Diktatörlüğün Kazakistan sendromu

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Diktatörlükte her şey yolunda görünürken, ihracatçı ülkede gaz fiyatı birden bire yüzde 50 oranında artırıldı. İşte o an, halk perde gerisindeki iktidar Nazarbayev ailesine isyan etti. İnsanlar sokağa çıktı. Polis ve asker müdahalesiyle kanlı boğuşma başladı. En az 164 kişi öldü. Ata’nın heykeli devrilip çiğnendi. İsyan, Rusya’nın öncülüğündeki gücün müdahalesiyle bastırıldı. Fakat, Kazakistan’da yangın çıkınca, ateşi Türk diktatörlüğüne düştü. Diktatör Recep, gece mezarlık önünden geçerken yüksek sesle 'kilam’ söylemeye başlayan korkak gibi, durup dururken Türk muhalefetini tehdit etmeye başladı: 'Sokağa çıkarsanız, gittiğiniz yere kadar kovalarız!..'

Yüz ölçümü ile dünyanın en büyük coğrafi parçası olan Kazakistan, Sovyetler Birliğinin (Rusya) kabuğu altındaki ülkelerden biriydi.

Sovyet kabuğu 1991 yılında çatladığında, Nur Sultan Nazarbayev, "kavi bir Komünist" olarak, Moskova’da merkez komitesi üyesi, Kazakistan’da da Komünist Parti Genel Sekreteriydi.

Ama su başlarındaki tüm Rus Komünistleri gibi, o da dağılmanın sabahı, ensesine odun darbesi inmiş gibi, aniden uyanıp dünya değiştiriyor, bir kapitalist olarak ülkesine el koyuyordu.

Sonra "eşit ahbaplar" tarafından devlet başkanlığına seçiliyor ve 30 seneye yakın zaman boyunca, bir daha yerinden kalkmamak üzere Kazakistan’ın üstüne oturuyordu.

Bir zamanlar Rusya’nın tahıl ambarı olan ülke, ayrıca dünya petrol ve gaz rezervi listesinde başlarda, paha biçilmez uranyum yatakları ve elmas, altın, krom, asbest, kömür zenginiydi.

Bu zenginlikler tek tek satılıyor, ülkeye dolar akıyor ama alttaki halk köle misali nasip ve hep aç kalıyordu. Açlar orada, burada nasibini arıyor, kızları da ülkelerinin dışında tuvalet temizliyor, vurguncu AKP’lilerin evlerinde hizmetçilik yapıyor, kimileri de "metres" duruyordu.

Bu sırada Nur Sultan Nazarbayev, ülkede mutlak otorite, Recep Erdoğan gibi seçilmiş "tek adam" (diktatör)dı. Resmen "ömür boyu" lider ve üstüne üstlük 'milletin atası’ydı. Heykeli de orta yerde dikiliydi.

Erdoğan’ın kızları ve oğulları başkasının sadakasıyla (burs) okumuş, sonra babalarının hükümranlığıyla birden bire servete kavuşmuşlardı.

"Ata" (Baba) karısı zenginlik içinde yüzüyor, dolarla oynuyordu. Kızları, damatları da öyle. Aptalın zenginleşince zekası da keskinleşiyordu sanki! Baba, birden bire çok zekileşip her şeyi gören, anlayan eşi, kızları damatlarıyla, akraba ve "sadakati kavi" adamlarıyla, tıpkı erdoğan gibi, ülkeyi zorbaca zapt u rapt altına alıyordu.

Aile bireyleri ülke yönetimindeki iş ve işlevlerinin yanında, servetlerini artırmakla meşguldü. Büyük kızı servetine ek olarak, devlet yönetiminde senatördü. Ama talihsizlik bu ya, genç yaşta dul kalmıştı.

Bir söylentiye göre, kocası Erdoğan’ın damadı Berat gibi "Mafya babasını" andıran babaya ters düşmüş ama Berat gibi şansı yaver yürümemiş; bir kazaya, bir başka söylentiye göre de Saddam’ın damatlarının kaderine uğramıştı.

Her sonradan görme gibi, Atanın kızları da, "dışarı" havasını seviyor ve öteki aile bireyleriyle birlikte "dünya güzeli" yerlerde durmadan üstlerine emlak tapuluyorlardı.

Şimdilerde ortaya dökülen bilgilere göre aile, çoğu Amerika, Britanya ve İsviçre‘de olmak üzere, toplam 785 milyon dolar değerinde toprak ve bina cinsinden emlak sahibiydi.

Ata’nın kardeşi Bolat Nazarbayev, servetinin merkezini Moskovaya taşıyarak, güvenceye almıştı.

Ata, hırsızlık ve yolsuzlukları uç verip homurtuların baş göstermesi üzerine, iki yıl önce kendini ve süper zengin ailesini korumaya alacak şekilde, 'Güvenlik Komitesi Başkanlığı’nı üstlenip, yerine Kasım Cömert Tokayev’i "emanetçi" bırakıp kenara çekilmişti. Ama ipler elindeydi. En önemli şehir Astana’nın adı, bu süreçte Nur Sultan olarak değişti.

Diktatörlükte her şey yolunda görünürken, ihracatçı ülkede gaz fiyatı birden bire yüzde 50 oranında artırıldı. İşte o an, halk perde gerisindeki iktidar Nazarbayev ailesine isyan etti. İnsanlar sokağa çıktı. Polis ve asker müdahalesiyle kanlı boğuşma başladı. En az 164 kişi öldü. Ata’nın heykeli devrilip çiğnendi. İsyan, Rusya’nın öncülüğündeki gücün müdahalesiyle bastırıldı.

Fakat, Kazakistan’da yangın çıkınca, ateşi Türk diktatörlüğüne düştü. Diktatör Recep, gece mezarlık önünden geçerken yüksek sesle 'kilam’ söylemeye başlayan korkak gibi, durup dururken Türk muhalefetini tehdit etmeye başladı: 'Sokağa çıkarsanız, gittiğiniz yere kadar kovalarız!..'

CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu, uslu ve itaatkar memur edasıyla "sokağa çıkmayacağız, kimse bizi çıkaramaz" diyerek güvence verince, Erdoğan’ın ateşi düştü.

Erdoğan’ın, Türk halkıyla kesintisiz kan ve ölümün diliyle diyalog kuran hortlak edalı ortağı ikna olmamıştı. "Türkiyeden bir Kazakistan mı çıkarmak istiyorsunuz?" narasıyla, ölüm tehditleri savurmaya başladı.

O arada bütün diktatörlüklerin değişmez baş yazarı Mehmet Barlas, oturup hortlağı ikna edici cümlesini yazdı; "Türkiye Kazakistandan farklı, benzeri olmaz" dedi.

Diktatörlüklerin kalem muhafızı, doğruyu söylüyordu. Bu iklim ve topraklar farklıydı. Hiçbir zaman zalime başkaldırı olmamış ve olamazdı. Tersine, burası halklaşmamış bir biat toplumuydu. Her gelen diktatöre tapınılan...

Tapınır gibi peşinden gidip oğlunu kurban etmek isteyenlerin lideri ipe çekildiği, hapse atıldığı zamanlar hep kör, sağır ve dilsiz kaldılar. Ve yerine gelen diktatörü, "çok yaşa" diye kutsadılar. Her yer ve taşın altında Komünist arayarak ülkeyi iç savaşa sürükleyen, hırsızlık ve yolsuzlukları ayuka çıkan, bugün yaşanan Faşizmin "pepırık taşlarını" döşeyen Demirel’e başkaldıran Deniz Gezmiş’i, Gemerek ovasında avlamaya çıkanlardır bunlar.

Milliyetçi Cephe ile dincisi, ırkçısıyla tüm Faşistleri bir araya toplayarak, 6 bin kişinin ölümüne mal olana çatışmaları körükleyen Demirel’e "baba" diye koşan ve  onu 40 yıl boyunca söz ve karar sahibi kılan bir kalabalık...

Sıram sıram darağaçları dizen General Kenan Evren’in mitinglerine koşmak için birbirini ezenlerin diyarıdır burası. Kaşıklarındaki çorbayı çalan Tansu Çiller’i "sarışın güzel ana", Recep Erdoğan’ı da 'dindar' gibi yücelterek peşine takılan kabalıklardır bunlar.

İnsanca çarpan yürekleri ve düşünen beyinleri ayırarak söyleyelim; dincisi, ırkçısı, solcusu, kapitalistiyle bunlar, henüz insani değerlerden uzaktır. Kana, kanlıya tapınanlardır. Kürdistan’da ki tetikçiler, katliamcı yangın kibritçileri başka diyardan gelmedi. Bunlardandı.

Oysa Fransız halkı, Albert Camus ve Jean Paul Sartre gibi yazarların çağrısına uyup sokağa çıkarak Cezayir, Amerikalılar Vietnam, Ruslar da Çeçenistan savaşına karşı başkaldırdılar.

Ama biz, Kürtler kırılırken, Kürdistan ateş altında ve yurtsuz, evsiz orta yerde kalan çocuklar ağlarken, bir avuç "insan"ın dışında, kılını kıpırdatan kimseyi görmedik. Tersine, Kürtler bazı Türk ellerinde, paraları karşılığında ekmek alamadılar. Onları dövdüler, linç ettiler. Mezarlıkta, ölülerine yer vermediler. Yurtsuz ve işsiz kalmışları kasabalarına sokmadılar. Pontusluların ülkesi Karadeniz’de, Kürtlere karşı polisten duvar ördüler.

Demek istiyorum ki, zulme tapınanların iktidar olduğu bir yerde, bir Kazakistan çıkmaz. Mutluluğu zulüm yapmada arayan Zulümkar Recep ile hortlak suratlı ortağı boşuna kaygılanıyorlar...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.