Deprem ve akbabaların hücumu

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • İktidara çökmüş çete, Van ve sonra Elazığ depreminde yardımları tekeline aldı. Halkın cebinden çıkan paraları, ceplerinden çıkmış lütuf gibi gösterdiler. Bununla oy devşirmeye çalıştılar.Hırsız, hırsızlığını yapacak elbette. Bakalım akbabalar, bu felaketten neler devşirecekler. İzleyip göreceğiz...

Kudumsuz bir sabah. Güneş sis perdesinin ardında kayıp. Şehir, karanlık içinde kayıp...

Böyle havalarda, ruhum hüzne, kedere esir olur. Sıkıntı sarıp kuşatır beni.

İçimdeki hüznü bastırıp dağıtmanın çaresi olarak, bir pipo doldurma isteği uyandı içimde. Vanilyalı tütünün kokusu da pek hoştur.

Eski pipolarımın bir kısmı orada, kitaplıkta duruyor. Birini almak için güdüsel olarak elim uzandı. Ama ateşe değmiş gibi geri çektim. Tütünden ayrılma hasretini, yıllar önce içime gömmüştüm. Dokunmamalıydım.

Elimde kahve kupası çalışma masasına oturdum. Güne başlamak üzere ekranı açtım. Ve "Merkez üssü Maraş’ın Pazarcık ilçesi 7,4 büyüklüğünde deprem” başlığıyla karşılaştım.

O an, beynimde bir uyuşma hissettim. Ruhumda uyuşukluk, kalbimde sızı. Bağışlayın beni. Pazarcık ismi, benim için ürkünç.

Genceciktim. "Dünyayı kısa zamanda değiştirebileceğine inanan kuşaktan” biriydim. Bülent Ecevit, o sıralar popüler solda, en öndeydi. "Bana sosyalist derseniz kıvanç duyarım” diyor ve "ne ezen ne de ezilen, demokratik bir düzen” haykırışlarıyla, insan nehirleri önünde iktidara yürüyordu. Sevinç gözyaşları arasında iktidar koltuğuna oturmuştu. Yıl 1978...

İçinde var olduğu Kemalist tılsımla bir süre sonra başkalaşıp özüne döneceği ve düzen bekçisi kesilebileceği kimin aklına gelebilirdi ki...

Çünkü, silahlı bekçileri (Günün MHP ve AKP’si) tarafından taşlanan, yol boylarında kurşunlanan büyük yenilikçiydi. Bu nedenle, gölgesi bile heyecan vericiydi.

Bendeniz, büyük değişim ve dönüşüme katkı sunduğunu sanan genç insanlardan biri ve çiçeği burnunda bir gazeteciydim. Başlatılacak "devrim" rüzgarları içinde coşkuluydum. Genelde emekli kalemlerin sıralandığı Anadolu Ajansı kuruculardan Falih Rıfkı Atay’ın hissesini temsilen  yönetim kurulu üyesi ve genel yayın yönetmeniydim.

Sabaha karşı telefonla uyandırıldım. MHP görüntülü derin katiller ağı, Maraş’ta evleri, iş yerlerini işaretleyip din, bayrak, vatan ve Türklük adına katliamdaydı. Saldırı merkezlerinden biri de Pazarcık. (Barbarların insana yaşattıkları acılar nedeniyle Pazarcık adı, o günden beri beni hep ürpertir)

Çalışanların uyandırılmasını söyledikten sonra gün ağarmadan ajanstaydım. Gazetecilik becerisine inandığımız için, kadroya aldıklarımızdan İbrahim Hitay ilk gelenlerdendi.

"Bir foto muhabiri al ve Maraş’a git" dedim.

O sıra Ermenileri, Rumları kıran, sonra Kürt kırımına geçen katil ruh Maraş’ta iş başındaydı. Oralar, insanlığın can pazarıydı. Türk-İslam faşizmi, postal vuruşlarıyla bebek başlarını eziyor, ihtiyar kadınları balta darbeleriyle parçalıyorlardı. Bu vahşetin bir başlangıç yani prova olduğunu ve Kurdistan’ın sırasını beklediğini nereden bilebilirdik ki!..

Pazarcık da en büyük kaybı veren merkezlerden biriydi.  O nedenle, deprem merkezi olduğu haberi, bana, barbarların 1978’deki hücumunu hatırlattı.

O zaman katledilen, yurtsuz bırakılanların çocukları, torunları depremle ölüyor, karda, dondurucu soğukta üşüyor, açlık çekiyorlardı...

Deprem yıkımı büyük. Pazarcıktan, Kurdistan’ın öteki "el"lerine uzuyor. Amed’den Malatyaya, Adıyaman, Urfa ve Antep’ten yıkım manzaraları, enkaz altından insan feryatları...

Hayat devam ediyor, ama yıkıntıların altından gelen  sevilen, sevgililerin sedaları, sessiz varlıkları dayanılır gibi değil.

Kendi adıma, acıları paylaşmada, gözyaşı akıtmanın ötesinde, ne yapabilirim ki?

Günün ilerleyen saatlerinde gerçek de aydınlanıyor. Deprem 7,7 boyutunda. Ölü sayısı her an artıyor.

Tehditte, öldürme, işkence ve hukuksuzlukta önde olan çete devleti, ilerleyen saatlerde hala enkaz başlarında yoktu. İnsanlar aç, barınaksızdı. Soğukta yarı çıplak titreşiyorlardı. Ama çete rejiminin medyasında, "devletimiz seferber olmuştur" nutukları...

Hasar baş edilemez derecede büyük olmalı ki, ırkçı dünyadan yardım isteniyordu. Oysa, Van depreminde sonra bile, "kimsenin yardımına ihtiyacımız yok" diye babalanmışlardı. Gölcük Yalova depreminden sonra, Yunanistan’dan yaralılar için gelen kanı, ‘Türk’ün soylu kanını bozar’ diye geri çevirmişti, ırkçı rejim.

Öte yandan ölüm ve yıkım, "ulu ruh" için beslenmek, güç bulmaktı. Yaşam biçimiydi. Bu hayatın temeli de soykırımlardı.  Soyları tüketilenlerin malı, mülkü, zenginliğine, kısacası ülkelerine çökme, talan, çalma ve hırsızlık var olmanın başlangıcıydı. Bu yoldan yurt edinildi. Yani "çökme" akbabalaşmaydı, bu.

Gölcük, Yalova depremi dayanılmaz acılar getirdi. Onların acısı, akbabalaşmışlar için "çökme" şenliğiydi. Ölü soyucular, hırsızlar, talancılar yıkıntılara üşüşmek üzere, dört yandan minibüs dolusu geldiler.  İş üstünde yakalandıklarında, "milliyetçi ruhla yardıma geldik, ver elini öpim abi" diyorlardı.

İktidara çökmüş çete, Van, sonra Elazığ depreminde yardımları tekeline aldı. Sonra, gelen yardım mallarını çarşı, pazarda gördük. "Evinizi yapacağız" diyerek, taşeron olarak kullandıkları müteahhitleri iş başı ettirdiler. Kazançlar elde ettiler.

Halkın cebinden çıkan (vergiler) paraları, ceplerinden çıkmış lütuf gibi gösterdiler. Bununla oy devşirmeye çalıştılar.

Hırsız, hırsızlığını yapacak elbette. Bakalım akbabalar, bu felaketten neler devşirecekler. İzleyip göreceğiz...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.