Devlet denetiminde ölüm hattı

  • Her yıl binlerce sığınmacı ve göçmenin geçtiği Van hattı, Türk devlet güçleri ile ortak çalışan insan tacirlerinin, en rahat çalıştığı hat. ‘Yakalanma’ durumunda ekonomik kayıpları olmadığı gibi organize, komplike ve kapsamlı bir suç olmasına rağmen ‘bireysel suç’ kategorisinde kısa sürede işlerinin başına dönüyorlar.

MIHEME PORGEBOL / VAN

Son yıllarda sıklıkla gündeme gelen Türkiye-İran hattındaki mülteci hareketliliği ve yaşanan trajik olaylar kamuoyunun dikkatinin buraya çevrilmesine neden oldu. Coğrafi koşullar sebebiyle bu hareketliliğin merkezine oturan Van, hem mülteciler için hem de bu konuyla ilgilenenler için kilit önemde. Van, İran ile en uzun sınır hattına sahip kent olması nedeniyle önemli bir konuma sahip. Çoğunlukla İran, Afganistan, Pakistan ve Bangladeş’ten gelen sığınmacıların on yıllardır Türkiye’ye girişte en sık kullandıkları rota Van’dan geçiyor. Özellikle sınır ilçeleri Başkale, Çaldıran ve Özalp sığınmacıların geçiş yaptığı temel giriş noktaları olarak biliniyor.

Sığınmacılar içinde bulundukları dini, siyasi, etnik ve sosyal konumlarından ötürü baskı gördükleri, hapsedildikleri, işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları, hatta çoğu zaman ölüm cezaları ile karşı karşıya kaldıkları için yaşadıkları ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Ülkelerini terk eden binlerce insan için Türkiye transit bir konumda. Van ise en kolay geçişin sağlanabileceği bir pozisyonda bulunuyor. Bu nedenle Van’da her sene ciddi bir insan trafiği gerçekleşiyor.

Tek yetkili Göç İdaresi

Van’da Ekim 2018’e dek İl Göç İdaresi Müdürlüğü ile birlikte BM Mülteci Yüksek Komiserliği de uluslararası koruma başvurularını almaktaydı. Bu sayede uluslararası koruma isteyen bir sığınmacı, İl Göç İdaresi Müdürlüğü’ne veya BM ofisine başvurabilmekteydi. BM ofisi sığınmacıların başvurularını ivedi bir şekilde neticelendirebiliyor, bu şekilde de sığınmacılar uluslararası koruma statüsünü kazanabiliyordu. Ancak BM, Ekim 2018’de buradaki ofisini “İl Göç İdaresi’nin bu işi tek başına yürütebilecek yeterliliğe geldiği” iddiasıyla kapattı. Bu tarihten itibaren İl Göç İdaresi tek yetkili başvuru merkezi haline geldi.

Statü beklerken yıllar geçiyor

Van’daki sığınmacı trafiği ve devletin bu konudaki yaklaşımlarına dair görüşlerine başvurduğumuz Van Barosu Göç ve İltica Komisyonu Üyesi Avukat Jindar Uçar, BM ofisinin kapatılması ve tek yetkili merciinin İl Göç İdaresi Müdürlüğü olmasının çok ciddi sorunları beraberinde getirdiğini belirterek, “Göç idaresinin yıllara yayılan başvuru süreçleri sebebiyle sığınmacılar arafta bir statüye sahip. Mevcut bir başvuruları var, ancak uluslararası koruma statüsüne yıllarca kavuşamıyorlar. Bu durum sığınmacıları Van’da sığınma prosedürlerine başvurmaktansa BM ofisinin olduğu Batı illerine gitmeye ya da Türkiye’yi transit geçerek Avrupa ülkelerine gitmeye itiyor” dedi.

Hapishanelerin de gerisinde

Yakalanan sığınmacıların sınır dışı edilmek amacıyla tutulduğu koşullara da işaret eden Uçar, şunları paylaştı: “Sığınmacılar ülkeye giriş yaptıktan sonra olası bir kontrol noktasında yakalanınca sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezlerine götürülüyor. Sığınma prosedürlerine erişimleri olmadan aylarca bu merkezlerde tutulan sığınmacılar, yasal hakları konusunda da yeteri kadar bilgilendirilmiyor. Şehir merkezlerinden izole olarak inşa edilen geri gönderme merkezleri, iletişim, kültür ve sosyal aktivitelerin kısıtlı olması yönüyle hapishane şartlarının gerisinde kalıyor. Sığınmacılar açısından avukata ve hukuki desteğe ulaşmak oldukça zor.”

15 yıldır kullanılan ölüm rotası

Sığınmacıların, 2018 sonbaharından itibaren yoğun bir şekilde Van’dan Batı illerine insan kaçakçıları tarafından taşınırken trafik kazalarında hayatını kaybettiğini anımsatan Uçar, şöyle devam etti: “16 kişilik araçlara 70-80 sığınmacı sıkıştırılarak yapılan ölüm yolculuğunun çok hazin sonuçları ortaya çıkıyor. Neredeyse her ay sığınmacıların yaşadığı kaza haberleri gündeme geliyor. Karayolunda kontrol noktalarının varlığı kaçakçıları son zamanlarda alternatif bir yol olan Van Gölü’ne sevk etti. Balıkçılık ve turizmde kullanılan tekneler onlarca sığınmacının ölümüne yol açıyor. En son 25 Aralık 2019’da Van Gölü’nün Adilcevaz ilçesi kıyısında alabora olan teknede 7 sığınmacı hayatını kaybetmiş, birçoğu yaralanmıştı. Çok değil, 6 ay sonra 27 Haziran 2020 gecesi Van Gölü Çarpanak Adası açıklarında batan tekneden 61 sığınmacının cenazesi çıkarıldı. Özellikle civardaki balıkçı köylerindeki yurttaşlar Van Gölü rotasının yaklaşık 15 yıldır kullanıldığını, ancak son dönemde en yoğun hat haline geldiğini söylüyor.”

Politik nedenlerden dolayı ülkelerini terk eden sığınmacılarla beraber sosyal ve ekonomik sebeplerden ülkelerinde yaşama imkanları zorlaşan ve bu yüzden de göç etmek zorunda kalan göçmenlerin de durumuna işaret eden Uçar, “Sığınmacılarla birlikte birçok göçmen de sınırı aşarak Van’a, Van’dan da Türkiye’nin Batı illerine geçiyor. Özellikle İstanbul’da bulunan merdiven altı atölyelerde sigortasız ve karın tokluğuna çalıştırılan göçmenler, sermayenin emek sömürüsünde yeni hedefi haline gelmiş durumda” diyerek göçmenlerin içinde bulunduğu zor durumun istismar edildiğini söyledi.

Yargı, kaçakçıları cesaretlendiriyor

Bu kadar geçişin olduğu bir hattın elbette ki çok stratejik bir hat olduğunu vurgulayan Uçar, “Her yıl binlerce sığınmacı ve göçmenin geçtiği bir hat kaçakçıların temel finans kaynağı. Eskiden çay, mazot, sigara, hatta uyuşturucu kaçakçılığı yapan birçok kişi artık göçmen kaçakçılığı yapıyor. Göçmen kaçakçılığı dosyalarında bu husus açıkça görülmekte. Yakalanma durumunda ekonomik kaybın olmaması suçu cazip hale getiriyor” dedi. “Göçmen kaçakçılığının rağbet görmesinin bir diğer nedeni de yargının cezasızlık politikası” diyen Uçar, şöyle konuştu: “Göçmen kaçakçılığı suçunda hapis cezası diğer kaçakçılık türlerine göre daha düşük. Yargı, bu işin örgütlü işlenmediği düşüncesiyle cezalarda arttırım nedeni olan örgütlülük halini uygulamıyor ve suç bireysel işlenmişçesine hüküm kuruluyor. Göçmen kaçakçılığı organizasyonu bir veya birkaç kişinin altından kalkamayacağı kadar organize, komplike ve kapsamlı bir suç. Öte yandan çok kısa tutukluluk sürecinin akabinde serbest kalan şüpheliler söz konusu organizasyon kapsamında çalışmaya devam edebiliyor. Nisan 2020’de çıkarılan infaz düzenlemesi ile olası hapis cezaları da işlevsiz hale gelmiş durumda.”

Kaçakçılar askerlerle ortak çalışıyor

“Sınır hattındaki kalekollara, insansız hava araçlarına, SİHA’lara ve devriye araçlarına rağmen kafileler halinde nasıl geçilebiliyor?” diye soran Uçar, kendi sorusunu “İşte asıl sorun burada. Burada bazı askeri yetkililerin göçmen kaçakçıları ile ortak çalıştığına dair ciddi belgeler de var. Meslektaşlarımız tarafından takip edilen davalarda göçmen kaçakçıları ile bazı askeri yetkililer arasındaki telefon görüşmeleri dosyaya girmişti. Tape içeriklerinden bazı göçmen kaçakçılarının faaliyetlerinin söz konusu askeri yetkililerin bilgisi dahilinde gerçekleştiği anlaşılıyor” diye yanıtladı. Uçar, “Olayın bu boyutlara gelmesi her alanda olduğu gibi bu alanda da bir denetimin olmamasıyla ilgili. Mevcut durumdaki sınır hattı aynı zamanda gerek yerel halk gerekse kolberler için de ölüm demek. Kimse orada ne yaşandığını bilmiyor, görmüyor” dedi.

Kolluk cezasızlığa sığınıyor

Çoğu durumda basının bölgeye giriş yapamadığını kaydeden Av. Uçar, “Baromuz İnsan Hakları Komisyonu ile Göç ve İltica Komisyonu ortaya koyduğu raporlamalarla konuyu kamuoyunun gündemine taşımak istiyor. Özellikle 2020 yılında onlarca hak ihlali haberi geldi. Bunların arasında askerler tarafından çobanların işkenceye maruz bırakılması, yakalanan kolberlerin işkenceye maruz bırakılması ve öldürülmesi haberleri sıkça basında yer edindi. Devlet gücüne dayanan kolluk cezasızlık zırhına sığınarak pervasızca hareket ediyor. Bu konuda hak ihlallerine maruz kalan Türkiye vatandaşları aileleri ile birlikte avukatlar aracılığıyla hak mücadelesi sürdürülebilirken İran vatandaşı olan kolberlere ilişkin ise daha zor bir durum söz konusu oluyor” şeklinde konuştu.

Sınır hattına örülen duvar

‘Güvenlik’ adı altında sınır hattına örülen duvarlara da dikkat çeken Uçar, şunları ekledi: “Bir süredir İran sınırı boyunca güvenlik duvarı olarak adlandırılan beton bloklar inşa edilmekte. Güvenlik gerekçesiyle yapıldığı iddia edilse de temel amacın sığınmacı ve göçmen geçişini engellemek olduğu tartışmasız. Bu durumun esasen insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere de aykırı olduğu düşüncesindeyiz. Zira Türkiye’nin de taraf olduğu Cenevre Sözleşmesi geri gönderme yasağı ilkesini düzenlemiştir. Buna göre her ne suretle olursa olsun ülkesini terk eden ve ülkesine geri gönderilmesi halinde dini, siyasi, etnik ve sosyal konumlarından ötürü baskı görme, hapsedilme, işkence ve kötü muameleye maruz kalma, öldürülme ihtimali olan bir sığınmacının geri gönderilmesini yasaklamakta. Ancak somut durumda sığınmacının sığınma başvurusunda bulunabilmesi bir yana ülkeye girişine dahi engellenmektedir. Ülkesinde kaçak durumda olan ve bu şekilde yasal olmayan yollarla çıkış yapmak zorunda kalan birine tek seçenek olarak yasal yollardan ülkeye girişi dayatmak izahı zor bir durumdur. Bir yandan Yunanistan’ın sığınmacıları geri itme politikasını eleştirenler öte yandan sığınmacıları duvarın diğer tarafında ölüme terk ediyor.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.