Ekolojik tahribat bir stratejidir

Doğa kıyımı
- Mezopotamya Ekoloji Hareketi'nden Agit Özdemir, doğanın savaş anında “yok edilmesi gereken unsur” olarak görüldüğünü; 'düşman'ın beslendiği fiziki çevrenin hedeflendiğini ve ekolojik tahribatın yeni bir strateji olduğunu hatırlattı.
Kürdistan'da yıllardır süren savaşta birçok gölgede kurulan güvenlik barajları, karakol ve yol yapımları, çatışmalar büyük doğa tahribatlarına yol açtı. Ormansızlaştırma politikasının yürütüldüğü Gabar Dağı'nda 2018-2022 yılları arasında 2 bin 730 hektarlık ormanlık alan yok edildi. Ekolojist Agit Özdemir, "Toplumsal ve ekolojik adalet yan yana gelmeli" dedi.
Doğa tahribatının en çok yaşandığı bölgelerden biri de Kürdistan. 2013-2015'te yaşanan diyalog sürecinde Kürdistan'da maden arama faaliyetlerinde ciddi artış yaşandığı görüldü. Amed Barosu'nun 2024'te hazırladığı rapora göre; son kentte 200'ün üzerinde petrol kuyusu açıldı ve bu faaliyetler sonucunda yaklaşık 35 bin hektarlık tarım ve mera arazisi zarar gördü. Yine biyo çeşitlilik, kültürel miras ve su varlıkları açısından zengin olan Cûdî Dağı da maden faaliyetlerinin kıskacı altında. Toplam 8 baraj ve 23 sulama tesisinden oluşan Silvan Baraj Projesi tamamlandığında 175 kilometre karelik bir alanın su altında kalacağı, yaklaşık 15 köyün tümüyle ve 30’dan fazlasının kısmen sulara gömüleceği hesaplanıyor.
'Düşman'ın beslendiği fiziki çevre
MA'dan Uğurcan Boztaş'a konuşan Mezopotamya Ekoloji Hareketi Üyesi ekolojist Agit Özdemir, doğanın savaş anında “yok edilmesi gereken unsur” olarak görüldüğünü söyledi. Özdemir, "Dünyada savaşın stratejileri değişti, bilim insanları da bunu söylüyor. Hardt ve Negri, artık savaşlarda sadece 'düşman'ın kendisine odaklanılmıyor, 'düşman'ın beslendiği fiziki çevrenin hedeflendiği ve ekolojik tahribatın yeni bir strateji olduğunu söylüyorlar. Bugün baktığımız zaman Kürdistan ve dünyanın diğer yerlerindeki savaşlarda değişen stratejide doğa, savaşın bir unsuru haline geliyor. Savaşlar ekolojik yıkım getiriyor. Mesela bir F-16 bombasının patlama sırasında binlerce derecelik bir sıcaklık açığa çıkıyor ve bu patlamanın yaşandığı yerdeki toprağın kendisini yenilemesi için bilim insanları tarafından 100 ile 3 bin yıl arasında bir oran biçiliyor" dedi.
Silahlar susunca tahribat artıyor
Dünyada başlayan barış müzakereleri süreçlerinde doğanın hep tali bir konu olarak değerlendirildiğine dikkat çeken Özdemir, ekolojinin bu süreçlerde görünmediğini söyledi. Özdemir, şöyle devam etti: "Silahların susmasından sonraki süreçte doğadaki tahribatın arttığını görüyoruz. Savaş süreçlerinde bombalar, patlamalar, orman yangıları ile yaşanan tahribat, bu sefer maden ve baraj projeleriyle, paramiliter güçler eliyle katbekat artıyor. Kürdistan'da bir önceki süreçte 2013-2015 yılları arasında ekolojik tahribatların arttığı görülüyor. Bu ekolojik tahribat sadece savaşla bağlantılı değil, aynı zamanda sermaye ile de bağlantılı. 2013-2015 yılları arasında yoğun bir karakol, kalekol, güvenlik yolları yapımı gerçekleştirildi, bunların yapımı için çok fazla alan tıraşlandı. O dönemde güvenlik barajlarının yapımı hızlandırıldı. O dönem Dêrsim'de binleri bulan maden ruhsatlarının verildiğini gördük, yine uluslararası şirketlerin Silvan'da petrol sondaj çalışmaları oldu.”
Ekolojik mücadele durmayacak
Maden faaliyetlerinin ruhsatlandırılmasının yıllar önceye dayandığını, yani bir hazırlığın yapıldığını hatırlatan Özdemir, şunları söyledi: "Diyarbakır'da Hesandin yaylasındaki madencilik, aslında 2017'de alınan bir ruhsat sonucu faaliyete geçti. Bir önceki sürecin tecrübesi ve şu anda da devam eden süreçte ekolojik tahribatların verisine baktığımız zaman önümüzdeki süreçlerde ekolojik tahribatların katbekat artacağını biliyoruz. Ekolojik tahribatlara karşı ekolojik mücadele çözümsüz değil. Kürdistan'daki ekoloji mücadelesi yeni başlamadı. Bunun kökleri çok geçmişe gidiyor. Devletin baskılarına rağmen ekoloji mücadelemiz hiçbir zaman bitmedi. Hasankeyf'te, Dêrsim'de ve diğer yerlerde madenlere karşı ettiğimiz mücadelede elde ettiğimiz deneyimler daha büyük bir ekolojik mücadele ortaya çıkarmamız gerektiğini ortaya çıkardı. Sermayeye ve devletin güvenlikçi politikalarına karşı mücadelemiz daha da artacak.
Sadece karşı koyuş değil
Aynı şekilde mücadelemiz sadece karşı koyuşla kalmayacak aynı zamanda ekolojik yaşamın nasıl olacağına dair de pratikler gerçekleştireceğiz. Dünya deneyimlerinden de gördüğümüz üzere eğer toplumsal adalet ile ekolojik adaleti bu süreçte yan yana getiremezsek bu sürecin kırılgan olacağını söyleyebiliriz." İZMİR










