Güney Kurdistan petrolleri krizi

Aykan SEVER yazdı —

  • 2014'te TC-Barzani yönetimi arasında yapılan ve mahiyeti tam olarak açıklanmayan petrol anlaşmasıyla Kürt petrolleri uluslararası pazarlara TC üzerinden ulaştırılıyor, gelirlerin ağırlığı TC bankaları bloke edilirken bunun bir kısmı da Erdoğan'ın valiliğine dönüşmüş olan Barzani yönetimine aktarılıyordu.
  • Son dönem bu doğrultuda asıl olarak Kürtlere ve KÖH'e karşı olmak üzere Bağdat-Ankara ve Tahran arasında sınır anlaşmaları yapıldı. Bağdat, Tahkim Mahkemesi’nin kararını Güney Kurdistan üzerinde hakimiyetini artırarak kullanmaya niyetli.
  • ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yayınladığı insan hakları raporu KDP yönetimine dönük bir çok eleştiriyi barındırıyor. Barzani çevresi bu raporu tepkiyle karşıladı. Fakat bu arada yelkenler indi, gaspçı tavırdan vazgeçip seçime gitmeyi kabul ettiler.
  • TC artık ucuza petrol temin edemeyecek. Fakat bu rejimin Kürtlerin statüsünü ortadan kaldırma ve başta Musul-Kerkük olmak üzere petrol bölgelerini işgal hedefinden vazgeçtiği anlamına gelmez.

Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası başlayan post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşı bugünlere gelmeden önce çeşitli evrelerden geçti.

2001'de gerçekleşen 11 Eylül saldırıları bu savaşın içerisinde ABD'nin hegemonik siyaseti açısından yeni atakları besleyen dönüm noktalarından biri oldu. Nitekim 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak'a dönük geliştirilen işgal harekatları başladı. Bu hamlelerin hedefinin elbette bir boyutunu enerji kaynaklarını, madenleri kontrol etmek oluştursa da temelde ise Amerika'nın hegemonyasını, liderliğini simgeleyen Yeni Dünya Düzeni adı verilen kapitalist-emperyalist sistemin kurallarını kabul ettirmek vardı. 2003'te Irak'ın işgali sonrası sıra bölgenin paylaşılmasına geldi. Genel hegemonya ABD'ye ait olsa da petrol üzerinden çok sayıda uluslararası şirket bölgede anlaşmalar yaptı.

İşgalin öncesi TC devlet içi anlaşmazlıklar ve yoğun muhalefet nedeniyle işgale doğrudan katılamadı. Bu durum ABD'nin askeri inisiyatifini ön plana çıkardı. Fakat baştan planlanan NATO ortağı olan TC'nin bu bölgede hegemonyasını kurarak İran'a karşı tampon bölge oluştururken kendisinin de bu zemini kullanarak Batı'ya sadık bir bölgesel güç olmasıydı. Bu yaklaşım Özal dönemiyle açıktan başlayan TC'nin klasik sömürgecilikten, evrilerek modern emperyalist bir devlet olma ülküsü ile çakışıyordu.

Fakat hesap yapmak ayrı bir şey bir de bunları olur kılmak tamamen ayrı. ABD'nin Saddam'ın dayandığı Sünni kesimlere baskı ve Şii çoğunluğun önünü açan yaklaşımı İran'ın Irak ve Ortadoğu'nun genelinde insiyatifi oluşturmasının da yolunu açtı.

Paralel süreçlerde şekillenen Güney Kurdistan zengin petrol kaynaklarına rağmen ulusal birliği sağlamadığı gibi en temelde çıkar çatışmaları diyebileceğimiz türden faktörler nedeniyle giderek inisiyatif yoksunu, bölünmüş bir toplumsal yapının şekillenmesinin yolunu açtı. Bu süreçte TC emperyal hedefleri doğrultusunda KDP yönetimiyle yakınlaştı. 2014'te TC-Barzani yönetimi arasında yapılan ve mahiyeti tam olarak açıklanmayan petrol anlaşmasıyla Kürt petrolleri uluslararası pazarlara TC üzerinden ulaştırılıyor, gelirlerin ağırlığı TC bankaları (muhtemelen Halkbank'da) bloke edilirken bunun bir kısmı da Erdoğan'ın valiliğine dönüşmüş olan Barzani yönetimine aktarılıyordu. TC'de bankalarında yatan kısmı büyük oranda rejimin sermayedarlarına verilen kredilerle zengin etmek, TC'nin militarist yatırımlarına ve Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşı finanse etmek için kullanıldı.

TC üzerinden Güney Kurdistan petrollerinin satış işi Bağdat yönetiminin rızası dışında yapılıyordu. Bu arada Bağdat merkezi bütçesinden Güney Kurdistan için ayrılan pay da kesildi. Bir çok kamu görevlisi bu süreçte maaşını alamaz hale geldi.  

Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Tahkim Mahkemesi Irak'ın başvurusu üzerine Irak-TC arasında 1973 yılında yapılan bir anlaşmayı TC'nin Güney Kurdistan'dan petrol alarak ihlal ettiğine karar verdi. TC'yi de 1.4 milyar dolar tazminat ödemeye mahkum etti. Bu durum bir süre petrol akışının durmasına yol açtı. Bazı petrol şirketleri sahadan çekilme kararı alırken bazıları da üretimi durdurdu. Bu hafta başı ise Bağdat ile Hewlêr arasında Kurdistan Bölgesi petrolünün ihracına yönelik görüşmelerin sürdüğü ve tarafların bazı konularda anlaşmaya vardığını bildirdi. Muhtemelen Bağdat'ın kontrolünde petrol akışı yakında başlayacak.

Bütün bunlar son dönem en temelde ABD-İran arasında TC ve İsrail'in de eklendiği hegemonya savaşının açığa çıkardığı karmaşıklığın dahilinde şekillendi. ABD bölgedeki askeri varlığını koruyarak Irak üzerinde etkisini artırmaya çalışıyor. Jin, Jiyan, Azadi eylemleriyle görece iç sarsıntı geçiren İran ise Bağdat üzerindeki etkisinin kaybolmasını istemiyor. Son dönem bu doğrultuda asıl olarak Kürtlere ve KÖH'e karşı olmak üzere Bağdat-Ankara ve Tahran arasında sınır anlaşmaları yapıldı. Bağdat, Tahkim Mahkemesi’nin kararını Güney Kurdistan üzerinde hakimiyetini artırarak kullanmaya niyetli. Bu aynı zamanda Güney Kurdistan üzerinde İran nüfuzunun artması anlamına da gelebilir.

Fakat ABD'nin de görünen o ki Güney Kurdistan üzerine çeşitli tasarıları var. Geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yayınladığı insan hakları raporu KDP yönetimine dönük bir çok eleştiriyi barındırıyor. Barzani çevresi bu raporu tepkiyle karşıladı. Fakat bu arada yelkenler indi, gaspçı tavırdan vazgeçip seçime gitmeyi kabul ettiler. Amerikan yönetiminin son dönem Rojava üzerinden Bafıl Talabani'yle geliştirdiği ilişki dikkat çekici. Muhtemelen bu diyaloğun Talabani cenahını İran etkisinden uzaklaştırmak gibi bir hedefi varken Bafıl Talabani'nin bölge siyasetinde önemli bir aktör olma arayışının da belirleyici bir rolü olmalı.

TC'nin pozisyonuna gelince, artık ucuza petrol temin edemeyecek. Fakat bu rejimin Kürtlerin statüsünü ortadan kaldırma ve başta Musul-Kerkük olmak üzere petrol bölgelerini işgal hedefinden vazgeçtiği anlamına gelmez. Nitekim Bağdat yönetiminin geleceği belirsiz. Özellikle iklim krizinin yarattığı sorunlar ve  şimdilik zoraki yapıştırılmış gibi duran etnik ve dinsel çatlakları aynı zamanda uluslararası baskıları nasıl, nereye kadar göğüsleyeceği belirsiz. Rejim bu tür kriz anlarını emperyalist tasarılarını ilerletmek için kullanmaya çalışacaktır. Türkiye'de olası hükümet değişikliğinin bu politikalardan TC'yi vazgeçirmesi şimdilik zor bir olasılık, zira Erdoğan 2000'li yılların son periyodunda  bu stratejiyi şekillendirirken sadece kendi çevresinde kümelenen lümpen burjuvazinin değil, iktidara "restorasyoncular" eliyle yeniden bütünüyle oturmayı planlayan TÜSİAD gibi geleneksel sermaye kesimlerinin de desteğini almıştı. Restorasyoncu cephede rejimin emperyalist politikalarının şekillenmesinde önemli rol oynayan Davutoğlu ve Babacan gibi iki önemli figürün olduğunu da unutmayalım.

Nitekim rejimin Güney Kurdistan, Rojava ve Suriye'de sürdüğü işgalin yanı sıra DAİŞ'le ortaklığının arkasında da elbette bu strateji yatıyordu. Hatırlayacak olursak DAİŞ'in ilk hedefleri arasında Suriye'nin petrol bölgelerinin yanı sıra Musul ve Kerkük de vardı. DAİŞ eliyle TC başarısız olsa da aynı hülyaları sürdürüyor…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.