Erdoğan’ın mahpusluk edebiyatı serüveni...
Dosya Haberleri —

2000 yılında ülkeye döndüğümde 4. sıradaki Z. Gökalp uzmanı Şevket Beysanoğlu dahil kimi Kürt aydınlarıyla birlikte.
- “Geçmişte R. T. Erdoğan’ın, Ziya Gökalp’e atfedilen düzmece bir slogan- şiirden dolayı politika dışında kalma sürecini sol sayesinde atlatmasından sonra 27 Nisan 2007 Muhtırası’ndan sonra da kendisine destek olanların başında sol ve demokrat aydınlar geliyordu...”
- Erdoğan, kendisine verilen 3 aylık cezayı her gündeme getirişinde, Ziya Gökalp’e ait bir şiiri okuduğu için “mezhebî” sebeplerle cezalandırıldığını söyleyerek, üye çoğunluğunun Alevilerden oluştuğu için ceza verildiğini ima eder ve dertlenir... Oysa, aynı daire benim de kitaptan aldığım 6 aylık bir cezamı 2 yıla çıkarmıştı.
- Ziya Gökalp’ın Amed’li Kürdistan Yahudilerinden olduğunu ilk kez Özal’ın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler bana söylemişti. Kendisi, Meclis Kütüphanesi’nde aslen İstanbul Yahudilerinden olan Yusuf Besalel’in “Osmanlı- Türk Yahudileri” adlı İngilizce kitabının pdf’sini bana vermişti. Gerçekten, Ziya Gökalp dahil eski Yahudi aydın ve ailelerin tümü kitapta yer alıyordu.
- Gökalp Külliyatı’nı yayımlayan edebiyat araştırmacısı Fevziye Abdullah Tansel’in TTK’nca 1977’de yayımlayan ve külliyatın 1. Cildi olan “Şiirler ve Halk Masalları”nda Ziya Gökalp’in böyle bir şiiri mevcut değildir.
MEHMET BAYRAK
Erdoğan’a ilişkin ilk yazılarım
Bugüne kadar geçmişin Belediye Başkanı, sonrasının Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında sınırlı yazı yazmışımdır. Avrupa’ya çıkmadan önce, İstanbul Belediye Başkanlığı sırasında Şahkulu Dergâhı’nı Alevilere kapatma girişimi büyük tepkiyle karşılanmış, Aleviler adeta ayaklanmış ve – kendisi de Kozanoğlu Kürtleri’nden olan- Refah Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın devreye girmesiyle bu girişimden vazgeçmek zorunda kalmıştı.
1994 yılı sonunda aldığım basın-yayın cezalarından ötürü Almanya’ya zorunlu olarak geldiğim dönemde kendisinin Berlin’deki özel paralı bir kanalda kendisini savunmasına tanık olmuş ve acı-acı gülmüştüm. Bir Alevi- Bektaşi dergâhına bile tahammül edemeyen Erdoğan, son derece garip bir Alevilik tanımı getiriyor ve şöyle diyordu: “Eğer Alevilik, Ali’yi sevmekse, gerçek Alevi biziz. Ali, namazında- niyazında ve kılıcıyla İslam’a büyük hizmetler yapmış bir kişiliktir. Hatta, bir defasında Hayber Kalesi’ni fethe giderken, çölde namaz saatinin geçtiğini görünce Allah’a yalvarıyor ve zamanı durdurmasını istiyor. Allah zamanı durduruyor ve Ali, düldülünden inerek çölyazıda namazını kıldıktan sonra atına atlayıp kâfirleri kırarak, Hayber Kalesi’ni fethediyor...”
Erdoğan, Alevilerin inanıp bağlandığı “Ali” kültünü bilmediği gibi; onun İslam adına insan öldürmesine karşı çıktıklarını, Divanı’nda yer alan şiirlerin de önemli bir bölümünü eleştirdiklerini bilmiyordu. Dahası, “Alevi” söyleminin de Sünni Arapların Şiî Araplara verdiği isim olduğunu ve İttihadçılar döneminde resmi uygulamaya konduğunu da... İşte, konuyla ilgili ilk yazımı da bundan dolayı kaleme almış ve Ronahi gazetesindeki köşemde yayımlamıştım.
Erdoğan’a siyasi yasak getirildiğinde ve 2007 yılında “27 Nisan E- Muhtırası” verildiğinde, kendisine sahip çıkan yazar, sanatçı, gazeteci ve insan hakları savunucularının büyük bölümü sol ve demokrat insanlardı (Bkz. Evrensel, 9.5.2007)
Sonraki yazılarımdan biri, Anayasa’da yaptığı değişiklikle “Başkanlık rejimi”ne geçmesiyle ilgiliydi. İdeologu Necip Fazıl Kısakürek’ten yola çıkarak oluşturmaya çalıştığı “Başkanlık rejimi”ni; “Erdoğan’ın Başkanlık Rejimi (İslamî Faşizm) Olmasın?..” başlığıyla eleştirmiştim (Bkz. Alevilerin Sesi, Sayı:222/2018).
Bir başka yazım da, Erdoğan’ın TİKA aracılığıyla Güney Kürdistan’da Êzîdî Kürt bölgesine “Filistin Camii” yapma girişimiyle ilgiliydi. Bu bana, II. Abdülhamid’in “ihtida” (zorla din değiştirtme) ve temsil (asimilasyon) politikasını hatırlatmış ve konuyu “Abdülhamid ve Erdoğan’ın Kürt Politikası...” başlığı altında sorgulamıştım (Bkz. Duygular Dönüştü Söze / Hayatımda İz Bırakan Olaylar ve Tanıklıklar, Özge yay. Ank.2021 s.187-194).
Erdoğan’ın mahpusluğu ve “ben”lik bir hikâye...
Bu son yazıya eşlik eden resimlerden biri, Erdoğan’ı Taliban Lideri Gülbeddin Hikmenyar’ın dizinin dibinde yansıtan; bir başkası da Erdoğan’ı, Kürt bölgelerinde kullanılan hava araçlarının üreticisi olan damadı ve yakınlarıyla yansıtan bir toplu fotoğraftı. Gerek tutuklanıp seçilme hakkının yasaklanması, gerekse 2007 E-Muhtırası sırasında sol ve demokrat çevrelerin gösterdiği dayanışma fotoğrafının altında şu açıklamayı yapmıştım: “Geçmişte R. T. Erdoğan’ın, Ziya Gökalp’e atfedilen düzmece bir slogan- şiirden dolayı politika dışında kalma sürecini sol sayesinde atlatmasından sonra 27 Nisan 2007 Muhtırası’ndan sonra da kendisine destek olanların başında sol ve demokrat aydınlar geliyordu...”
Bilindiği gibi; Erdoğan Siirt seçimleri sırasında Ziya Gökalp’e atfen okuduğu, dizeleri değiştirilmiş bir slogan-şiirden dolayı 8 veya 9 ay hapse çarptırılmış ve infazdan sonra 3 ay süreyle boşaltılarak yeniden düzenlenmiş Pınarhisar Hapishanesi’nde tutuklu kalmıştı. Tıpkı Mehmet Ağar’ın, yeniden düzenlenen Nazilli Cezaevi’nde bir süre kalması gibi. Dahası Erdoğan, Başbakan olduktan sonra ilgili Savcı’yı milletvekili olarak ödüllendirmişti...
1979 Sonu- 1980 başlarında Demokrat gazetesinde bir ay süreli bir yazıdizimden dolayı hakkımda 3 ayrı dava açılmış, bunların 2’sinden beraat etmiş ancak Kırmancki (Zazaki) bir ağıttan dolayı para cezası ödemiştim.
1988-89 yıllarında çıkardığım Kürt sorununun barışçı- demokratik çözümünü savunan ve Kürt kültürü üzerinde yoğunlaşan Özgür Gelecek Dergisi’nden dolayı 2 kez tutuklanmış ve hakkımda 36 dava açılmıştı. 1990 yılından itibaren Kürdoloji alanında kitap yayınına geçmiş ve editör sıfatıyla 20 dolayında Kürdoloji yayını yapmıştım. Kendime ait kitaplardan 3’ü ile editör olarak çıkardığım 3 kitaptan dolayı hakkımda yeniden dava açılmış; 1993 ateşkesiyle siyasi havanın yumuşamasıyla tümünden beraat etmiş ancak 1994 yılında ateşkesin bozulmasıyla, MGK’nin bir gizli talimatıyla tüm davalar Yargıtay’da aleyhime bozulmuş ve Ankara DGM’ce onaylanmıştı...
Dergi sürecinde 1989 başlarında tutuklanmama gerekçe yapılan ilk yazım; Nazım Hikmet’in Kürt sorununa ilişkin bir mektubundan giderek kaleme aldığım ve imzasız olarak önce 2000’e Doğru dergisinde yayımlayıp, beraat ettikten sonra kendi ismimle dergimde yayımladığım “Nazım Hikmet ve Türk- Kürt Halklarının Kardeşliği” yazısıydı (Ocak-1989).
Yazı İşleri Müdürü’yle birlikte önce Ankara Emniyet’te gözaltına alınmış, ardından o dönem Cunta tarafından kamulaştırılan CHP Genel Merkezi’nde faaliyet yürüten Ankara DGM’de Savcı ve Yedek Hakim karşısına çıkarılmıştık. CHP binası AVM tarzında inşa edilmişti. 2. katta bulunan Askeri Savcı Yzb. Ülkü Coşkun, ifademizi aldıktan sonra, kapıya çıkarak 4. kattaki Yedek Üye Muhittin Mıhçak’a şöyle sesleniyordu: Muhittin, iki kişi gönderiyorum, bunları tutukla!..
Tabii, emir demiri kesiyor ve yazının daha önce yayımlandığı dergi ile İstanbul DGM’nin beraat kararlarını göstermemize rağmen, Yedek Üye Mıhçak bizi tutukluyordu. Gerekçe, “halkı ırk ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek”ti...(Bkz. M.Bayrak: Kürt Kimliği Mücadelem/ Yargılayan Savunmaların Sunduğu Gerçekler, Özge yay. Ank. 2023, s. 103-108)
Bu tutuklulukta, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde 2 ay kalıyor ve “İşkenceye ve Kötü Muameleye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin Türkiye açısından yürürlüğe girdiği 10 Mart 1989’da tüm 4. Koğuş olarak bir toplu dayak ve işkenceden geçiriliyor ve 2 kişi beyin travması geçirmekten gece hastaneye kaldırılıyorduk... Ertesi yıl, aynı yerde 10 PKK’li tutsak kurşuna diziliyordu...
Peki kimdi bu Muhittin Mıhçak?
Üstteki kitapta “Mıhçak’ın Hukukçuluğu ve Tayyip Erdoğan Olayı...” başlığıyla bu konuya da yer vermiştim (Bkz. Age, s. 173-176).
Mıhçak, daha sonra kulis yaparak Yargıtay 8. Ceza Dairesi’ne üye olarak atanmıştı. Nasıl kulis yaptığını da, hem Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk ile üniversiteden arkadaşı ve 4. Hukuk Dairesi Başkanı Bilal Kartal’dan doğrudan dinlemiştim...
İlgili bölümde şu girizgâhı yapmıştım: “Bilindiği gibi, Refahlı İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Siirt’teki bir konuşmasından Diyarbakır DGM’ce verilen hapis cezası, Yargıtay 8. Dairesi’nce 1’e karşı 4 oyla onanmış ve bu karar Fazilet Partililer’ce şiddetle protesto edilmişti. Bu tepkilerin süreceği ve düşünce özgürlüğü sağlanıncaya kadar da devam edeceği açıktır.
Bir yandan, şimdilerde düşünce özgürlüğüne sarılan Türk- İslamcı Refah/ Fazilet hareketi; öte yandan Yargıtay 8. Ceza’da “hukuk” adına bu cezaya karşı çıkan eski bir DGM hakimi Muhittin Mıhçak. (...) Mıhçak, Erdoğan’ın cezalandırılmasına karşı çıkarken, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşma ve sözleşmelere, bu arada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak, özetle, Erdoğan’ın bu konuşmayla ‘eleştiri’ hakkını, dolayısıyla demokratik ve hukuksal bir hakkını kullandığını, bundan dolayı da bu konuşmanın suç oluşturmayacağını vurgulayarak, muhalefet şerhi veriyordu...” (Bkz. Age, s.173)
Bu muhalefet şerhinin arka planına ilişkin de birçok söylentiye tanık olmuştum ancak yeri burası değil... İşin beni ilgilendiren tarafını, 2000 yılında ülkeye döndüğümde, Başkan Selçuk’un odasında karşılaştığımızda doğrudan yüzüne söylemiştim. Beni kapıda karşılayan Sayın Selçuk, odasında kendisiyle tanıştıracağı sırada, Mıhçak’ı DGM Yedek Üyeliği’nden tanıdığımı ve yayımlanıp beraat etmiş yazıdan beni tutukladığını yüzüne haykırınca, odada duramamış ve çıkıp gitmişti...
Gelelim Erdoğan’ın serzenişine. Erdoğan, kendisine verilen 3 aylık cezayı her gündeme getirişinde, Ziya Gökalp’e ait bir şiiri okuduğu için “mezhebî” sebeplerle cezalandırıldığını söyleyerek, üye çoğunluğunun Alevilerden oluştuğu için ceza verildiğini ima eder ve dertlenir... Oysa, aynı daire benim de kitaptan aldığım 6 aylık bir cezamı 2 yıla çıkarmıştı. Üstelik, ilgili Daire Başkanı ve kimi üyeler benim inanç kimliğimi de biliyordu; çünkü konu Kürt Destanları idi...
Ziya Gökalp’ın böyle bir şiiri var mı?
Erdoğan, gerek basına yansıyan açıklamalarında gerekse bu ceza konusuna değinirken; okuduğu şiirin Ziya Gökalp’a ait olup, Selçuklu Sultanı Alpaslan ile Romen Diyojen’in karşılaşmasını anlattığını iddia ederek kendisini savunur. Oysa, konunun uzmanlarından olup, karanlık güçlerce katledilen Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil ve Şevket Beysanoğlu ile birlikte “Ziya Gökalp uzmanı” sayabileceğimiz, Gökalp Külliyatı’nı yayımlayan edebiyat araştırmacısı Fevziye Abdullah Tansel’in TTK’nca 1977’de yayımlayan ve külliyatın 1. Cildi olan “Şiirler ve Halk Masalları”nda böyle bir şiir mevcut değildir. İlk kitaplarımdan olan “Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri”nde; Gökalp’ın, Viranşehir’li Aşiret Alay Komutanı olan İbrahim Paşa’yı eleştiren “Şaki İbrahim Destanı”na yer vermiştim (1985). O tarihten beri kitap elimin altında. Erdoğan’ın yaklaşık 25 yıldan bu yana yaptığı konuşmalardan dolayı incelediğim kitapta böyle bir şiire rastlamadım. Konuyla ilgili başlıca manzume, iki perdelik bir manzum piyes ancak böyle bir şiir yok...
Bilindiği gibi, Ziya Gökalp aslen Amedli ve Yahudi kökenli bir İttihadçı Osmanlı aydını. Başlangıçta Halil Hayali Bey’le birlikte Kürtçe Alfabe ve Gramer çalışmaları da yapmasına rağmen, İttihadçılarla ilişki içine girdikten sonra elindeki Kürt kültürüyle ilgili çalışmaları imha eder. Halil Hayali Bey’in, tek kişi olarak 1909’da yayımladığı “Elifbayê Kurmancî”yi tesadüfen Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde “Arap Harfli Türkçe Eserler” bölümünde bulmuş ve 1994’te Kürdoloji Belgeleri-1’de yayımlamıştım.
Ziya Gökalp’ın Amed’li Kürdistan Yahudilerinden olduğunu ilk kez Özal’ın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler bana söylemişti. Kendisi, Meclis Kütüphanesi’nde aslen İstanbul Yahudilerinden olan Yusuf Besalel’in “Osmanlı- Türk Yahudileri” adlı İngilizce kitabının pdf’sini bana vermişti. Gerçekten, Ziya Gökalp dahil eski Yahudi aydın ve ailelerin tümü kitapta yer alıyordu. Zaten, Türk milliyetçiliğinin başlıca kuramcıları Mehmed Ziya (Gökalp), Mois Kohen (Tekin Alp) ve Parvus Efendi gibi Yahudi aydınlardı. Esasen, 5 kurucu üyesinden 2’si Kürt aydınları olan İttihad ve Terakki Hareketi, 1912 Selanik Kongresi’nden sonra tümüyle Balkanlı ve Kafkaslı aydınların eline geçmiş, 1913 Babıali baskınıyla Parti olarak iktidara geçince yeni toplum dizaynı için Talat ve Enver Paşa’lar, doğrudan Ziya Gökalp’ı görevlendirmişti. Öngörülen proje; “Etno-dinsel temizlik, Tek-tipleştirme ve Türk- İslamlaştırma”ydı. Kürtler’le ve Aşiretlerin iskânıyla ilgili rapor hazırlama görevi Arnavut kökenli Naci İsmail’e (Pelister); Kızılbaşlık - Alevilik’le ilgili rapor hazırlama görevi Dağıstanlı Çerkez Baha Said’e verilmişti.
Newyork’a gittiğimde kitabın aslını almak istedim ancak mevcudu kalmamıştı. Türkiye’deki Türkçe çevirisi de Abdullah Özkan’ın Gözlem Yayınları’da çıkmış ancak burada Ziya Gökalp’la ilgili bölüm çıkarılmıştı...
Ziya Gökalp’e, Malta sürgünü dönüşü Rıza Nur aracılığıyla Kemalistlerce de “Kürt Aşiretleri”ne ilişkin bir çalışma yapma görevi verilmiş; bunun bir nüshası da bizzat M. Kemal tarafından birçok gizli belgesini ilk kez yayımladığım Şark İlleri Asayiş Müşaviri ve Etno- Politika Uzmanı Prof. Hasan Reşit Tankut’a verilmişti.
Vehbi Dinçerler, bakanlığı döneminde Ziya Gökalp’ın henüz basılmamış “Türkiye Demoğrafyası” konulu yayımlanmamış bir çalışmasını gördüğünü ve bunun bir kopisini bana da vereceğini söylediği halde hâlâ vermedi. “Milli Mücadele”nin ünlü Kürt kahramanı Antep’li Karayılan’ın çocuklarının yanında okuduğunu söyleyen Vehbi Bey’den hâlâ bu çalışmayı beklediğimi belirterek, sözlerimi noktalayayım…