Dersim’den Denizlere...

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Onlar korkusuzdular. Yağmur damlası kadar lekesiz, ölümüne dürüsttüler. Davasının adanmışı Kürt gibi ölümle alay eden, birer düellocuydu onlar. Ama karşısındakiler pusucu...

 

Türk devleti, kan üstünde kuruldu. Kendileri gibi olmayan, tüm yerli halkları vurdular. Kılıçtan kurtulanları ata ocağından sürerek, yerine “ithal ve devşirme Türkler”i yerleştirdiler.

Çok ölü soydular, hırsızlık yaptılar. Bununla zengin olmaya çalıştılar.

Sonra Kürdistan’a dadandılar. Tüm bölgeleri, köşe-bucak yakıp yıktılar. Geliyê Zîlan’ı insan cesetleriyle doldurup kandan nehirler akıttılar. Sonra sıra, ‘son düşman kalesi’ Dersim’in fethine geldi.

 Atatürk’ün “buyurması” ile ‘çıban başı’nın koparılması için, ‘Dersim’in kalkındırılması için alt yapı’ adıyla savaş yolları, kışlalar inşa ettiler. Yıllar süren hazırlıkların ardından Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi tarihine göre, 21 Mart 1937 sabahı, Seid Rıza’nın Ağdat köyündeki evini, uçaklarla bombalayıp, “kan hasadı”na geçtiler.

Dersimliler şaşkındı. Ne yapacaklarını da bilmiyorlardı. Dost bildikleri, kapılarında birer katil adayı idi.

Oluşum ve gelişim tarihleri yalan, zuhur edip geldikleri coğrafya ile öz kimlikleri, soylarının seceresi tümden yalan, kutlayıp kutsadıkları zaferler ise hayali olanlar. Dersim için de bir yalan uydurdular. Tarihe, ‘İsyan vardı, bastırmaya gittik’ notunu düştüler. (“Kürt İsyanları” adındaki kitabım, bir yanıyla da yalanın belgesidir.)

Oysa Dersim, katillerin resmi geçidiydi. İnsan kanı ile banyo, Atatürk’ün Ermeni soyundan kızı Sabiha Gökçen (Hatun Sebilciyan) için öldürme eğlencesi, hırsızlar ve ölü soyucuların şenlik alanıydı.

Öbür yanda Kürdistan tarihinde, 1925’ten itibaren ivmelenen ve ayağa düşen ihanetler galerisiydi Dersim.  

Gazeteci Doğan Kılıç’a göre, 1925’in lideri Şeyh Said’in oğlu ve cephe komutanı Şeyh Ali Rıza’nın başkaldırısı diğer şeyh ve kimi ağaların ihanet edip karşı safta yer alması sonucu yenilgiye uğradı. (O gün, Kürtleri sırtından hançerleyen ağa ve şeyhlerin oğul ile torunları, daha sonra şu ya da bu şekilde rejime stepne, payanda oldular. Rejim muhafızlığını geçim yolu yaptılar.)

Dersim’de de soykırıma direnenler sırtlarından vuruldular. Kimileri kelle avcısı olarak direnişçilerin ardına düştü. Kelle avcısı kesildi. Rayber adında biri öz amcası Seid Rıza’nın izini sürüyor, Alişer ve eşi Zarife’nin katilleri “kirve ziyareti” kisvesiyle onlara sokuluyorlardı.

Dünyada annesinin tecavüzcüsü, babasının katili hizmetine giren azdır. Ama Kürtler de istisnalardan bir istisnadır.

Dersim’de zaiyat, büyük can kaybı ile ailesi ve yakınlarını kaybetmeyen kalmadı. Ama aynı zamanda burada yakılan Kemalist ateş zaman içinde gürleşti. Namlı Kemalistler yetişti. Alt görevler bir yana, milletvekili ve belediye başkanı olarak da rejime bekçilik ettiler.

4 Mayıs, Dersim’de ikinci büyük vuruşun başlangıç tarihiydi. Kılıçdaroğlu’nun aşiretinden, kaç kişi hayatta kalabildi bimiyorum. Ama, barbarların hücumunda katledilenlerin tümünü saygı ile anıyorum.

 

DENİZLER...

Bugün, Denizlerin (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan) idam ile katledilmesinin 50’inci yılı.

Osmanlı’dan itibaren, düellonun hiç uğramadığı, pusuculuğun yaşama biçimi olduğu bir diyarda onlar, adanmış birer şövalye, hak arayışında düellocuydular.

Çakıp sönen bir kuşaktı bu. Ben “tıfıl” bir gazeteci. Onlar eylemci, arkadaşlarımdı. Polis takibindeki Yusuf Aslan ve Mustafa Taylan Özgür ile Amasya’nın Taşova ilçesine bağlı bir köyde, sırt sırta uyuyarak sabahladık. Onlar, Amerikan elçisi Komer’in arabasını yakmaktan aranıyorlardı. Sonra birlikte Ankara’ya döndük. Onlar ertesi gün, arkalarında görülmemiş bir öğrenci kalabalığı ile gidip savcılığa teslim oldular. Deniz ile, dışardayken, onunla konuşan son gazetecilerden biriydim.  Sinan Cemgil’le tartışandık.

Onlar korkusuzdular. Yağmur damlası kadar lekesiz, ölümüne dürüsttüler. Davasının adanmışı Kürt gibi ölümle alay eden, birer düellocuydu onlar. Ama karşısındakiler pusucu...

Atatürk çıkışlıydılar. Atatürk’e bağlılık yürüyüşünden geliyor, Demirel’in budamak için takla tazelediği Anayasa’yı savunuyorlardı. Ama Anayasa’yı çiğnemekten asıldılar, bu yalancı dünyada...

Onları, “Darağacı” adındaki kitabımda (Genişletilmiş şekli ile Üç Asılmışın Hikayesi) anlattım.

Ama gerçeği söylemek gerek: Aradıkları halk desteğini bulamadılar. Siyasette, CHP lideri İsmet İnönü ve yanında duranlarla, TİP’in eski lideri Mehmet Ali Aybar, eski öğrenci liderinden bağımsız Milletvekili Celal Kargılı’dan başka arkalarında duran yoktu.

Halk çoğunluğu, onların asılmasını, ülkenin kurtuluşu davasına dönüştüren Süleyman Demirel ile öteki faşistlerin çizgisindeydi.

Bence, Deniz hakkında verilen ölüm kararından çok, Sivas’ın Gemerek ilçesinde, halkın tutumu konusunda yaşadıklarından üzüntü çekti. Mart ortaları, bahar ağzıydı. Havada sulu sepken. Sürülmüş tarlalar, yapışkan çamur havuzu. Deniz’in uğrunda canını ortaya koyduğu köylüler, elde av tüfekleri, balta, nacak, askerlerin safında, o çamurda, canını almak üzere peşindeydi. Deniz, onların eline geçmemek için, çamurla savaştı. Çok yoruldu, çok terledi...

Bir başka hikaye: Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi, arkadaşı Sinan Cemgil, bu ihaneti başka türlü yaşadı. Sinan, dönemin en etkin öğrenci liderlerinden biriydi. Çok iyi yetişmiş ve üstün yetenekliydi. Yaşasaydı, bir ay sonra mimar olacaktı. Ama o, halk davacısı olarak dağdaydı. Köylülerin ihbarı üzerine, Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi Nurhak dağında, arkadaşları Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga ile birlikte askerlerce vuruldu. (Gariptir, onu vuran komutan Atatürkçüydü. Albaylıktan emekli olunca, Cumhuriyet gazetesinde askeri danışman olarak çalışmaya başladı)

Babası Adnan Cemgil, cenazesini almak için, toplanan köylüleri yargılayıp mahkum edercesine şöyle diyordu:

“Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri üstün zekalı, birer güzel insandı. Düzenin adamı olsalardı şimdi burada yatmazlardı. Onlar halkı, sizleri sevdiler. Size yalan söylüyorlar. Onlar eşkıya değildi.”

Sinan, ailenin tek çocuğu idi. Annesi Nazife Cemgil de oradaydı. İhanetçilerin yüzüne tükürürcesine, son cümlesinde şöyle diyordu: “Onlar, sizin için öldüler!..”

Son bir örnek: Osman Kavala, varlıklı bir aileden geliyordu. Varlıklı ve entelektüel...

Ama bu varlığı Türk halkının çıkarları için kullanıyordu. Kişisel çıkarı için değil. Hırsıza, soyguncu ve katile karşıydı. İslamo faşist rejimce yakalandı. Ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığı gün, dostlarından başka kimse yoktu yanında.

Kürt halkı burada da ayrılıyor onlardan. Kendisi için yola çıkanları asla yalnız bırakmadı. Dün öyleydi bu halk, bugün yine böyle. İslamo faşizm bu yüzden onlara saldırıyor...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.