Düşmanın şereflisi...

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kürdistan’ın Serhat bölgesinin genç kadın ve kızlar, 1970’lere kadar geleneksel giysiliydi. Batı giyim tarzı henüz, Kürdistan’a yerleşmemişti. Kofi, kadın başının süsü, örtünme biçimiydi.

Genç kadın ile kızların ayak parmaklarına kadar inen güllü, çiçekli fistanları göz alıcıydı. Yedi kırmalı rengarenk fistanların, kırmaları kordela, renkli kumaş parçacıklarıyla minik fiyonkluydu.  

Kadın başları ise kofiliydi. Evlenen genç kız, kofinin üstüne incecik laçık (kıtan) örtüyor, kofiye süs yapıyorlardı. “Azıv” kızlar kofinin çevresine “fırdolayı”, rengarenk temeziler dolayıp şekillendiriyor, süslüyorlardı. Yürürken, üstlerindeki renkler “birikî” oluyordu...

Dünya görmemiş “her” (barbarlar) yaratık, güneş ülkesinin çocuklarına henüz, gün aydınlığın renklerini yasak ve düşman ilan etmemişlerdi.

O nedenle berîvanlar, “berî” yolunda birer renk kütlesiydi.

Çiçek ve güller “her” adamın tasallutundan uzak, özgürdü. Kadınlar üstünde taşıdığı renkler yüzünden, “Türk düşmanlarına yardım ve yataklık” suçlamasıyla tutuklanmıyordu.

Haziran ayında, kevcır yeşili yapraklar arasında yumruk büyüklüğünde, kızılca açan “Gulemaran” kümeleri, “çiğnenen düşman güller” olmaktan kurtuluyor, dalında kuruyorlardı.

Sonra dem ile devran değişti. Kürtler, topyekun uyanınca her şeyleri suç, çiçek, gül renkleri de “yok edilmesi”ne karar verilmiş düşman oldu.

Rengarenk yedi kırmalı fistanlar giyen, başlarında dağlarında açan renkleri gezdiren kadınların, günümüz kızları, torunları çantalarında taşıdıkları dısmal veya saçlarındaki fink, boynundaki atkının rengi yüzünden tutuklanıyor, hapishanelere dolduruluyorlar.

Dünya sömürgecilik tarihinde bu bir ilktir. Çiçek ve gülün rengini düşman ilan edip hakkında “idam” kararı alan başkaca, işgal toprağı ve sömürgeci yoktur. Bu bir Türk icadıdır...

O nedenle, “Tanrı, herkese önce şerefli düşman nasip eylesin” diyorum. En azından, renklere ateş etmeyen...

1990’larda Amed parklarında  “kesk û sor û zer” açan çiçekleri idama mahkum edip “kökünden sökme” yoluyla infaz uyguladılar. Batman’da, evrenin ortak kabulu trafik ışığı sarı, kırmızı ve yeşili yasakladılar.

Giysilerinde sarı, kırmızı ve yeşili bir arada barındıranları linç ettiler. İnsanların üstünü başını parçaladılar. Tutukladılar.

Lokantasının tuzluk motifleri Abdullah Öcalan’ın andırıyor diye tuzluklarla birlikte sahibini tutukladı tutuklandılar.

İnsan sesi, sedasını, düşman sesle tanrıya yakarıyı yasakladılar. Kürtçe mevlit okuyan Mele’yi Allaha hakaret etmiş muamelesiyle hapse attılar. Sanki Allah da Türkmüş gibi...

En son, dün İstanbul Küçükçekmecedeki bir çocuk parkının süs motifleri, Kürt renk ve şekillerine benzedikleri suçlamasıyla, “şekil ile renklerin idamı”na (tahrip) karar verip infaz ettiler.

Yakışır bunlara. Çünkü bunlar, IŞİD’den sonra mezar taşlarına savaş eden, yer yüzünün ikinci işgalcisidir. Başka da benzerleri yoktur. Bunlar IŞİD’le bütünleşmiş ve Kürdistan’da mezar taşları yaralıdır.  O yaralar, düşman renkler veya isimlere karşı açılan savaşın izidir. Bazı mezarlıklar ise topluca imha (idam) edilmiş, dünya medeniyetine IŞİD katkısı olarak yer sürülmüş tarlaya dönüştürülmüştür.

Yakışır. Çünkü Roboski’de, pazardan dönen bildik, tanıdık ve çoğu çocuk 34 Kürt arasında “bir düşman Kürt var” tesbitiyle, hepsi bir arada katlettiler. Düşman tesbiti yapan ve bombalamaya karar veren hapishane veya tımarhanede olması gereken, bugün biri Genelkurmay Başkanı öteki de Savunma bakanıdır. İkili kaldıkları yerden katliama devam etmektedir.

İtalyan Fellini’nin filminde Mussolini’nin askerleri ses yayan hoparlöre ateş etmektedir. Bunlar çiçeğe, kırmızı güle...

Yakışır. Çünkü katliamlardan gelir ve kaldığı yerden devam ediyorlar. Bodrumlarda sardıkları Kürt çocuklar “su” deyince, şişelere yanıcı madde koyup atıyor, düştüğü an ateş açıyor, onları diri diri yakıyorlardı.

Yakışır. Çünkü, üç-beş genç herkesin, Gabriel Garcia Marquez’ın hikayesindeki gibi bütün kasabanın gözü önünde, parke taşı veya kalaslarla barikat kurarken ses çıkarmayanlar, sonra bu gerekçe ile 10 Kürt şehrini aylar boyu muhasarada tutup tanka, topa, füzeye tutan, havadan bombalayarak yok edenlerdir, bunlar. Bodrumlarda toplaşmış çocukları diri diri yakan...

Herkes bunları asker ve savaşta sanırken köyler yakan, cinayetler işleyen, yakaladıkları köylüleri helikopterden atan, linç ettirendi. Asker kılık, ama asker değillerdi.

Bu yüzden, kimi Kürtler “Tanrı bize de düşmanın şereflisini nasip etsin” diye dua ediyorlar. Çünkü, herkes şerefi, onuru oranında insandır.

Onurlu insan ailesi, halkı ile sevenlerinin gözü içine baka baka katlettiğini aşağılamıyor, ona sömürüyor ölüsünü de paramparça etmiyordu. Onurlu insan, daha sonra katledilmişin ailesi ve halkına avuç açmıyor, kapısında dilenci kesilmiyordu.

Onurunu yemiş, bitirmiş yaratık çiçeğe, mezar taşına da ateş ediyordu. Ne diyeyim, yakışır...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.