yine evini depremzedelere açmak da mülkiyet ilişkilerini bir nebze olsun askıya aldığı için radikal bir dayanışma biçimi olarak görülebilir. Öte yandan, örneğin, isyan eden, öfkelenen, yeri göğü yıkan birinin öfkesini dindirmek için yapılacakların politik bir dayanışma olmadığı açık. Tam tersine dayanışma o öfkeye öfke katmak olabilir ancak. 

Kısacası dayanışmanın politik olabilmesi için ezber bozucu bir biçimde kendimize her gün yeniden dayanışma biçimlerimizin politik olup olmadığını sormamız gerekiyor. Aksi türünde “insanileştiren,” “insani” olmakla yetinen ve karşısındakini tekrar “insan” mertebesine erişmesi için disipline eden dayanışma biçimleri, olmasa da olur.  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.