Ego, iktidar ve komplolar!

Forum Haberleri —

.

.

  • Son birkaç haftadır gazetecilik kurumu adı verilen bir yapılanma KDP adına PKK’ye yönelik çok tehditkar ve seviyesiz açıklamalar beyan etmekte. Ancak bu düşüncelerin KDP’nin tüm bileşenlerine ait olup olmadığı konusunda kamuoyunda kuşkular bulunmakta.

ROHAT BARAN

Önder Apo, tarihsel gelişimin iki ana nehir biçiminde aktığını söyler. Bunlardan birincisi bütünleşmeyi, komünal ve toplumsallığı ifade eden demokratik değerler nehridir. İnsan ve toplum ontolojik olarak bu formla var olur. İkincisi ise sonradan, sapma olarak ortaya çıkan, devlet ve iktidarı ifade eden ve içinde ihanet, komplo, işbirlikçilik de olan nehirdir. Tarihsel gelişimi sadece sınıf mücadelesi çerçevesinde ele almak yerine bu iki güç arasındaki mücadele çerçevesinde ele almak daha bilimsel bir yaklaşım olmaktadır. Buna iyi ve kötü arasındaki çekişme de denilebilir.

Mücadele ilkin zihniyette gerçekleşmektedir, daha sonra tüm alanlara yansımaktadır. Coğrafya ve kültür farkı gözetmeksizin bu gerçeklik tüm toplumlar için geçerlidir. Kürt toplumsal gerçekliği içinde bu durum rahatlıkla görülebilir. Kürtler toplum olarak demokratik değerlerle sürekli olarak ayakta kalmıştır, ama diğer yandan yine kendi içinde iktidarcı kliğin etkisinde kalan kesimlerin parçalayıcı tutumları ve ihanetçi dürtüleri onları zayıf düşürmüştür. Toplumsallığın, yani demokratik değerlerin en güçlü olduğu gerçeklik yanında bu hain damarın yaşam bulması ve devam etmesi kanayan bir yara olmuştur. Bu odağı temsil eden kesimlerin son günlerde içine girmiş olduğu tutumlara bakılınca tarihten ders çıkarılmadığı anlaşılmaktadır. Üzücü olan bu! Demek ki halen aynı patikalardan yürünerek başka yerlere varılacağı sanılmakta. Ya da belki birileri onları bilinçli biçimde bu yollara sürüklemekte.

Geçmiş yüzyıllarda ulusallık bilincinden ve duygusundan yoksunluk belki bu kesimlerin belli düzeyde bu mecralara girmesine neden oluyordu, ancak herkesin Kürt ulusallığından söz ettiği ve kazanmanın kaçınılmaz hale geldiği günümüzde böyle zayıf düşüren ve kaybettiren politikalara yönelinmesi düşündürücü olmaktadır ve ancak artniyetle izah edilebilir.

Parçalanmışlığı yaratan şey, benim olsun, benim dışımda kimse olmasın, ben ne dersem o olsun, herkes bana hizmet etsin anlayışı olmaktadır. Bunun psikolojik düzlemdeki karşılığı ego olmaktadır. Ego’nun toplumsal alanda ideolojik ve siyasal karşılığı da iktidardır. Bunlar birbirini besleyen olgular olmaktadır. Bireysel ego söz konusu olduğunda kişi kendini karşındakinden güçlü gösterir, dünyanın merkezinde olduğunu sanır, her şeyi kendisinin yarattığını ve kendisiyle ancak var olacağını sanır ve bunun gibi daha yüzlerce sayılabilecek şey. Bu ego devreye girdiğinde göz de yürek de beyin de körelir. Çünkü sadece kişi ve ulaşacağı haz hali ya da nesne vardır. Gerisi sadece araçtır ve önemsizdir. Varsa yoksa o egonun tatmin edilmesidir. Sıradan bir kişinin bu süreci yaşamasının toplumsal külfeti belki çok olmaz, ama siyasal olarak da bir etkinliği olan kişiliklerin eline geçti mi tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarır.

Ego üstün ırka dönüşür ve faşizmi yaratır

Mesela farklı milletlerin varlık nedenini kendi milletine hizmet etmek için görür. Hitler ve Mussolini buna örnekleri biliniyor. Ego üstün ırka dönüşür ve faşizmi yaratır. Bunu günümüzde canlı tutanlardan biri de Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli klikleri olmaktadır.

Aynı ulusun bileşenlerinden olan ve toplumsal destek meşruiyeti tartışmalı hale gelmiş güçlerin ego ve iktidar hevesleri ise trajik sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Sosyolojik olarak bu tipolojik vakalar çıkarları söz konusu olduğunda ‘ulus’ ve ‘vatan’ denilen olguların, değerlerin köküne kibrit suyu dökerler. Hem de gözlerini kırpmadan! KDP adına şu anda Kürtler içinde çıkarılmak istenen gerginliğin esas nedeni bu tipolojik vakalar olmaktadır. Zaten soykırımcı sömürgeci güçler de bu tipolojileri bildiklerinden, psikolojideki ödülle koşullama yöntemini kullanarak bağlarını çözmektedirler. Bu tipoloji için en önemli şey egonun hazza ulaşmasıdır, kendini tatmin etmesidir. Bu arzular gözlerini köreltmiştir. Onun için de kendisini harekete geçiren bu güdünün peşine takılınca neleri ezdiklerini fark etmemektedirler.

Aslında bu tipoloji diğer yandan ileri düzeyde ezilmişlik psikolojisi yaşar. Ancak dünya da onun olsa bundan sıyrılamaz. Sürekli açtır, doyumsuzdur ve sadece onun olsundur. Belki iktidarcı güdüleri besleyen zihniyeti yıkacak düzeyde bir düşünsel donanıma kavuşursa ya da ahlaki ve vicdani duruş gelişirse bazı değişimler yaşayabilir, ama bunun için de bir kudret gereklidir. Bu güçlerin şu andaki halleri bu konuda hiç de umut vaat etmemektedir.

Bünyeyi zayıflatan işbirlikçiliği ve ihaneti canlı tutmaktadırlar. Bunun yanında bu güç odağı kendi içinde de çok ciddi sorunlar yaşamaktadır.

Zaten tuhaf bir yapılanmaları bulunmakta. Gerçekten durmadan Kürdistan’dan söz etmektedirler, ama bu Kürdistan’ı da iki kesimden görmektedirler. Birincisi Barzani olanlar, yani yönetenler ve yiyenler. İkincisi ise Barzani olmayanlar, yani yönetilenler. Yönetilenlerin zaten hiçbir şeye hakları yoktur, modern köle olmaktadırlar. Ama yöneten Barzanilerin de kendi içinde bir ego ya da iktidar mücadelesi yürüttüğü görülmektedir.

Zinî Wertê, KDP ve Mesud Barzani

Detaylandırarak durumu biraz daha irdeleyelim. KDP içerisinde Zinî Wertê olaylarından sonra giderek dengesizleşen bir hal var. Son birkaç haftadır da gazetecilik kurumu adı verilen bir yapılanma KDP adına PKK’ye yönelik çok tehditkar ve seviyesiz açıklamalar beyan etmekte. Ancak bu düşüncelerin KDP’nin tüm bileşenlerine ait olup olmadığı konusunda kamuoyunda kuşkular bulunmakta. Bilindiği gibi Mesud Barzani geçmiş süreçte Kürt partiler arası husumetten rahatsızlığını ‘sağ olduğum müddetçe bir kez daha birakujînin gerçekleşmesine izin vermem’ diyerek defalarca ortaya koydu. Bu konuda dilde tutarlı bir intiba yaratma çabası içinde bulundu. Ancak ne hikmetse özellikle TC’nin Başûrê Kurdistan’ı işgal saldırılarından sonra KDP adına bazı kişi ve kurumların takınmış olduğu tutum, kullandığı kışkırtıcı ve tahrik edici dil ve pratik anlamda işgalcilere yardım eden yaklaşımlar ortada olmasına rağmen Mesud Barzani sessiz kaldı. Sessizlik hali halen de devam etmektedir. Bu durum acaba Mesud Barzani’nin KDP içindeki etkisi sınırlandırıldı mı ya da ona karşı bazı hamleler mi yapılıyor biçiminde yorumların yapılmasına neden olmaktadır.

Neçirvan Barzani ile Mesud Barzani arasındaki çelişki ve çatışmanın tarihsel temeli İdris (Neçirvan’ın babası) Barzani’nin başına gelenlere kadar gider. Ama özellikle Barzaniler hükümranlığındaki bölgesel yönetim el değiştirip babadan oğula geçme seansları yaşanınca bazı konulardaki anlaşmazlıklar daha fazla kendisini gösterdi. Çelişkilerin temelinde kuşkusuz iktidar vardır. Çünkü iktidar paylaşılmak istenmez, biricik ve tek olsun ister. Osmanlı padişahlarının bir gecede on yedi oğlunu boğazladığı düşünüldüğünde bu biriciklik karakteri daha iyi anlaşılır.

Mesrur Barzani, istihbaratın başından gelip başbakan olduktan sonra yaptığı ilk iş Neçirvan’ın etkisindeki insanları tasfiye etmek oldu. Çevresini boşalttı. Mesela Hewlêr valisi Newzat Hadi’nin yerine kendi adamı olan Qusret Sofi’yi getirdi. Yine Duhok valisini değiştirdi, kendi adamını getirdi. Yine stratejik kurumlarda yer alan, ama Neçirvan’ın denetiminde olan insanları değiştirmek istedi. Mesud Barzani Bölgesel başkanken asayiş ve peşmerge güçleri kendisine bağlıydı. Zamanı gelip görevi Neçirvan’a devrettiğinde bu kurumları da devretmesi gerekiyordu, ama bu kurumlar kendisine değil de daha önce görevini yürüttüğü ve yeni yönetim olan Mesrur’a bağladılar. Bu durum aralarındaki çelişkileri daha da derinleştirdi. Bunun dışında birbirlerine karşı onlarca defa sert açıklamalar yaptılar. Mesrur Barzani, kaç defa Neçirvan’ı kast ederek geçmiş hükümetten milyarlarca dolar borç kendisine bırakıldığını, ödeyemediklerini söyledi. Yani bir yılı aşkın süredir maaşları verememeden kaynaklı oluşmuş toplumsal tepkiyi bir şekilde Neçirvan’ın üzerine çevirmek istedi. Bunun gibi daha bir sürü örnekle Neçirvan Barzani’iyi kuşatan bir durum söz konusuydu.

MİT Hewlêr’de hangi oyunları oynuyor?

Ancak öyle anlaşılıyor ki, Neçirvan da zaten var olan yapısal bozuklukların üzerine bu kuşatılmışlık da eklenince denize düşen yılana sarılırmış misali, cendereden kurtulmak için kendini daha fazla MİT’in ayağına atmıştır. MİT KDP’nin içinde ve Başur’da zaten önemli düzeyde bir etkiye sahipti, ancak şu anda direkt yürütmektedir. Neçirvan Barzani KDP’nin önemli bir kısmını tümüyle MİT’in denetimine sokmuştur. Mesela açıklamalar neden ilkin Türkçe diliyle yapılmaktadır? Neden Neçirvan gidip Tayyip Erdoğan’la görüşmekte? Neden Mesud Barzani sessiz kalmakta? Her şeyden daha önemlisi, Türk Dışişleri Bakanı neden durmadan PKK’nin Hewlêr için tehdit olduğunu söylemektedir?

Acaba Neçirvan ve TC arasında Mesud ve Mesrur Barzani ile PKK karşılığında bir anlaşma mı yapıldı? Öyle anlaşılıyor ki, bu konuda bir anlaşma sağlamışlar. Dışişleri Bakanı’nın PKK Hewlêr için tehdittir demesi şu mesajları içermektedir: Mesud Barzani’nin başına bir şey getirilecek bu PKK’nin başına yığılacak ve PKK’ye saldırılacak! İkincisi ise PKK’yle aralarında yaratılmış gerilim daha fazla kızıştırılıp KDP tüm bileşenleriyle sıcak savaşın içine çekilecek!

TC ve Neçirvan Barzani arasında böyle bir anlaşma yapıldığı görülüyor. Dolayısıyla son haftalarda KDP adına yapılan açıklamalar tüm bileşenlerinin görüşü olmamaktadır. Daha çok Neçirvan Barzani’nin Mesrur Barzani ile yürütmüş olduğu iktidar mücadelesinde kendini güçlü kılmak için TC ile kurulan ilişkilerin yansıması olmaktadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.