Diktatör seçimi

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Şimdi seçim havaları esiyor ortalıkta. Diktatörlüğün peşine takılmış "cici muhalefet", dünyadan ve tabii ki diktatörlüklerin kalpazanlığından habersiz olarak, yaptırdıkları anketlere bakarak "iktidar" rüyası görüyorlar.

Türk diktatörlüğünün, 1950 yılında yapılan seçimle "ilga"sı, (son bulması) göreceli, başka bir deyişle, "sözde" idi. Çünkü, "demokrasi için seçim", diktatörlüğün yürürlükteki yasaları ile yapıldı. Sonrasında ise yazılı olmayan diktatörlük yasalarıyla icraate başlandı. Parlamentoda eller, eski bir çeteci olan Celal Bayar ve Adnan Menderes ikilisinin istekleri doğrultusunda kalkıp indi. "Bağımsız yargı"yı ve "herkesin güvencesi polisi" onların iradesi düzenledi. Bu, dikta rejimiydi.

Sonraki çark, onları açtığı yolda ilerledi. Süleyman Demirel, 30 yıl boyunca parlamento kararlarının mutlak egemeni, idare, yargı, polisiye güçlerin de tek efendisi olarak iş gördü. Yani, Türk tipi demokrasi, diktatör seçimidir...

Kürtler, umutla girdikleri her seçimden sonra, yeni gelenden sadece yıkım ve kötülük gördüler. "Atatürk ilke ve inkılapları" doğrultusunda,  birey olmayı suç saydılar. Kürt oldukları için, yollar, sokaklar boyunca dayaktan geçirildiler. Köy meydanlarında, yerlerde çıplak süründürüldüler. Hayvan gübresi yedirildi onlara. Dilleri, kimlikleri, kültürleri, kısacası "var olmaları", sürüyü suya indirme makamında ıslık çalmaları yasaktı.

Bugün olduğu gibi, insanlar idam edilmek üzere, uydurma gerekçelerle  toplu tutuklanıyorlardı. (Bugün idam cezası yok, IŞİD gibi çekip vurma, yükseklerden atma, hapishanede çürütme var.)

Bu uygulamaların hiçbirinin yasalarda, Türk hukuk sisteminde yeri, karşılığı yoktu. Ama, yeni gelenler kaldıkları yerden diktatörlük buyurganlığıyla devamını getiriyordu.

Darbe dönemlerinde Kürt aydın ve üniversite öğrencileri insan pisliği çukuruna yatırılıyor, pislik, ölü fare yediriliyor, köpeğe selama durduruluyorlardı.  

Ve günün diktatörleri, daha düne kadar bu uygulamaların sokaktaki sopası, katliamlarda kullanılan cellatlarıydı. Sonra, gücün sahibi olmaya aday oldular. Bunların, bir hamalın oğlu olan başı, "dinimiz barış dinidir" diyor, üstüne ek olarak "ileri demokrasi" vaddediyor, sonra parmağındaki evlilik yüzüğünü havada ışıldatarak, "bilinki, bundan fazlasına sahip olan hırsızdır" diye naralanıyordu.

Kürtlerin önemli bir oranı inanıp, güvendiler. Oylarıyla onu, iktidara taşıdılar. Ama bu masalın balonu, 17 Aralık 2013 sabahı patladığında, artık çok geçti. Recep Erdoğan’ın evinin bir odası, para kasasıydı.  

Yani "çanak-çömlek" patlamış, yüzük efsanesi suya düşüp kağıt misali erimiş, delik ayakkabı ile gelen Recep, dolar milyoneri çıkmıştı. "Dürüstlük" rolü yapması, demokrat görünmesine artık gerek ve imkan yoktu.

Emrindeki polis, rüşvet alanlar arasında adı geçen Bilal’in peşine düşünce, ertesi gün O’nu yanına alıp "gücünüz varsa gelin ve alın" kabadayılanmasıyla, Tarabya sırtlarında fotoğraf çektirdi. Bilal’in peşine düşen polisler tutuklandı. Rüşvetçiler, hırsızlar salındı. Recep Erdoğan, bir süre sonra kimsenin görmediği bir diploma ile Cumhurbaşkanı ve tek adam oldu. Yasa, Anayasayı hatırlatanlara, "bana uydurun" diyerek, yasa tanımayan profili ile yoluna devam etti.

"Muhalefet" denilen iktidar dışı partileri de, diktatörlüğün parlamento desteği görevini üstlendi. O arada "Türklerin beka meselesi" diyerek topyekun Kürtlere, üç ayrı cephede savaş açarak, Türk ırkçılarının sevdiği kan, ölüm, yıkım ve ganimet şenliğini başlattı.

Plastik terlikle gelenler, artık Saraylı. Artık çalmıyorlar. İstedikleri kadar alıyor ya da üstlerine geçiriyorlar. Kalabalıklar halinde, saraylarda tıka basa yiyip üstüne "traliçe" tadıyor,  köleci çağda olduğu gibi yiyip içtiklerinin ve saraylarının masraflarını halk ödüyor...

Şimdi seçim havaları esiyor ortalıkta. Diktatörlüğün peşine takılmış "cici muhalefet", dünyadan ve tabii ki diktatörlüklerin kalpazanlığından habersiz olarak, yaptırdıkları anketlere bakarak "iktidar" rüyası görüyorlar.

Oysa, Filipinlerin diktatörü 30 yıl boyunca, yapılan bütün seçimlerin tartışmasız galibi oldu. Latin Amerikan diktatörlerinin hiçbiri, nefes alan ölü haline gelene dek, seçim kaybetmedi. Saddam Hüseyin hep, yüzde 90’lık oy oranıyla seçildi. Atatürk rakipsizdi. Menderes, süngü dürtüklemesi olmasaydı, koltuğunda huzur içinde ruhunu teslim edecekti. Demirel, iki kez namlu ucuyla devrildi ve sonra geri aldı saltanat koltuğunu...

Kürtlerin deyimiyle, "bu pexas"lara gelince: Onların önünde, daha yenecek meyveler ve yaşanacak cennet günler var. Türk halkı, onları eski çağların sultanı gibi yaşatmak için çalışıyor. Yedikleri ejder meyvesi, içtikleri beyaz Çin çayının parasını da onlar ödüyorlar. Oysa, korku imparatorluğunun sultanları, henüz Marmaris’teki yazlık, Ahlat’taki kışlık sarayın tadını bile çıkarmadılar. Bursla okuyan, ama şimdi birer dolar milyarderi olan mahdumlar Bilal ve Burak‘ın servetleri, kuvvetlice güvence altına alınmayı bekliyor. Küçük damada (Selçuk Bayraktar), silah ve Drone satacak yeni savaş alanları gerek.

Gerçi Türk devletinin tarihi, suçlar bütünü ve hiçbir suçlu sorgulanmamıştır. Tansu Çiller en başta olmak üzere, hiçbir hırsıza da hesap sorulmamıştır.

Ama bu yerleşmiş geleneğe rağmen, diktatörlüğün bu konularda tedbir için de olsa iktidarı elden bırakmaya niyetli olmadığı gerçektir. Yani, nüfusa oranla, dünyanın en büyük polis gücünü beslemesi boşuna değildir. MİT’in bir muhafız aygıtına dönüştürülmesi, ordunun AKP muhafız aygıtı haline getirilmesi yok yere değildir. Adliyenin kulağı, zate alo sesine ayarlı.

Bunca yoksulluk varken personeli bal, börekle beslenen bu aygıtlar, saltanatın selameti için gerektiği gibi kullanılacaktır. Pazar yeri artıklarını yiyerek gelen diktatör, henüz "traliçe" yemeye doymadı ve onu yiyerek ölmeye razı görünüyor...

Seçim ve sandıklar ile oy pusulasının muhafızı da diktatörlüğün kendileridir, zaten.  Ortalık liste ayarlama uzmanlarıyla doludur.

Ayrıca, son seçim kampanyasında, dost ve düşman gördü ki, Suruç ve Ankara Gar Katliamı’nın, "sebebi yok" ama, "IŞİD yaptı" oldu. Ankara’da Genelkurmay yakınındaki ile otobüs durağındaki patlama PKK’ye mal edildi. Beşiktaş’taki patlama da...

Ama sonuca bakın ki, seçimin galibi AKP idi.

Cici muhalefet, rüyasında "lak" görmüş gibi yalanıyor, lakin hiçbir şey sanıldığı gibi  olmayabilir. Çünkü, diktatörün kaybetme ihtimali halinde, nerede ve ne gibi katliamların meydana geleceği, veya birine savaş ilanı, görünmez kaza değildir. Yani bilinmez ki, hayat olasılıklarla dolu...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.