Dört duvarın bir hükmü kalmadı

Dosya Haberleri —

Cezaevi/foto kaynak: Pixebay

Cezaevi/foto kaynak: Pixebay

Ömrünün 30 yılını Türk cezaevlerinde geçiren Güneş Arduç (71), zindanlardaki kadın özgürlük mücadelesini Yeni Özgür Politika için yazdı.

  • Zindanlardaki kadın örgütlülüğü de, 40 yılı bulan kadın mücadelesi içinde gelişip, zenginleşti. Nasıl ki, Mazlumlarla-Dörtlerle başlayan zindan direnişi bugüne dek sürdüyse; 80’lerde Amed zindanında en çirkin eril şiddete direnerek başlayıp-büyüyen kadın zindan direnişi de, her tür teslim alma politikalarına direnerek, bugünlere evrildi.

GÜNEŞ ARDUÇ

Şiddet tekeli, erkek egemen ideolojinin yaratımı olduğu gibi, toplumları şiddetle korkutarak, bastırıp-sindirerek yönetmek de aynı ideolojinin pratik yansımalarıdır. O şatafatlı sarayların her birinde, yerin yedi kat derinliklerinde, insanların zincire vurulduğu, boğdurulduğu, yıllarca güneş yüzü görmeden hapsedildiği, katledildiği zindanlar, sistemin “olmazsa olmaz”ıydı. Tabii, çağlar değişip toplumların hak alma mücadelesi ve bilinci geliştikçe, kimi kaba yöntemlerden vazgeçilip, onların yerine daha “inceltilmiş” yöntemler ikame edilse de mantık ve amaç değişmedi. Sistemin norm ve kurallarına uymayan birey ve gruplar, bunun bedelini işkence edilerek, hapsedilerek öderken, toplumlara da “sisteme karşı gelirseniz, başınıza bunlar gelir” denilerek gözdağı verilmek isteniyordu. Dönemden döneme, ülkeden ülkeye kimi nüanslar olsa da, belirttiğimiz gibi temel amaç bireyi ve toplumu cezalandırma, korkutma, sindirme oldu. Çünkü egemen sistemler, korku toplumlarının en kolay yönetilen toplumlar olduğunu, binyıllara varan tecrübe ve birikimlerinden biliyorlar.

Burada bir virgül koyup, “yaşlı-tecrübeli erkek” tarafından ilk kapatılanın kadınlar olduğunu belirtmek gerekiyor. Eril zihin, kendi sisteminin inşası için tehlike olarak gördüğü kadınları eve, mutfağa, hareme kapattıkça, bunun kendisine nasıl bir “getiri” sağladığını gördü ve giderek bu tecrübesini tüm toplum üzerinde yayarak zenginleştirdi. Erkek egemen zihniyet, kadınların toplumları değiştirebilme gücünden hep korktu ve bu güce karşı denilebilir ki her tür önlemi aldı. Daha kapitalist sistemin yeni gelişme süreçleri olan 15. ve 16. yüzyıllarda, kadınların kilisenin emriyle “cadı” diye yakıldıklarını biliyoruz.

Tabii ki tarihsel diyalektik, salt erkek zihninin yaratımlarıyla yürümez. Onun da kendi işleyiş ve kuralları vardır. Bu diyalektik akışın bir yanında, hegemon sistemlerin baskı-zor yöntemleri varsa, öte yanında sistem karşıtı güçlerin, kadınların özgürlük arayışı, hakikat arayışı hiç bitmedi ve bir nehir gibi akıp-geldi. Toplumsal mücadele, kadın mücadelesi, yüzyıllara yayılan ve kazanımları büyük olan bir mücadele. Son 300 yılda ise, bu mücadele örgütlü bir yapıya büründü ve daha görünür hale geldi. Bu anlamda, kadın mücadelesinin tarihsel ve evrensel bir öz’e sahip olduğundan söz edebiliriz. Bu tarihsel-evrensel öz içinde, kadın mücadelesinin ortak eylemsellik günü olarak 8 Mart’lar yaratıldığı gibi; yine bu tarihsel ve evrensel öz içinde Kürt Halk Önderi’nin ve Kürt Kadın Hareketi’nin, Ortadoğu kadınının büyük çaba, emek ve fedakarlıklarıyla, “Jin-Jiyan-Azadî” devrimine kadar gelindi.

Zindanlarda boy veren devrimci hareket

İç içe geçen bu akışta, toplumların özgürlük arayışı ve sistem karşıtı mücadele büyüyüp zenginleştikçe, hegemonik yapıların korkuları da büyüdü. Cezalandırma, korkutup-sindirme yöntemleri, deyim yerindeyse, modern çağa uygun tarzda çeşitlendirildi. Bu konuda, TC’nin, özellikle de 12 Eylül süreci ve sonrasında iktidara gelen faşist yönetimlerin, dünya ülkeleri arasında ilk sıralarda yer aldığını biliyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun zindancı geleneği zengindir. 12 Eylül ve sonrasında birbirini takip eden faşist yönetimler de “Osmanlı’nın torunu” olmanın hakkını vermek istercesine, zindancılık geleneğini sürdürmekte adeta birbirleriyle yarıştılar. Özellikle de son 20 yıllık süreçte AKP iktidarı, cezalandırmaya doyamayan ruh haliyle, Kurdistan ve Türkiye’nin neredeyse her köyüne hapishane inşa ederek, tüm bir coğrafyayı zindanlar diyarına çevirdi.

Yaygın kullanılan deyimle, toplumun üzerinden buldozer gibi geçen 12 Eylül rejimi, açtığı cezaevlerini birer işkencehaneye dönüştürerek, bu coğrafyada devrimci mücadelenin başkaldırıların sonunu getirebileceklerini sandı. Ancak, hiç hesap etmedikleri ve dar ufuklarıyla, kısıtlı zihin yapılarıyla hesap edemeyecekleri bir şey oldu; Kurdistan coğrafyasında bir halk hareketi doğdu. Hem de işkence ve zulmün en vahşi türleri denenerek, insan onurunun, bir halkın-bir toplumun onurunun ayaklar altına alınmak istendiği Amed zindanında, bu halk hareketinin ilk kıvılcımı yakıldı. Sonrasında ise bu kıvılcım, halk tarafından, yeni gelen nesiller tarafından ve tabii ki kadınlar tarafından, en güçlü biçimde sahiplenildi.

Devrimin öncüsü kadınlar

Kadın kırımı ile toplum kırımı birbirine paralel ve içiçe gelişen olgular olduğu gibi, toplumsal mücadele ile kadın mücadelesinin, toplumsal devrim ile kadın devriminin paralel ve içiçe yürüyen gerçeklikler olduğunu da, bu zorlu mücadele sürecinde gördük, öğrendik.

Nasıl ki, üzerine ölü toprağı serpilmiş bir halk, Önderi Apo’nun ve Kurdistan gerillasının, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncülüğünde küllerinden kendini yeniden yarattıysa; Kürt kadını da ataerkil geleneklerin en köklü olduğu koşullarda kökleriyle yeniden buluşarak kendini vadetmeyi, kendini oluşturmayı, irade olmayı, bu mücadele içinde öğrendi. Kadının katılımını stratejik ele alan Önder Apo’nun perspektifleri ışığında, özgün örgütlenmesini, ordusunu oluşturan Kürt kadını, kısa zamanda devrimin öncülüğünü, toplumsal inşanın öncülüğünü yapabilecek güç ve yeteneğini geliştirdi. Bugün ise artık, evrensel boyutta tüm halkların kadın hareketleri tarafından örnek alınan, tüm dünyadaki kız kardeşleriyle, yoldaşlarıyla buluşarak, Kadın Enternasyonaline doğru evrilen bir Hareket’ten söz edebiliyoruz.

Fedaice şehit düştüler

Elbette bu günlere kolay gelinmedi. Çok büyük bedeller ödenerek kazanılan bu savaşımda yiğit-öncü kadın yoldaşlarımız faşist TC ve onun kontra-çeteleri tarafından hedef alındı, katledildi, cezaevlerine konularak, onyılları bulan cezalar verildi. Halen de bu bedeller ödenmeye devam ediliyor. Bêrîtan’lar, Zîlan’lar, Sara-Rojbîn-Ronahî, Evin Goyî, Nagihan Akarsel ve burada adlarını saymamızın mümkün olmadığı binlerce kadın yoldaşımız, fedaice sürdürdükleri bu savaşımda, yine fedaice şehit düştüler. Onların şahsında tüm devrim şehitlerimizin önünde, saygıyla eğiliyoruz.

AKP-MHP faşist rejimi, kendi iktidarına karşı yükselen her sesi şiddetle bastırmak dışında bir yöntem bilmediğinden, Kürtleri, devrimcileri, sosyalistleri, demokratları, kadınları, kısaca tüm muhalif kesimleri cezaevlerine doldurarak, başta Küt Halk Önderi Abdullah Öcalan olmak üzere, politik tutsaklar üzerinde, “rehin alma politikası” yürütüyor.

Devrimci mücadele, her bireyi, her kadını değiştirip-dönüştürür. Ve yine, kadını özgürleştiren her hareket, toplumu da özgürleştirir. Bu genel doğrular, Kürt kadını ve cezaevlerindeki özgürlük tutsağı kadınlar için de fazlasıyla geçerli, Kürt kadını, üzerine zorla geçirilen kefeni yırttıkça, hegemon erkekliğin her tür şiddetine direndikçe, ataerkil politikaları da değiştirip-dönüştürme gücü edindi. Bu durumun, faşist sistemin saldırılarını daha da vahşileştirmesine neden olması, anlaşılamayacak bir durum değil.

Bu nedenledir ki, dünyanın neresinde olursa olsun, şiddet politikaları yürüten sistem karşısında, kadının özsavunması temel bir ihtiyaç ve gereklilik. Mücadele ve örgütlülük ise, kadının en önemli öz savunması. Kürt Kadın Hareketi de, bu ihtiyaç ve gerekliliği stratejik düzeyde kavrayarak, hayatın her alanında örgütlülüğünü geliştirdi. Zindanlardaki kadın örgütlülüğü de, 40 yılı bulan kadın mücadelesi içinde böyle gelişip, zenginleşti. Nasıl ki, Mazlum’larla-Dörtler’le başlayan zindan direnişi bugüne dek sürdüyse; 80’lerde Amed zindanında en çirkin eril şiddete direnerek başlayıp-büyüyen kadın zindan direnişi de, her tür teslim alma politikalarına direnerek, bugünlere evrildi.

Sakine ve Sema Yüce

Esat Oktay’ın suratına tüküren Sakine ve “Kendimde yaşamı yaratmak kararımda en önemli güç kaynaklarımdan biri de kadının partileşme silahı olan YAJK’tı. YAJK, hem Başkan Apo’nun kadınla yoldaş olunabileceğine inancın eseridir, hem de inanıyorum ki Başkan Apo öğretisinin kurumlaşmasının, yayılmasının ve derinleşmesinin önemli silahlarından biri olacaktır. Bu yüzden YAJK’ı daha da büyütmek her Kürt kadınının, hatta bölge halklarının kadınlarının asli görevidir” diyen Sema Yüce, zindandaki kadın direnişinin önemli birer halkası oldular ve uzun soluklu bu direniş mirasını, “Güneşimizi karartamazsınız” eylemlerinde, açlık grevlerinde, ölüm oruçlarında, bedenlerini birer silah, birer siper yapan yoldaşlarımıza ve tabii ki bizlere emanet ettiler.

Burada yine bir virgül koyup, toplum tarafından zindanların nasıl algılandığına kısaca değinmek isteriz. Kürt halkı, TC’nin tüm vahşet politikalarına olduğu gibi, zindanlara da yabancı değil. Her aileden en az birkaç kişi TC’nin işkencesiyle, zindanlarıyla tanışmış durumda. Dolayısıyla, zindan gerçekliğinin somutta nasıl yaşandığına da uzak değil. Ancak, toplumun büyük çoğunluğunun, aynı şekilde zindanlara “aşina” olduğuna söyleyemeyiz. Gerek Türkiye toplumunun milliyetçilikle, şovenizmle zehirlenip, duyarsızlaştırılması, gerekse TC’nin cezaevlerini toplumdan tamamen yalıtması sonucu, çoğunluk, zindanlarda neler olup-bittiğini bilmiyor. Bu şaşırtıcı gerçeklikte kendi payımızı da görüp, özeleştirel yaklaşmalıyız. Birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da maalesef, kendimizi ve düşman politikalarını, toplumun; tüm kesimlerine anlatmakta, bunun yöntem ve araçlarını, dilini-üslubunu geliştirmekte yetersiz kalıyoruz.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, “zindan güzellemesi yapacak değiliz. Kuşkusuz bunca insanın, onlarca yıl dört duvar arasında tutulması haksızlıktır, adaletsizliktir, vicdan yoksunluğudur. Ayrıca, devrimci irade ve örgütlü mücadelenin olmadığı koşullarda, onca yıl zindana güç getirmek, basit ve kolay bir şey de değildir. Peki nasıl oluyor da, bunca insan, bunca yıl, dört duvar arasında kalabiliyor?

İlmek ilmek örülen bir mücadele

TC zindanlarında, 40 yıllık direniş geleneğiyle oluşmuş onurlu mücadelenin, her kuşaktan temsilcisi olan kadın-erkek yoldaşlarımız var. İlmek ilmek örülen bu mücadelede 90’lardaki vahşi savaş koşullarında dağda direnen kadın yoldaşlarımızdan, “KCK Operasyonları” olarak adlandırılan hukuksuz operasyonlarla zindana doldurulan seçilmiş politikacılarımıza; Sur-Cîzre direnişlerinde yer alan direnişçilere; özgürlük mücadelesine katılım gösteren yeni kuşaktan genç kadın yoldaşlarımıza kadar, geniş bir yelpazede, tüm mücadele alanlarından ve her kuşaktan kadın-erkek yoldaşlarımız bulunuyor. Düşmanın reva gördüğü onlarca yıllık cezaları, “nasıl yatacağım” diye düşünerek, elbette kimse yaşayamaz. Ne var ki, zindanlarda edinilen örgütlü yaşam kültürü, bilinç ve iradesinin gücüyle, dört duvar ve yılların fazla hükmü kalmıyor. Denilebilir ki, zamanın ve mekanın anlamı değişiyor. İnsan, zamanın göreliğini en fazla da zindanda hissediyor desek, abartı olmaz. Bundan dolayı da, faşist düşman son yıllarda, bu örgütlü gücü parçalamak, zayıflatmak için yeni yeni “zindan tipleri” geliştiriyor. Ancak, Özgürlük Hareketi’nin kadınları ve erkekleri, her koşulda nasıl direnilebileceğini, bunun iradesini kendisinde nasıl geliştirebileceğini artık öğrendi. Dolayısıyla, TC faşizminin bu çabasının boşunalığı, bir süre sonra kendini gösterecektir.

Varlık-özgürlük savaşı

Zindandaki her kadın yoldaşımız, kendini eğiterek, yoğunlaşarak, örgütlenerek, ataerkil sistemlerin kadına yakıştırdığı güçsüzlüğü güce dönüştürmenin yol ve yöntemlerini geliştiriyor. Bu nedenle zindanda, Önderliğin yoğunlaşma tarzını, doğru yoğunlaşmayı öğrenmek, bunun çabasını vermek, temel önemdedir. Bir bireyin, parti-örgüt duruşundan, ideolojik çizgiden, toplumdan-halktan kopuşu -nerede olursa olsun- kuşkusuz erimeyi, yabancılaşmayı ve yok oluşu getirir. Bu nedenledir ki, içerideki kadın yoldaşlarımız için, Önderlik Paradigmasıyla, Kadın Kurtuluş İlkesiyle kendini sürekli beslemek esastır. Her devrim, bir ideolojik kopuş olayıdır. Bu anlamda Özgür Kadın Hareketi için, “erkekten kopuş” Kadın Devrimi’nin temel bir ayağıdır ve zindanlarda da, “kadın ortamında yaşıyoruz, erkekten koptuk…” gibi yanılgılı anlayışlara yer yoktur. Eril ideolojinin, binyıllar içinde kadında yarattığı zehirlenmeden arınmak, Önderliğin ifadesiyle, “bu zehri her gün kusmak”, bunun çabasını vermek kadın mücadelesinin en temel gereklerindendir. Bu anlamda, cins çalışmasını içerde de sürdürdüğümüz, çatışmayı durdurmadığımız oranda, dışarı güçlü çıkmamız mümkün hale geliyor diyebiliriz.

Zihniyet devrimi yaşanmadan, hiçbir toplumsal devrimin kalıcı olma şansı bulunmadığından bu devrimi esas alan Özgür Kadın Hareketi, içerde de eğitime tartışmalara, zihinsel inşaya önem veriyor. Bunun için de, Jineolojî eğitimi, son yılların temel eğitim konusudur.

Kuşkusuz her bireyin bu arınma mücadelesini aynı düzeyde kavrayıp-pratikleştirdiğini söyleyemeyiz. İdeolojik mücadele son tahlilde, esas olarak bireyin kendi içinde yaşanır. Ve bu konudaki ölçü dışarıya çıkıldığında, mücadeleye katılım düzeyidir. Her kadın yoldaşın, kendisine, yoldaşlarına, halkına ve elbette Önderliğe karşı ne kadar dürüst ve samimi olduğu, onun duruşunu da belirler. Bu duruş, dışarıdaki mücadeleye katılım göstereceği günlere, “hazırlık” anlamını taşır. Bu “hazırlık”ta, eleştiri-özeleştirinin taşıdığı önemi anlamak ve anlamlandırmak, dışarıda olduğu kadar, içerde de yaşamın temel gereklerinden biri oluyor. Liberalizmin etkilerinden, geleneğin-gelenekselliğin ve kültürel soykırımın etkilerinden arınmanın savaşımını vermek, bu konularda kendimize ve yoldaşlarımıza eleştirel-özeleştirel yaklaşmak, içerde biz kadınları güçlü kılan ve dışarıya güçlü çıkmamızı mümkün hale getiren en temel öğe oluyor.

Jin-Jiyan-Azadî'nin yarattığı direnme gücü

Önderliğin uluslararası komplo sonucu İmralı’da tutsak edildiği süreçten bu yana, zindanlar “Önderlik Akademisi”, “Önderlik Alanı” olarak ele alınıyor ve buna denk bir yaşam sürdürme çabası veriliyor. İçerdeki devrimci tutsaklar, kadın yoldaşlar Önderlik gerçeğinde ‘olmaz’ diye bir şeyin bulunmadığı anlayışıyla, en kısıtlı koşullarda varlık-özgürlük mücadelesi veriyor. Kendinde devrim gerçekleştirmek, kimse için kolay değildir ve ömür boyu sürecek bir mücadeledir. Zindanda ise, Önderliğin “an” felsefesini doğru kavrayarak, yaşamda her an devrim yaratmak, ancak kolektif bir çabayla, kadının akışkan enerjisini yaşama doğru akıtmakla olanaklı hale geliyor. Bu anlamda, zindandaki özgür kadın örgütlenmesinin “Jin-Jiyan-Azadî” felsefesinin ete, kemiğe büründüğü temel alanlardan biri olduğunu belirtebiliriz.

İçerdeki kadınların varlık-özgürlük mücadelesi, daha pek çok yönden ele alınabilir, tartışılabilir. Bu konuda esas önemli olan, zindandaki yoldaşlarımızın sesini-çığlığını ne kadar anlayabildiğimiz ve bunu ne kadar topluma yansıtabildiğimizdir sanırız.

“Önderliğin özgürlüğü, Kürt halkının, Kürt kadının Özgürlüğüdür” anlayışıyla, zindanlarda 27 Kasım 2023 tarihinde başlatılan “Önderliğe Özgürlük, Kürt Sorununa çözüm” talepli açlık grevleri, bugün 100’lü günlere ulaşıp, ölüm sınırına dayanmış bulunuyor. Aynı taleplerle, Kürt halkının ve dostlarımızın dünyanın her yerinde alanlara aktığını ve bu talebi en güçlü sesle haykırdığını biliyoruz. Bizler de, Önderliğimiz ve halkımız özgürleşinceye kadar, bu sesin kesilmeyeceği bilinç ve inancıyla, içerdeki yoldaşlarımızı ve analarımızın nöbet eylemini selamlıyoruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.