Güney Kürdistan’ın ilhakına doğru gibi

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Hulusi Akar, geçtiğimiz günlerde, yeni bütçenin konuşulduğu parlamento komisyonunda, bir milletvekiline cevaben, “Türkiye’de ve Türkiye’nin dışında, Kürdistan diye herhangi bir coğrafi bölge yoktur” diyordu. Bu inkar, işgal altındaki ülkenin ilhakına dair, ön haberi gibi...

Evrende kabul görmüş, “kim, ne olduğu önemli değil, siz onun ne olacağına bakın” diye, bir bilgenin sözü vardır. Ve ihanetin evrensel tarihi, kimin “ne olduğu”na dair, çapıcı örneklerle doludur.

Mesela “babalar ve oğullar”dan, hareket edersek eğer, mirasa ihanet konusunda, “pek çok Mitos” babanın evladını, yerlerde süründürüyor görürüz. Kürtler, 200 yıldır kitlesel eylemde oldukları için, bu alandan bir örnekle, ihanete giriş yapalım.

 Emiliano Zapata, Meksika’da köylülerini ezen “Senyörler” düzenine karşı, 1910 yılında başlayan başkaldırının lideri, efsanevi bir “demokratik devrim” savaşçısıydı. Sonra ideali uğruna, onlarca kurşunla delik deşik edilerek öldürüldü. Köylülerin, daha sonra kutsayarak kucakladığı oğlu, babasının da anısına ihanetle, kalıbının adamı çıkmadı. Senyörlerin adamı olarak, soygun dünyasında yerini aldı.

Oğlan babasının kanıyla, halkın çıkarını dürüp ikisini bir arada sattı.

Tarih, “kurtarıcısı” rolündekilerin, daha sonra halkını esir alıp ülkelerini, esir kampına çevirenlerin kaydını da tutuyor. Nikaragualı Daniel Ortega, bu konuda yaşayan bir örnektir. 

Ortega, “çok ileri bir devrimci”ydi. Nikaragua’yı çiftliği, özel işletmesi gibi yöneten Somoza ailesine başkaldıran Sandanista Ulusal Kurtuluş Cephesinin lideriydi. Halk, mücadeleye filmlere de konu olan destansı bir katkı sundu. Büyük fedakarlıklara katlandı. Ama emekler boşa itmedi. Savaş kazanıldı. Somoza yönetimi düşürüldü. 1979 yılında Başkent Managua ele geçirildi.

Ve Ortega dönemi başladı. Başlangıçta çok hızlı bir devrimciydi. 1984’de seçime girdi ve devlet başkanı seçildi. Sonra iki dönem kaybetti. Ama, 2006 yılından beri yeniden devlet başkanı. Eşi Rosario Murillo da yardımcısı. Karı-koca, bu arada birlikte, büyük bir başkalaşım geçirdi. Devrimcilikten, Somoza’yı aratmayan Faşist bir çizgiye savruldu. Nikaragua’da Türk Recep Erdoğan modeli olarak belirdi. Şu an hapishanelerinde, 49 muhalif lider yatıyor. Medya, Erdoğanvari denetim altında. Gazeteciler mahpus. Karı-kocanın sevmediği lakırdı da suç.

Yani diyorum ki, kimin ne olduğu değil, ne olacağına bakmak gerekiyor. Kurtarıcı Ortega şimdi faşist. Türk Recep’in  “ileri demokrasi”si de öyle...

Konumuz Barzanigiller gelince: Büyük Baba (Mele Mistefa Barzani), Başkaldıran Kürtler soyundan gelen bir isyancıydı. Oğul (Mesud) onun yolunu tuttu. Kürtler, bu mücadelede büyük acılar çektiler. Yüzbinlerce kişi öldü. Sayısız ailenin soyu kurudu.

Ama sonunda, Amerika’nın müdahalesiyle Irak Kürdistanı, Başûr veya Güney Kürdistan denilen topraklar, gerçek sahiplerine geçti.

Mesud Barzani fiili eylemle, lider koltuğuna oturdu. Başkan oldu. Sonra iki başkanlık daha oluşturup birine oğlu Mesrur Barzani’yi oturttu. Kardeşinin oğlu ve damadı Neçirvan  Barzani’ye de bir başkanlık koltuğu tahsis etti. Kendisi, zaten başkanlar başkanıydı. Aile üçlüsü (Triumvira) ülkeye hükümran oldu. Giderek demokratik ses ve renkler kaybolmaya, bu arada Amerika ile ilişkiler flulaşmaya, “Türk dostluğu” boy vermeye başladı.

Üretime “boş” verildi. Ülke ekonomik olarak, Türklere bağımlı kılındı. TC’den gelmeyince insanlar ayran bile içemez oldu. Yumurtaya hasret kaldı.

O arada, Triumvira “gerçek başkan” gibi davranınca, Türkler çok kızdılar. Mesela, 2017 yılında, “Kürdistan devlet olsun mu?” mealinde bir soruya cevap arayan referandum düzenlendi. Ve soruya evet cevabı çıktı. Türkler, ertesi gün topları, tankları, füzeleriyle ülke kapısına dayandılar. Referandumun iptalini istediler. Bu istek kabul edildi.

Bundan sonra “dur bakalım, şimdi ne olacak?” denirken, “dostluk aşkı” daha da pekişti. Ülkenin kan damarı petrol, 50 yıllık süre ile Türklere “teslim” edildi. Bağımlılık geliştirildi. Siyasal, sosyal ve askeri alanlar dahil, bütün hayat damarları el değiştirdi. 

Baba, oğul ve damadın hükmü silindi. Sonunda beklenen oldu. Türkler, sınırı “yok”lara karıştırdılar. Kimseye danışma gereğini duymadan, PKK ile savaş adı altında, ülkeye girdiler. Her tepede birer askeri üs kurdular. Güvenlikleri için tehlikeli diye köyleri boşalttılar. Ormanları paraya dönüştürmek için  kestiler. Bağ, bahçeleri yaktılar. Şimdilik üçlüye makam yasağı yok, ama bir Kürdistan pulu yayınlamaya kalkışınca, az daha kıyametler kopacaktı. Neyseki “o pul” kullanıma sokulmayacak ilanıyla, olası sakatlıklar engellendi ama, işgal nedeniyle Kürt’e, Kürdistan yasak.

Dahasını da yaptılar. Dünyaya karşı, “biz ulusal kurtuluş savaşından geliyoruz” naraları atan Barzanigiller ailesi, Türklerin nam ve hesabına, “PKK’ye karşıyız” diye diye kuzeylilere, var olma savaşı veren Şengalliler ve Rojava’da cephe açtılar. Bunlarınki nasıl ulusalcılıksa...

Bilmiyorlar ama, güneşli bir gün ve onurlu bir hayat için savaşanlara, cephe açmak insanlık suçudur. Kendi torunlarına bırakacakları katran karası utançtır.

Bu hallerden sonra “ben, babam ve atam” böbürlenmesi büyük ayıptı.

Her neyse, öteki Kürtlere açtıkları “şer” cephesi bir yana, Güneyliler -Başûr- onur savaşında çok çektiler, onların anısına saygılı olmak gerekti. Ama ne gezer. Kan ve alın teri karşılığında kazanılan ülke, Türklere ikram edildi. Ülkeye “çökenler”, Recep Erdoğan rejimini de, oraya taşıdılar. Geçenlerde biri, “petrolümüz, her şeyimiz var ama açız” dediği için tutuklandı. Medya, TC’deki gibi “şahsım”ın düdüğü. Özgürlükler kısıtlı.

“Bende”niz, bir süre önce, “Türkler, yakında bunlara hadi gidin derse şaşmayın” diye yazmış ve olmadık saldırılara maruz kalmıştım. Ama ben ne yapayım ki, o günlerin ayak sesleri duyuluyor. “Teslimatı” yapanlar, kanı, canıyla emek veren halkın yüne, nasıl bakacaklar bilmiyorum. Ancak işgalciler, ülkenin isminin inkarını, adeta “davul-zurna” sesleriyle ilan ettiler, bile.

Savunma Bakanı Hulusi Akar, Türk rejiminde sıradan biri değildir. Genelkurmay eski Başkanı ve o dünyada, Recep Erdoğan’ın sonrasının boşluğunu dolduracak diktatör adayıdır.

Hulusi Akar, geçtiğimiz günlerde, yeni bütçenin konuşulduğu parlamento komisyonunda, bir milletvekiline cevaben, “Türkiye’de ve Türkiye’nin dışında, Kürdistan diye herhangi bir coğrafi bölge yoktur” diyordu. Bu inkar, işgal altındaki ülkenin ilhakına dair, ön haberi gibi...

İşgalci başı, HDP Amed Milletvekili Garo Paylan’ın “niye? Irak Kürdistanı yok mu?” sorusunu, “yok, yok” karşılığıyla kestirip atıyordu. 

Bu utanmazların, yarın “Kürdistan” diyen baba, oğul ve damat için, tutuklama emri çıkarırsa şaşmayın. Bunlarda olmaz, olmaz...

Ancak, bunları suçlamıyorum, ben. Ülkenin kapılarını sonuna kadar açanlardır, suçlu. O nedenle, kimse ah ben neydim demesin. Kimin ne yaptığı ortada. Herkes, kazanılmış ülkeyi kime ve ne karşılığında peş-keş çektiğine baksın!..

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.