Donmuş teoriler ve kaynayan toprak

Forum Haberleri —

dogmatizm

dogmatizm

  • Egemen ulus solcusu, sömürgeci geçmişle hesaplaşmak bir yana, onun zihniyet kalıplarını (öğretmenlik, öncülük, teorik üstünlük iddiası) sosyalist retoriğin içinde yeniden üretiyor.

NİMET SEVİM

Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı'nda okunan Önder Abdullah Öcalan’ın mesajı, Türkiye solunun belirli kesimlerinde köklü bir rahatsızlığı ve teorik bir krizi suyun yüzeyine çıkardı. Bu tepki, mesajın içeriğinin ötesinde, Kürt Özgürlük Hareketi'nin 'Sosyalizmin yeniden inşası' gibi merkezi bir meseleye, kendi somut tarihsel deneyiminden yola çıkarak müdahil olma iddiasından kaynaklanıyor. Gelen eleştiriler, maalesef sosyalist düşüncenin dogmatik bir kalıba hapsolmuş ve tarihsel öz eleştiriden kaçınan versiyonunun tipik semptomlarını taşıyor; soyut formülcülük, şematik indirgemecilik ve en tehlikelisi de teorinin canlı pratikle diyaloğunu kesen korku.

Bu korkunun nedeni anlaşılabilir. 20.yüzyılın reel sosyalizm deneyimlerinin çöküşü, sadece bir ekonomik-politik modelin değil, aynı zamanda devlet merkezli, katı ve çoğu zaman şiddet içeren bir devrim ve iktidar anlayışının da iflasıydı. Bu çöküş karşısında derin bir teorik öz eleştiri ve yeniden yapılanma gerekiyordu. Ne var ki; bir kesim, bu görevi yerine getirmek yerine, geçmişin 'devrim sermayesi'ni donmuş dogmalar halinde tekrarlayarak, bir tür entelektüel muhafazakârlığa sığındı. Önder Öcalan’ın mesajı, tam da bu rahatlık alanını tehdit ediyor; çünkü sosyalizmin yeniden inşasını, bu dogmaların mezarlığında değil, Kürdistan’ın kanlı canlı, karmaşık ve direnen toprağında arıyor.

Dogmatizmin teorik kökeni

Eleştirilerin temelindeki sorun, Marksizmin diyalektik yönteminin, onu yaratıcı kılan özünden koparılarak, 19. yüzyıl pozitivizminin kalıplarına sıkıştırılmasıdır. Karl Marx, toplumu doğa bilimlerinin kesin yasaları gibi açıklamaya çalışmamıştı. Amacı, toplumsal ilişkilerin tarihsel ve diyalektik hareketini kavramak ve onları praksis (eylemli teori) yoluyla dönüştürmekti. Sonraki yorumlarda, tarih adeta demir yasalara bağlı, kaçınılmaz bir süreç olarak okundu. Macar düşünür György Lukács, 1923’te yazdığı 'Tarih ve Sınıf Bilinci' adlı eserinde bu tehlikenin altını çizmişti: Ortodoks Marksizm, doğa bilimleri metodolojisini topluma mekanik bir şekilde uygulayarak, diyalektiğin can alıcı unsurları olan öznelliği, tarihselliği ve bütünselliği kaybetme riski taşıyordu.(1)

Bugünkü dogmatik eleştiriler, Lukács’ın 100 yıl önce işaret ettiği bu tuzaktan kurtulabilmiş değil. 'Sınıf', 'devrim', 'proletarya diktatörlüğü' gibi kavramlar, içlerine doğdukları tarihsel bağlamdan ve somut toplumsal koşullardan soyutlanarak, ezberlenmiş bir şablon halinde tekrarlanıyor. Kürdistan gibi, feodal-aşiret yapılarının, ulusal baskının, derin bir cinsiyet eşitsizliğinin ve sömürgecilik tarihinin iç içe geçtiği bir coğrafyada, bu şablonların anlamlı bir açıklama gücü yoktur. Marksizm, Lenin’in Rusya’da, Gramsci’nin İtalya’da, Mao’nun Çin’de yaptığı gibi, 'somut durumun somut analizi'ni ister. Kürt Özgürlük Hareketi'nin yaptığı tam da budur: Kendi somut koşullarını analiz ederek, devletli sosyalizm modellerine değil, komünal, konfederal ve doğrudan demokratik bir özgürleşme paradigmasına yönelmek.

Pratik iflasın eleştirisi

Önder Öcalan’ın Sovyetler Birliği deneyimine yönelik eleştirileri 'yeni değil' diye eleştiriliyor. Elbette değil, çünkü bu eleştirilerin kökleri sosyalist geleneğin ta içindedir. Rosa Luxemburg, 1918’de Bolşevik Devrimi'ni överken bile, 'proletarya diktatörlüğü'nün, geniş kitlelerin sınırsız siyasi katılımı ve demokrasi olmadan bir 'terörizm karikatürü'ne dönüşebileceği konusunda erken ve trajik bir uyarı yapmıştı.(2) Milovan Đilas’ın 1957’de kaleme aldığı 'Yeni Sınıf' adlı çalışması ise bu uyarının nasıl gerçeğe dönüştüğünü belgeler: Komünist Parti bürokrasisi, kolektif mülkiyeti kontrol eden ve kendi ayrıcalıklarını devreden yeni bir baskıcı sınıf haline gelmişti.(3)

Öcalan’ın eleştirisi, işte bu Luxemburg ve Đilas geleneğinin, 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde yapılmış bir bilançosudur. Soru basittir: Eğer sosyalizm, üretim araçları üzerinde özel mülkiyeti ortadan kaldırıp devlet mülkiyetini getirmekse, ancak bu devlet yeni ve daha baskıcı bir sınıf doğuruyorsa bu model nerede yanlış yaptı? Dogmatik eleştiri, bu temel soruyu sormaktan ve 'proletarya diktatörlüğü' şemasının neden totaliter bir bürokrasiye evrildiğini açıklamaktan acizdir. Öcalan’ın 'Demokratik Konfederalizm' projesi ise tam da bu açmazdan çıkış için bir öneridir: İktidarı merkezi devlette toplamak yerine, yerel komünler, meclisler ve kooperatiflerden oluşan yatay bir ağ içinde dağıtmak.(4)

Sınıf indirgemeciliğinin kördüğümü

En çarpıcı çelişki, bu çevrelerin Ellen Meiksins Wood’a yaptıkları göndermelerde ortaya çıkıyor. Wood, kapitalizmin farklı coğrafyalarda eşitsiz gelişimini ve sınıf mücadelesinin tek tip olamayacağını vurgulayan önemli bir teorisyendir.(5) Ne ironiktir ki; Öcalan’ın tüm çabası da Kürdistan’ın 'özgül koşulları'nı anlamak ve buradan yola çıkan bir özgürleşme teorisi geliştirmektir. Dogmatik okuma, Wood’u yalnızca kapitalizmin genel analizi için kullanırken, Kürdistan’ın özgüllüğünü (ulusal boyut, feodal kalıntılar, ataerkil yapı) görmezden gelir veya 'sınıf' kategorisine indirgemeye çalışır.

Bu, sosyalist teoride uzun süredir eleştirilen bir indirgemeciliktir. Nancy Fraser’ın 1990’larda formüle ettiği gibi, özgürleşme mücadelesi sadece ekonomik 'yeniden dağıtım'ı değil, aynı zamanda kültürel 'tanınma'yı da gerektirir.(6) Kürdistan’da ulusal kimlik mücadelesi, kadın özgürlük mücadelesi (Jineolojî) ve ekolojik mücadele, sınıf mücadelesinden ayrı veya ona tabi değil, onunla iç içe geçmiş, 'dolanık' haldedir. Doğanın tahribi ile insanın insan üzerindeki tahakkümü, aynı hiyerarşik zihniyetin ürünüdür. Öcalan’ın 'Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Paradigma'sı, işte bu kesişimsel ve bütüncül krizi aşmayı hedefleyen bir teorik çerçeve sunar. Dogmatik eleştiri ise tüm bu karmaşıklığı 'sınıf' şemsiyesi altında eritmeye çalışarak, 21. yüzyılın gerçekliğine teorik olarak yanıt veremiyor.

Post-kolonyal psikotravmanın sol içindeki yansımaları

Dogmatik eleştirilerdeki rahatsızlığın bir boyutu da sosyalist teoriyle örtük bir ırkçılık ve kültürel tahakkümün iç içe geçtiği zor bir meseleye işaret ediyor. Burada, eleştirilerin içeriğinden çok, onları dile getiren konum ve üslupta kendini ele veren bir egemen ulus şovenizmi ve derin bir post-kolonyal psikotravma söz konusudur.

Temel refleks, 'Nasıl olur da bir Kürt önder, sosyalizmin evrensel teorisi hakkında söz söyleme, hatta onu yeniden inşa etme iddiasında bulunur?' tepkisidir. Bu tepki, Batılı/Avrupamerkezci sosyalist geleneğin, 'beyaz/egemen akıl'ın öncüllüğü ve öğretmenliği mitini içselleştirmiş bir zihniyetin ürünüdür. Bu zihniyete göre; teorik üretim ve öncülük, 'merkez'in (Batı veya egemen ulus entelijansiyasının) tekelindedir. 'Çevre'deki hareketlerin rolü, bu teorileri uygulamak veya onlara 'yerel renk' katmaktır; onları kökten sorgulamak ve alternatif sunmak değil. Kürt Özgürlük Hareketi'nin, özellikle Önder Abdullah Öcalan’ın, Marksist teorinin temel kategorilerini (devlet, sınıf, devrim) kendi somut ve halk gerçekliğinden hareketle yeniden düşünmesi, bu hiyerarşik tahayyüle derin bir meydan okumadır. Burada 'anlamazlar, biz anlatırız' patronajıyla örtük bir aşağılama vardır.

Bu tutum, Türkiye sol hareketinin tarihsel bir açmazını yansıtır. 1970’lere dek, Türkiye devrimci hareketi içinde Kürt sosyalistler, sınıf perspektifi ve enternasyonalist söylem öne çıkarılarak, önemli bir teorik-politik öncülük rolü üstlenmişti. PKK’nin, özgürlük mücadelesini açıkça bir ulusal kurtuluş zeminine oturtması ve bunu sosyalist bir projeyle birleştirmesiyle bu dinamik tersine döndü. İlginç ve genellikle görmezden gelinen tarihsel gerçek şudur; PKK, kuruluşundan itibaren Türkiyeli enternasyonalist devrimcilerin de aktif katılımıyla şekillenen bir harekettir. Bu, pratikte son derece değerli bir enternasyonalist dayanışma örneğidir. Ne var ki; bu katılım, bilinçaltında, Hareket'in 'sahiplenilmesi' veya 'denetlenmesi' gereken bir unsur olarak kodlandığında, sağlıklı bir dayanışma ilişkisinden bir tür kimlik inkârına dönüşebilir. 'Biz' (Türkiyeli devrimciler) 'onların' (Kürtlerin) mücadelesinin bir parçasıyız demek yerine, 'onlar' aslında 'bizim' evrensel mücadelemizin bir parçasıdır demeye, yani Kürt kimliğini ve özgüllüğünü teorik olarak eritmeye yatkın bir tavır ortaya çıkabilir.

İşte günümüzdeki içeriksiz ve şoven tonda eleştirilerin kökeni, bu çözülmemiş gerilimdedir. Bu, basit bir polemik değil, post-kolonyal bir travmanın sol içindeki tezahürüdür. Egemen ulus solcusu, sömürgeci geçmişle hesaplaşmak bir yana, onun zihniyet kalıplarını (öğretmenlik, öncülük, teorik üstünlük iddiası) sosyalist retoriğin içinde yeniden üretiyor. Kürdistan’daki komün pratiğine, kadın özgürlükçü paradigmaya veya demokratik konfederalizm deneyimine dair somut bir analiz getirememelerinin nedeni, bu pratiklerin kendi dogmatik şablonlarına uymaması değil, daha derinde, bu pratiklerin özne olan Kürt halkının kendi aklı ve iradesiyle üretilmiş olmasıdır. Kabullenilmek istenmeyen şey, artık 'öğrenci' konumunda görülenin, 'öğretmen' haline gelmiş olmasıdır.

Gerçek enternasyonalizm ve sosyalist yeniden inşa, ancak bu şoven ve patronajcı zihniyet kalıntılarından arınıp, farklı halkların ve toplumsal mücadelelerin eşit özneler olarak teorik ve pratik katkılarını tanıdığında mümkün olacaktır. Kürt Özgürlük Hareketi'nin sunduğu, sadece bir siyasi model değil, bu zehirli mirası aşmaya dair bir imkandır da.

Somut olanın felsefesi ve sosyalizmin geleceği

Bu tartışma, sosyalizmin geleceği üzerine iki farklı yaklaşım arasındaki çatışmadır. Bir yanda, tarihsel başarısızlıklarla yüzleşmekten kaçınan, teorisini donmuş formüllere hapseden ve somut pratikten kopuk bir dogmatizm duruyor. Diğer yanda ise bu başarısızlıklardan ders çıkaran, teorisini somut bir halk mücadelesinin toprağında yeniden üreten ve özgürlüğü devlet iktidarında değil, komünal öz-örgütlenmede arayan yaratıcı bir arayış var.

Kürt Özgürlük Hareketi'nin Rojava’daki komün deneyimleri, kadın özgürlük vurgusu ve demokratik özerklik arayışları, soyut teorik tartışmalar değil, yaşamın içinden çıkan ve yaşamı dönüştürmeyi hedefleyen somut pratiklerdir. Eleştiriler, eğer samimi ise bu pratiklerin detaylı bir analizini, zaaflarını ve başarılarını tartışmayı gerektirir. 'Yeniden inşa'dan korkmak, aslında sosyalizmin canlı, nefes alan, hata yapabilen ve dönüşen bir pratik olarak yeniden doğmasından korkmaktır. Oysa gerçek sosyalizm, ancak bu korkunun üzerine gidilerek, dogmaların değil, somut insanlık halinin ve onun özgürleşme ihtiyacının felsefesi olarak inşa edilebilir.  

Kaynakça:

1. Lukács, György. (2011). Tarih ve Sınıf Bilinci. (Y. Salman, Çev.). İstanbul: Yordam Kitap. (Orijinal çalışma 1923).

2. Luxemburg, Rosa. (2019). Rus Devrimi Üzerine. (Y. Fincancı, Çev.). İstanbul: Yazılama Yayınevi. (Orijinal metin 1918).

3. Đilas, Milovan. (2016). Yeni Sınıf: Komünist Sistemin Tahlili. (H. Kaya, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları. (Orijinal çalışma 1957).

4. Öcalan, Abdullah. (2015). Demokratik Uygarlık Çözümü Cilt 1-5. (Çeviri Heyeti). Neuss: Mezopotamya Yayınları.

5. Wood, Ellen Meiksins. (2012). Kapitalizmin Kökeni: Geniş Bir Bakış. (O. Akınhay, Çev.). İstanbul: Yordam Kitap.

6. Fraser, Nancy & Honneth, Axel. (2018). Tanınma mı, Yeniden Dağıtım mı?. (E. Gen, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları. (Orijinal çalışma 2003).

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.