Dolandırıcılık olgusu olarak cumhuriyet ve demokrasi

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Cumhuriyet’in, “demokratik“ aşaması ise tam bir dolandırıcılık dolambacına dönüştü. Hak, hukuk, adalet diye diye, bu kavramları arayıp araştıran yazarlarlar kan davalı oldu. Onları içeride çürütüp kan kusturdu. Kaçmaya çalışanın kafasını odunla ezdiler...

Türklerin bir devletin, devletin de “Cumhuriyet gibi bir şeyi“ olmuş, hey dostlar!.. Tam yüz yıldır kutsaya, tapına bir türlü tadına doyamıyorlar...

Oysa bu yaşadıkları, gelişi ve işleyişiyle gerçek değil, Roma tipi cumhuriyetin gölgesi bile değildi. Oysa yer yüzü medeniyetinin yaratıcısı halklar, Antik Roma Cumhuriyeti’nden daha ileri bir toplumsal hayata erişmek üzere, başlattıkları mücadelede kanlarını akıtıp canlarını feda ederek, “hak, hukuk, adalet, özgürlük ve eşitlik üzere“ bir Cumhuriyet düzenine erişmişlerdi.

Artık o zorba, bu Tiran’ın sultası, kutsal diktatörler yok, özgür insanlar vardı. Bu, insanın eriştiği en üst düzeyde, özgür hayattı. Geride yatan kanlı bedenler karşılığında, elde edilen bu hayatı meydanlarda dans ederek kutlamak bir haktı. Ve insanlar yüz yıldır, bu hakkı kutluyorlar...

Dünyanın tersine giden Türkler de kendi Cumhuriyetlerini kutluyorlardı. Ama efendilerini eğlendiren köleler gibi, süslenip seçilmişleri eğlendirerek kutluyorlardı. Müslüman şarkılarını dinleyip kendinden geçerek nazik ve hazik bedenlerini jiletleyenler gibi “kurucu baba“nın hatırasını ah vah göz yaşı dökerek...

Halbuki ortada kutlanacak bir şeycik yoktu. Cumhuriyet kan, ter ve gözyaşı dökülerek kazanılmamıştı. Ata tarafından gökten indiriliverilmişti. Kendisi de, ilk çağların yarı ilah kralları gibi dokunulmaz ve dahi “kutsanmış“ sayılmıştı. O gün bugündür herkes eşit, ama Türk’ün seçilmiş veya “zorti darbeci“  tüm diktatörleri, beş kere eşit ve de kutsaldır.

Çünküleyin, geçerli olan yasa ve anayasalar da değildir. Gerçek hayatta geçerli olan çetecilikten kalma emir ve komutadır. Buna göre diktatörün gölgesine basmak da değil, “vay be, bütün bu sen misin köftehor“ demek de suçtur. Suçun cezası da mahpusluktur.

Mesela, yaşadığımız günlerde, “Ben açım bre hey Erdoğan, ekmeğime ne yaptın“ demek de onun muhterem şahsiyetine hakaret, dolayısıyla Türk’ün adaleti gereği suçtur.  Hapishaneler, ona “ekmek çalan“ demediği halde, bunu aklından geçirdiği gerekçesiyle mahkum edilenlerle doludur.

Bu topraklar Osmanlı’nın haydut sultanlarını da gördü. Onları övmedi diye kimsecik mahkum olmadı. Ama, onları “despot ilan edip“, özgürlük, adalet diye diye mülklerine çökenler, kendilerini övüp biat etmeyenleri cezalandırdı. Sultanlık aranır oldu.

Cumhuriyet’in, “demokratik“ aşaması ise tam bir dolandırıcılık dolambacına dönüştü. Hak, hukuk, adalet diye diye, bu kavramları arayıp araştıran yazarlarlar kan davalı oldu. Onları içeride çürütüp kan kusturdu. Kaçmaya çalışanın kafasını odunla ezdiler...

Aynı düzen, bugün de berdavamdır. Bir anayasa var ama takan, uyup uygulayan yok. Ülkenin tek egemeni Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin kararları için, “yok hükmündedir“ diyebiliyor. Aynı sözü, kararları Türk Anayasası hükümlerinin de üstünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları için de geçerlidir.

Anayasa’ya göre basın ve yayın hayatı hürdür. Asla sansür edilemezdir.

Ama, Anayasa’nın yok hükmünde olduğu bir yerde, özgürlüklere bakan, onları takan kim? Dolandırıcılık bu ya, sansür her yerde, yasaklar rejimin dilidir.

Bugün, çoğunluk Kürt 63 gazeteci ve yazar mahpustur. Bazı gazetecilerin suçu, “kutsal katiller“ ve eserlerinin fotoğrafını çekmekten ibarettir. Evet, hiç bir ilave yapılamayan fotoğraf...

Türk’ün cumhuriyeti, uygulanmayan anayasa gereği ayrıca “demokratik“tir.  Ama uygulama baştan başa antidemokratiktir. “Tek adam“ın ağzından çıkan söz, savcılar için emirdir. İşaret eden kendini hapishanede bulmaktadır.

Kürtler, bir başka diyardan gelen göçmen, zoraki işgalci değiller. Kendine Türk diyenler Balkanlar, Kafkaslar’dan göçüp gelmeden, binlerce yıl öncesinden beri, kendi yurtlarının yerlileriydi. Onlar bu topraklarda oluştular. Burada yaşama biçimlerini kurup kültürleri yarattılar. Ama oradan buradan gelen “çakma Türkler“, onları teslim alıp kendilerine benzetemeyince düşman ilan ettiler.

Selahattin Demirtaş, Kürt bir hukuk adamıdır. Türk cumhuriyeti ve yasalarına uygun olarak kurulup bu çerçevede faaliyet gösteren, ama yüz yıldır köle ötesi yasaklar çemberinde soyları kurutulmak üzere kırılan, talana uğrayan Kürtlerin odaklanıp oy verdiği bir partinin lideridir. Kişiliği, insancıl karekteri ve söylemleriyle, yalnız Kürtlerin değil, sayısız Türk’ün de saygı duyup oy verdiği bir lider.

Ancak, kitleleri ırkçılıkla afyonlayıp köle sadakatıyla kendine bağlayan ve onların sırtında kendine sultani bir hayat inşa eden hırsızlar, soyguncular, ganimet avcısı katil cihatçılar ondan rahatsız. O ve Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayla Akat, Figen Yüksekdağ gibi yürekli kadınların başta olmak üzere çalışma arkadaşları, öbür yanda yalancılar, dolandırıcılar cumhuriyetininin bir başka kulvarında insanlık arayan Osman Kavala, 7 yıldan beri birilerinin özel kininin kurbanı olarak mahpus...

Söylenmesi gereken çok sözüm var. Ama yerim doldu. Demem o ki, çakma kişliliklerin Cumhuriyet ve demokrasisi de çakma. İnsanlığın can ve kan bedeli ile kazandığı bu değerleri, kimisi dolandırıcılık aleti olarak kullandılar, kullanmaya devam ediyorlar...

Aslında bu iki kavram da, bu topraklara hiç uğramadı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.