Kürtler yenilmedi, Kürtleri yenemeyecekler!

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Türk rejimi Ortadoğu’da, IŞİD denilen uluslararası İslamcı teröristlerle işgal, can alma ve talanda suç ortağıydı. Kürtler ise bu ortaklığı Kobanî’de yenmiş, genel bozguna uğratmıştı. Ve bu nedenle dava, bu yönüyle intikam davasıydı. Ve IŞİD’in intikamını aldılar. İşin özü ve asıl mesele bu.

“Devlette devamlılık esastır” hükmü, Türk devletinin amentüsüdür. Korku salma (terör) ise “devletin devamlılığında” vazgeçilmez unsurdur. Bu unsurun en önemli enstrümanı da yargı, yani adli mekanizmadır.

Kürtler sözkonusu ise eğer, yargı keskin kılıçtır. Osmanlı Paşası Mustafa Kemal, daha kendini Türklerin yaratıcısı, yani atası ilan etmeden bu, böyledir.

Kürtlerin hayatında, en dehşet verici yargısal tiyatro, 1926 yılında Şeyh Said ve 46’ları, idama gönderen, “Ata”nın emir ve komutasındaki istiklal Mahkemesi’nde yaşandı. Avukat yok, savunmaya gerek yoktu. Mahkeme başkanı, bugünkü gibi gizli değil, yüzü peçesiz tanığın (Kasım Ataç) “bu vardı” dediği kişiler için, anında “idam” hükmünü veriyor, tokmağıyla masayı gümbürdetiyordu.

Yıllar sonra, Selahattin Demirtaş ve 107 arkadaşı hakkındaki tek suçlama, söylediklerinden ibaretti. Oysa biz, kazanç karşılığında davasından pişman olup, eski arkadaşlarını satıp ihanet ederek, peçeli (gizli) tanık kesilen, onurdan çıplakları iyi biliyoruz. Bunlardan kimileri, utançtan da değil, güven içinde yaşamak için, yüzlerini değiştirdiler. Kimileri ülkeyi terketti.

Kobanî davası denilen Demirtaş ve 107 arkadaşının davasında, “pişman olarak” Ayhan Bilgen diye biri vardı. Kürtlerin sırtında kazançlar deren ve yüksek maaşla tekaütlük hakkını elde eden.

Bir de ne olduğu belirsiz, yüzü yerine geçmişine tükürerek dön babam dönekleşmekten başı dönmüş, çıkarı bozulmasın diye, kendi pisliği yedirilerek öldürülen babasına bile sahip çıkamayan Altan Tan vardı. Bu iki pişmandan hangisi, yalancılık ve iftira üzere “peçeli” tanıktı bilmiyoruz. Ama, hizmetlerinin karşılığı olarak beraat ederek, Sincan mahkemesinden çıktılar.

Öze gelirsek, Sincan mahkemesi denilen vak’a, bir mafya, çark-ı düzeneği olan rejimde Şeyh Said ve Seid Rıza’nın yargı tiyatrosunun bir versiyonuydu. Diktatörün, “maksat mahkeme desinler” amaçlı, düzmece tiyatrosuydu. Personeli Saray’dan tayin edilmiş...

Anayasa hükümlerini tanımadığını açıklayan adamın baş savcı olduğu rejimde, Sincan mahkemesi, istiklal ve Çağlayangil tiyatrosundan farklı olarak, avukata yer vermişti. Savunma hakkı kısıtlıydı. Tanık dinleme zaman israfı, suçsuzluk kanıtı gereksizdi.

Öte yandan, Türk rejimi Ortadoğu’da, IŞİD denilen uluslararası İslamcı teröristlerle işgal, can alma ve talanda suç ortağıydı. Kürtler ise bu ortaklığı Kobanî’de yenmiş, genel bozguna uğratmıştı. Demirtaş ve arkadaşları ise İslamcı terörün Kobanî kuşatmasına karşı çıkmış, halkı Türk desteğini protestoya çağırmıştı.

Ve bu nedenle dava, bu yönüyle intikam davasıydı. Ve IŞİD’in intikamını aldılar. İşin özü ve asıl mesele bu.

Olay Kürtlere düşman muamelesi çekme ve düşman hukuku uygulamaktı. Bu açıktır. Kararı veren ise Saray’dı. Mahkeme başkanı ise açıklayan spikerdi. Ve, mahkeme başkanı eline verilen metni okurken, bir çelişkiye rastlamış olacak ki, dünya yargı tarihinde benzeri görülmemiş bir çıkışla “yoruldum” diyerek kalkıp gidiyor, uzun bir aradan sonra dönüp metni okumaya devam ediyordu.

42 yıllık hapis cezasına çarptırılan Selahattin Demirtaş, olacakları tahmin ettiği için, önceden eşi, ailesi ve kızları ile halkına, “vasiyetimdir” diyerek, “kararın govend ve zılgıtlarla karşılanması”nı istemiş, “çünkü taviz verip onursuzca yaşamaktansa, ölmeyi tercih ederiz” demişti.

Karar önceden, gerekli yerlere bildirildiği için, mahkeme çevresi ve içinde olağanüstü polisiye önlemler alınmış, zırhlı araç yığınağı yapılmış, Van ve Şırnak’da dört gün süreyle gösteri yasağı ilan edilmişti.

Beni bağışlayın. Diktatörün emriyle açılan dava, gerekçesiyle anayasalarını yok edişleri, tutarsızlıkların evreleri ile 108 kişiden kime ne kadar ceza verdiklerini veya kimlerin serbest bırakıldığını sıralamaya yerim yok. Ama davanın özü, önderleri cezalandırarak, Kürtleri korkutup yılgınlığa sürüklemektir. Ama bu, imkansızdır. Bu ilk terör dalgası değildir. Şeyh Said, Seid Rıza’nın idamı, Rusya (Stalin rejimi) ve İran’ın desteğiyle Ağrı Dağı’na bayrak dikmeleri, Zilan, Dersim soykırımları, onların diliyle Kürtlerin özgürlük savaşımının bitişiydi. Ancak, vandallıkları ve cehaletlerinin kurbanı oldular, her defasında. Çünkü, özgürlük tutkunluğu yenilgisizdir. Bunların dünyadan haberi yok, ama özgürlük ruhunun yenildiği görülmemiştir.  Eğer Kürtler yenilseydi, sandıklara 6 milyon oy akmazdı.

Ve üstelik dipten, yeni bir dalga geliyor. Özgürlük tutkunu, onurlu bir hayatı üstün tutan, gerisi için “çi dibe bila bibe” diyen ve kararlı.

Demem o ki, bir Selahattin esir alınır, ama sayısız öfkeli Selo geliyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.