Emine Şenyaşar’ın yalnızlığı 

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • 24 Haziran 2018 günü, Urfa’nın Suruç ilçesi çarşısında başlayan ve hastanede devam eden, bir katliam yaşandı. Bunlar olurken devlet, polis gücü ve onun başı vali, Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba kişiliğinde hükümet oradaydı.

 

Ve onlar, daha sonra milletvekili ve AKP merkez yönetimi üyeliğine seçilen, sınır boyları mafyozu, maganda tipli İbrahim Halil Yıldız’a yardımcıydı.

Muktedirlerin başı Recep Tayyip, olanlara anında teşhisini koyarak, Türk adaletini mafya yardımına yönlendiriyordu.

Recep Tayyip, Milletvekili kardeşinin PKK’liler tarafından öldürüldüğü beyniyle söze giriyor, devam ediyordu:

“Bu olay, PKK ve HDP’nin, Kürtlerin kanından beslenerek, büyüme stratejilerini, hala terk etmediklerinin, en bariz örneğidir.“

Henüz Başbakan olan Binali Yıldırım, yalanlar dolanbacının baş sözcüsü olarak, “faillerin PKK sempatizanı olduğu yönünde, polis kayıtları, tesbitleri vardır“ diyordu.

Zaptiyebaşı SS Süleyman‘ın da teşhisi hazırdı: “Olay önceden kurgulandı...“

 Türk adaleti, Ankara’nın çizdiği bu rota doğrultusunda işledi, saldırıyı. Baskına çıkan mafyanın katliamı örtüldü. Vahşice katledilen günahsızlar, “suçlu“ katiller, suçsuz ilan edildi.

Sözün burasında, bir parantez: Bu bir başlangıçtı. Türk kamu vicdanının büyük çoğunluğu, kuzu sessizliğini, İslamcı Faşizmin vahşi saldırılarını, “Kürtlerden bize ne?“ diye karşıladılar. Kürtler, acı çekerken, “yalanla örülmüş adalet ağı“na hayat kaptırma, sıranın kendilerine geleceğini hiç düşünmediler. Vahşet dalgalarını, kuzuların sessizliğiyle uzaktan seyrettiler.

Düşünenler de korkudan pıstılar. “Devletin memesinden emerek“ beslenen Türk burjuvazisi, hep “küçük adam“dı. Her gelene baş ve topuk selamına talimliydiler. Araziye uydular.

Kemalistler militerler, onları kurtarıcı gördüler. Derhal hizmete girdiler. Kimi, “Fethullahçı“ diye tasfiye edilecek arkadaşlarının listesini hazırladı, kimileri Kürtleri imha planlarını...

Ve onlar, kuytuluklarda “makat“larına “cop sokulan generaller“in feryadını hiç duymadılar. İşi, aşı, mesleğinden edilmişlerin açlığını hiç görmediler. Çırılçıplak edilen kadınlarının hikayesinden yüz çevirdiler. “Abdestsiz Müslüman bana dokunmuyor“ diye diye sevindiler. Dahası, onlara payanda oldular.

Recep Tayyip, sokakta linç edilmekten kurtulan genç kadın için “kız mıdır, kadın mıdır ne bilelim“ dediğinde, alkışa durdular. Recebin koro şefliğinde, meydanlarda katledilmiş Berkin Elvan’ın annesini yuhaladılar.

Sonra sıra onlara geldi. “Açım“ diyeni “içeriye buyur“ ettiler. Sürüm sürüm süründürdüler. İlk gençliğinden beri, “Türk’ün vicdanı“ olma savaşımını veren Osman Kavala’yı, yalanlar dolanbacına sıkıştırıp aldılar. Kalemlerin vicdanı Ahmet Altan’ı da.

Şimdilerde sokaklar, artık Kara Gömlekli ve Haki Gömlekliler devranıdır. En son Levent Gültekin’e saldırdılar. Çalıştığı yayın kurumu bile, yaşama derdinden ona sahip çıkamadı.

Oysa, vaktinde Kürtlere yapılanlara yüz çevrilmeseydi, vicdanlar lal, kötürüm durmasaydı, katledilmiş kızınının cenazesini kaldıran Kürt babaya ceza verildiği zaman Türk kamu vicdanı sokağa çıksaydı, “Şenyaşar ailesi katillerine lanet olsun“ deseydi, ülke böylesine terör devleti cehennemine dönmezdi.

Her neyse, parantezi kapatıp başa dönersek, 2018 milletvekili seçimlerinin AKP adaylarından İbrahim Halil Yıldız, ardında bir maganda bölüğüyle Suruç çarşısında dükkanlar gezerek, tehdit havalı bir edayla, “bana oy“ diyordu. Sıra Şenyaşar ailesine geldiğinde, onlar, sözü dolaştırmadan “size verilecek oyumuz yok“ cevabıyla, onu geri çeviriyor ve kıyamet kopuyordu.

Magandalar öfkeleniyor, sövgülerle silahlar, çekiliyordu. Adil ve Celal Şenyaşar kardeşleri vurup ağır yaralıyorlardı. Onlardan da milletvekili adayının kardeşi Mehmet Şah Yıldız vuruluyor ve orada ölüyordu.

Sonra, yaralı Şenyaşar kardeşlerin hastaneye kaldırılmasıyla, yarım kalan katliam orada tamamlanıyordu. Şenyaşar kardeşler, hastaneye doluşmuş polis ordusu arasında, sedye üstünde bıçaklanarak, kurşunlarla delik deşik edilerek öldürüyorlardı.

Oğullarının hastaneye kaldırıldığını duyup giden baba Hacı Esvet Şenyaşar da, orada polisler, hastane personelinin gözü önünde işkenceyle katlediliyordu.

AKP‘li İbrahim Halil Yıldız katillerin başıydı. Hastane katliam yeri ve sayısız polis ile tekmil polis şefleri, Tarım Bakanı Urfalı Ahmet Eşref Fakıbaba, il valisi oradaydı. Yani devlet seyirciydi...

Recep Tayyip o sırada Ankara’da masumları suçlu, katilleri masum göstererek, Türk adaletine yol ve yön veriyor, ağır yaralı kurtulan Fadıl ve Ferit kardeşler en başta, Şenyaşar ailesinin tüm erkekleri tutuklanıyordu.

Ama hastane katliamından ötürü, Yıldız’lardan bir tekine “sen ne yaptın bakim?“ sorusu bile sorulmuyor, dava da açılmıyordu. İki oğlu ve eşini kaybeden, bir oğlu yıllardır hücrede tutulan Emine Şenyaşar, o günden beri, tek başına, bazan, tesadüfen kurtulan küçük oğlu Ferit Şenyaşar ile tutuklamayı, her türlü örselenmeyi göze alıp, kapı kapı dolaşırcasına, Recep Tayyip ilk hükmünü bozacak “kayıp Türk adaleti“ni arıyor. Herkes için, adalet arayıcısı. Bu yüzden İslamo-Faşist rejiminin yalnızlaştırdıklarından...

Bugün çocuklarının mahkemesi vardı. Yazıyı yazarken, henüz haber yoktu. Ayrıca, yalnızların mahkemesinden ne haber çıkar ki, ceza üstüne cezadan başka...

Kürt Şenyaşar, yalnızlığıyla acı çeke dursun, İbrahim Halil Yıldız da bir Kürt. Ama o, Selahattin Demirtaş ile zindanlardaki esir Kürtlere benzemiyor. Yıldız “mafyatik bir vatansever“, yani AKP Kürt’ü. Zindandakiler Kürtler ise herkesin ve de Kürtlerin onuru davasının davacıları...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.