Demokratik bir toplum ve barış için
Forum Haberleri —

Barış/foto:AFP
- Nasıl ki, "bal, bal" demekle ağız tatlanmıyorsa, "barış" diye diye de barış gelmez. Hele Türk devlet sınırları içinde hiç gelmez. Onun için, gerçek barış ve halkların kardeşliğini, demokratik özgür Kürdistan, demokratik Türkiye’nin yolu mücadeleden geçer.
BAHATTİN SÊMSUR
Önder Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum İnşası”, Türk hükümetinin “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırdığı süreç sekizinci ayını doldurmak üzere. Hiç kimsenin tahmin etmediği şekilde, baş döndürücü bir hızda gelişmeler yaşandı.
Sürecin nasıl başladığı ve geliştiği herkesin malumudur. Biz daha çok PKK’nin gerçekleştirdiği 12. Kongre sonrası gelişmeler üzerinde durmaya çalışacağız. Önder Apo, PKK’ye kongresini toplayarak, kendini fesh etmesini ve silahlı mücadele stratejisine son verme çağrısı yapmıştır. PKK yönetimi, Türk devletinin Barzani ailesinin desteğini de arkasına alarak, gerilla güçlerine karşı saldırılarını daha da artırarak geliştirdiği bir ortamda PKK kongresini toplamıştır. Kongre iki ayrı alanda, ciddi bir nicelik ve nitelik katılımla çalışmalarını büyük bir kararlılıkla ve güvenlik disipliniyle yürütmüş ve sonuçlandırmıştır.
Barış, birbiriyle savaşan güçlerin karşılıklı rızalarıyla yapılır. Ancak sömürgeci soykırımcı Türk devleti ve hükümeti sorunu çözelim, barış olsun diyor, öte yandan da sorunun çözümüne giden yolun başlangıcı olan PKK’nin kongresini yapmasını engellemek veya istenildiği nicelik ve nitelikte olmaması için ellerinden geleni ardlarına koymamıştır. Bombardımanlar, yoğun keşifler ve istihbarat hareketliliği hızından hiçbir şey yitirmeden devam etmiştir. Ancak 12. Parti Kongresi tüm bunlara rağmen yapılmıştır.
Hem de PKK, bazı siyasi partiler ve aydınlar tarafından “bu koşullarda kongre nasıl yapılacak, en azından bir süreliğine de olsa, hükümetin de ateşkese uyması gerektiği” belirtilmesine rağmen, hükümet kanadından, işgalci ordudan tek bir olumlu tutum gösterilmemiş, imha saldırılarını yasaklı patlayıcı ve kimyasal gazlarla yürütmede ısrarlı omuşlardır. Ayrıca, gerilla güçlerine karşı sürekli bir biçimde bildiri, megafon veya dronlarla “teslim ol!” çağrısı yapılmıştır. Bu pratikler, Kürt sorununu demokratik temelde diyalog, müzakere, yasa-anayasal temelde çözmek isteyen taraf tutumuna hiç benziyor mu? Karşılıklı anlaşmayı en azından niyet veya düşünce olarak düşünen bir taraf böyle bir şey yapar mı? Eğer yaparsa, bir tutarlılıktan söz edilebilir mi? Samimiyetine inanılabili mi?
“Hayır biz inanıyoruz da ama kendini bilmez birkaç ipe-sapa gelmez subay bunları yapıyor” denilebilir mi? Her şeyi bu kadar merkezileştiren Türk devletinin bu sözlerine kim inanır?
İşin en ilginç ve kahredici yönü, bunlar sıradan ve normal olaylarmış gibi adeta seyredilmektedir. Bir-iki demeci, açıklamayı aşmayan tutumlarla yetinilmektedir.
Bir güç, yani PKK, barış için hazırlık yaparken, karşı güç ise PKK’yi bombardımanlarla tasfiye etmeye devam etmiştir. Bu süreçte toplam beş Kürdistan özgürlük gerillası düşmanın bu saldırıları sonucunda şehit düşmüştür. Fırsat bu fırsat yaklaşımı samimiyetsizliğin, basitliğin, askeri onurdan ve siyasi terbiyeden yoksunluğun düzeyini göstermektedir.
PKK aleyhteki koşullara rağmen Önder Apo’nun çağrısına uyarak, kongresinde ciddi tartışmalar neticesinde iki temel karar almıştır. Kendisini fesh etmiş, silahlı mücadele stratejisine de son vermiştir. Önder Apo aile ile yaptığı ilk görüşmede “Koşullar oluşursa savaş ve çatışma ortamını sona erdirmek, demokratik siyaset ve hukuk alanına şans tanımak için teorik ve pratik olarak ehil ve iradeye sahibim” demişti. Burada bir tutarlılık söz konusudur. 27 Şubat tarihli manifestosunda ise, Önder Apo, demokrasi ve barış şehidi Sırrı Süreyya Önder’in dilinden “devletin de karşılık olarak gerekli siyasi-hukuki adımları atması gerektiğini“ belirtmiştir. Yani artık silahlı mücadelenin yerini siyasi ve demokratik mücadele alacaktı. Onun için de, gerillanın bu mücadeleyi yürütmesi için, hükümetin de, gerekli siyasi ve hukuki düzenlemeler yapması olmazsa olmaz kabilinden bir hal kazanmıştır.
Fakat PKK Kongresi’nin sonuç bildirisi yayınladıktan sonra, sanki daha önce hiçbir şey konuşulup tartışılmamış gibi hükümet siyasi ve hukuki düzenlemeler yapma iradesini göstereceğine, “PKK’nin acilen silah bırakması, teslim etmesi gerekir. MİT onları takip edecektir. MİT ne zamanki silahların teslim alındığına ilişkin rapor verdikten sonra, artık gerekenler yapılacaktır” mealinde, yüzyıllık sorun ve 41 yıllık savaşın gerçekleriyle hiçbir biçimde bağdaşmayan gayri ciddi bir tutum gösterilmiştir.
“Terörsüz Türkiye’ye doğru önemli, tarihi bir eşik atlanmıştır” diyerek AKP hükümeti ve onun şefi adeta yere göğe sığdırılamaz olmuştur. PKK’nin feshini ve silahlı mücadeleyi durdurmasını kendi başarı veya zafer hanesine yazanlar- yazdıranlar, ne hikmetse atılması gereken adımlar konusunda ise tek söz dahi etmez olmuşlardır.
Meclis’te komisyon kurularak, sorunun çözümü için Kürt-Türk halkları başta olmak üzere, diğer halklar ve inançların varlık-özgürlük ve demokrasi sorunlarını tartışıp bir sözleşmeye kavuşturulması gerekirken, “PKK başta Rojava olmak üzere tüm alanlarda silahları teslim etmeli, bunu geciktirmemeli” türünden emrivaki, üstenci bir dil kullanmaya devam etmişlerdir. Sanki karşılarında 41 yıl savaş yürüten bir güç değil de, sanki kendileri Önder Apo’ya çağrı yapmamışlar gibi halklarımızı ve en başta da kendilerini kandırmaya çalışmaktadırlar.
PKK’nin kongre kararı nettir: Silahlı mücadele stratejisine son verilmiş ancak, bu karara karşılık Türk devleti siyasi, hukuki adımlar atmaz, Önder Apo özgürleşmezse, silahlar hiç kimseye, hiçbir biçimde teslim edilmeyecektir. Bunun tartışması bile anlamsız, gereksiz, zamanı öldürmekten başka, halkları kandırmaktan başka hiçbir anlamı yoktur.
Süreçle ilgili olarak üçüncü bir gücün araya girmesine dahi rıza göstermeyen AKP hükümeti, acaba SDG’nin silahsızlandırılmasını ne hakla ve hangi uluslararası hukuk maddesine dayanarak dayatmaktadır? Belli ki sömürgeci gücüne ve alışkanlıklarına dayanarak! Suriye’nin merkezi bir yönetim ve tek ordu olması gerektiğini bozuk plak gibi tekrarlamaktadır. Suriye devletinin kritik karar öncesi veya sonrasında mutlaka Hakan Fidan, ibrahim Kalın ve Yaşar Güler Suriye yönetimini ziyaret ederler. Ya da Colani Ankara’ya veya İstanbul’a çağrılır. Bir baba yetişkin oğlunu bile bu kadar rahatsız etmez. Tüm bu çabaların temelinde, Suriye’de Kürtler başta olmak üzere, Alevilerin, Durzilerin statü sahibi olmasını engelleme yatmaktadır. Bütün mesele budur.
Önder Apo’nun özgürlüğü hukuki olarak zaten “umut” yasası kapsamında ele alınmaktadır. Bu söz kamuoyuna da açıklanmıştı. Bunu dahi bu kadar zamana yaymaları işin içinde çözüm değil de başka bir hesap peşinde olduğunu göstermektedir.
İktidarın tüm bu yaklaşımlarına karşılık, büyük acılar yaşayan, birden fazla kızını, oğlunu, kardeşini veya bir yakınını şehit veren, hala gözaltında kaybedilen kayıplarını arayan Kürtler, Önder Apo’nun çağrısını desteklemektedir. Ancak Kürt halkı 12. Kongresi’nde PKK’nin kendisini feshetmesi ve silahlı mücadele stratejisine son vermesi gibi tarihi adımlar karşısında, iktidardan Önder Apo’nun özgürlüğü başta olmak üzere ciddi adımlar atılmasını politik talepler olarak öne sürmektedir.
Bu politik talepler sadece Kürtlerden değil, aynı zamanda dünyanın birçok filozof, aydın, hukukçu, gazeteci, sanatçı, siyasi kişilik tarafından da dile getirilmektedir. Zaten birçok insan sokak röportajlarında Önder Apo’nun özgürlüğü başta olmak üzere, halk olmaktan kaynaklanan temel haklarının anayasal ve yasal güvenceye kavuşmasını istemektedir.
Demokratikleşmekten kastedilen budur. Bu bir halkın tartışılamaz en doğal haklarıdır.
Ancak bugüne kadar AKP ve MHP yöneticileri hala “Kürtlerin de Türkler kadar siyasi, hukuki, dil-kültürel vb. hakları vardır ve tanınmalıdır” şeklinde bir cümle telafuz etmemişlerdir. Yatıp kalkıp “Terörsüz Türkiye” demekten öte henüz ezberlerinin dışına çıkan bir ifadeye rastlanmamıştır. Bilmemezlikten veya unuttuklarından değil, henüz içlerinde böylesine netleşmiş bir zihniyet oluşturamamışlardır. Elbetteki zihniyet bir isteğin, samimiyetin ve ısrarın ifadesi olabilir. Aksi taktirde öylesine “laf olsun diye” ağızlardan dökülmez. Zihniyet oluşmamışsa bir et parçası dil, ne söyleyebilir ki?
Bu halk, bir bekler, iki bekler, üçüncü de harekete geçerse ne olur? O zaman hükümet “teröristler yine süreci sabote ettiler” mi diyecek? Deseler dahi hiçbir inandırıcılıkları olabilir mi?
Bir de askeri cepheden bakalım. Sömürgeci Türk ordusu, gerilla karşısında başarılı olmamış, özünde yenik olan komutanlar fırsat bu fırsat diyerek gerillaya saldırı üstüne saldırı, yapmaktadırlar. Keşif uçakları yirmi dört saat gerilla alanları üzerinde dolaşmaktadır. Peki bir günde, bir grup gerillanın tepesi atarsa, o da eline geçirdiği ilk fırsatta, politikadan, ahlaktan barıştan, eşitlikten ve askeri kanunlardan hiçbir şey anlamayan Türk ordusuna sarsıcı bir darbe vurur ve cenazeler yan yana dizilirse, o zaman “PKK kendini fesh etmedi, bakın askerlerimizi vuruyorlar, samimi değiller, süreci sabote ediyorlar” diyecekler. Belki de her türlü hakareti, küfürü peşpeşe dizeceklerdir. Hele sözümona muhalifler adeta zil çalıp oynayacaklar.
Bunun sonucunda ne olur? Çatışmalar yeniden şiddetlenir ve yayılır! Bunu tahmin etmek o kadar da güç değildir. Kürt halkı zaten bugüne kadar, hep işgal-istila ve soykırım saldırıları altında yaşamış. Evet, bundan Kürt halkı da zarar görecektir. Ama politik olarak kaybedeceği fazla birşeyi yoktur. Bölge ve dünya halklarının nezdinde meşru mücadelesi ve haklılığı daha fazla perçinlenecektir.
Sonuçta, sadece hükümet değil, muhalefet de, Kürt halkı nezdinde zaten olmayan güven kredileri, belki de sonsuza değin bir daha oluşturulamayacaktır. Kapanması zor bir yara açılır halklar arasında. Bunun sorumlusunun da AKP hükümeti ve bu tek taraflı dayatmalar karşısında sessiz kalanların olacağı açıktır. AKP hükümeti Önder Apo’nun attığı tarihi adımlar karşısında, adım atmada bahane aramaya devam ederse böyle bir sondan yakasını kurtaramayacaktır.
Türk basınının önemli bir kesimi zaten zehirli bir dil kullanmaya devam etmektedir. Bu beklenen bir husus. Bir şey demeyi dahi gerektirmeyecek kadar ahlak, kültür ve insani özelliklerden nasipsiz olduklarını bir kez daha teyit etmiş oluyorlar.
Bunları şunun için yazma gereğini duyduk. Faşist Şef’in birinci derecede yardımcısı Efkan Ala, DEM heyeti ile yaptığı görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, “Süreç öngörüldüğü gibi gidiyor, süreçte duraksama, aksama yoktur” demektedir. Bu nasıl bir açıklama? Demek oluyor ki, bu süreçte Türk ordusunun bombardımanları sonucu hayatını kaybeden beş Kürt gencinin katledilmesini normal görmektedir. Bu zihniyet hala Kürt’ün katlini normal görmeye devam eden bir zihniyettir.
Peki sömürgeci Türk devleti bunları bilmeyerek mi yapıyor? Hayır! “PKK nasıl olsa kendisini fesh etti, gerilla ateşkeste… Bu kadar yıl hep örgütlülüğe ve savaşa göre şekillenmiş bir yapı, eğer örgütlülükten kopar, savaştan uzaklaşırsa ya parçalanır, dağılır, ya da çürür, çözülür” iddiasındadır. Onun için zamana oynamaktadır.
Oysa Önder Apo tarihi bir adımla AKP başta olmak üzere tüm sömürgeci güçleri, çözümden kaçamayacakları bir konuma çekmiştir. PKK kendini fesh etmiş, gerilla silahlı mücadeleyi durdurmuş… Bunu Kongre kararıyla yapmıştır. O halde Türk devleti sorunun çözümü için acaba daha nelerin olmasını beklemektedir!
İster Kürdistan’da, ister Türkiye metropollerinde, ister Avrupa’da, nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar öncelikle birliklerini geliştirmeli, demokratik toplum inşasına yönelmeli, Türk devlet gerçeğini görerek bu gerçeği değiştirmek için, demokratik siyasi mücadelelerini örgütlü ve planlı bir biçimde geliştirmelidirler.
Nasıl ki, "bal, bal" demekle ağız tatlanmıyorsa, "barış" diye diye de barış gelmez. Hele Türk devlet sınırları içinde hiç gelmez. Onun için, gerçek barış ve halkların kardeşliğini, demokratik özgür Kürdistan, demokratik Türkiye’nin yolu mücadeleden geçer.
Geçerli formülasyon ise şudur: Ne kadar birlik, ne kadar örgütlülük, ne kadar direniş o kadar barış! Ötesi, kendini aldatmaktır!