Güney’den ‘Hewar’ sesleri

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

Irak Kürdistanı diyorlar, Kürt yurdunun bu parçasına. Başûr veya Güney Kürdistan…

Kimse bize “Rustemê Zal” rolü oynamasın. Bu parçanın, Arap işgalinden kurtarılmasında, yer yüzü  Kürtlerinin kanı, emeği, alın teri vardır. “Cahş”ların bile…

“Xwîn nave av” derler Kürtler. Başûr’da da kanın suya dönüşmediğini, “Cahşlar”ın başkaldırısında gördük, yaşadık. Amerika’nın desteğinden sonra, cahşlar en önde, namlularını Saddam (Irak)’ın ordularına doğrulttular. Ranya’dan yola çıkıp Hewlêr’e vardıktan sonra, Avrupa’ya yerleşmiş, İran Kürtleri, Rojavalılara sığınmış bir kısım “kurtarıcılar”, “büyük fedakarlar” rolünde geri döndüler.

O nedenle, Celal Talabani’nin oğlu, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (YNK) lideri Lahur Şeyh Cengi Talabani’in bir sözünden hareketle, Başûr bir ailenin veya aşiretin değil herkesin, bütün Kürtlerin yurdudur. Tıpkı Bakur, Rojava ve Rojhilat gibi…

Gelgelelim, “kurtarılmış Başûr” kısacık bir sürenin sonunda, bugün yeniden darda. Ülke, bir baştan öte başa kadar, nokta nokta işgal altında. Toprakların dokunulmazlığı diye bir kavram, sınırların egemenliği diye bir şey kalmadı. Ülkeye diledikleri gibi giriyor, havadan bombalar yağdırıp katliamlar yapıyor, Kerkük ve Musul’a uzanan güzergahta, diledikleri yere yeni işgal üsleri kuruyorlar.

Fazla akla, keskin zekaya da gerek yok. Gözü olan manzarayı görüyor. Kulağı olan duyuyor ki, asıl hedef Kerkük, Musul’dur. Bu hedef yeni değil, yüz yıl önce çizili belirlendi.

PKK, bahane. Yüz yıl önce, PKK mi vardı?

Heftenîn, Hakurkê, Avaşîn alanlarına indirilen işgal taburları ile Kerkük yollarına taşlar döşeniyor. IŞİD’in orada beslenmesi de boşuna değil.

Tek ağaca bakmayı bırakıp geniş bakalım ve ormanı görelim artık.

İşgal lokal değil. Geneldir, bütündür. İşgalciler, planlı bir yayılma ile bugün, Kürt şehirlerinin de egemenleridir. Kürt yasaları hiç bir yerde yok. Dağlar bombalarla delik deşik ediliyor. Diledikleri yere baskın yapıyor, insan tutukluyor, kimin ülkeye girip girmeyeceğine onlar karar veriyor, her türlü anlaşma, sözleşme onların onayından geçiyor.

Her yerde hoyratlık ve onur kırıcı bir aşağılama. O yüzden, Irak rejiminden sonra, ülkenin dört bir yanında, yeniden “hewar” sesleri yankılanıyor. Kürt’ün yurdu, Kürtlere yasak. Kürt, işgal üssü tedirgin oluyor diye sürüsünü otlağa çıkaramıyor. Bağı, bahçesi, bostanı tarlasına gidemiyor. Yaz sıcağında ceviz ağacının gölgesinde oturamıyor.

Şeladizê tepeleri, Irak ordusuna mezar olmuştu, geçmişte. Süleymaniye’ye bağlı Kunamasî’de destanlar yarattılar, kurtuluş savaşçıları.

Kunamasî ile Şeladizê köylerinin PKK ile ne alakası var? Katil, katliam için buraları boşuna seçmedi. Kürtlerin onurunu kırmak, Saddam’ın geri dönüşünü haber vermek ve Kerkük’e giden yola taş döşemek için bu katliamlara girişti.

Barbara karşı, Kürt ulusal ruhunun birliği çabalarının yoğunlaştığı bu ortamda, niyetim yaraları kaşımak, kimseyi incitmek değildir. Ama işgalciler zorla gelmediler. Avrupalı beyazların yöntemiyle gülücükler, incik-boncuk dağıtarak, “yardımseverlik aziz” postu giyerek kapıdan içeriye girdiler.

Avrupalı beyazla olduğu gibi burada da, tatlı alış-veriş pazarları kuruldu. Ticaret adı altında Kürt ülkesinin zenginlikleri talan edildi. Parası, varlıkları çalındı.

Daha dün başladı, bütün bunlar. “Kurtuluş”tan hemen sonra. Tanıkları yaşıyor. Hepimiz, bunları tanıyan, ruh kirliliklerini, vicdandan yoksun zalimliklerini bilen herkes, tehlike çanları çalıp Ahmed Arif’in “bunlar çiyanlardır” sözünü haykırarak, uyarıda bulunduk. “Soyuna, bir nefes özgürlük solumana, yüzünün gülmesi, ağzına götürdüğün kaşığa düşmandır bunlar, yapmayın” dedik.

Ama, uyarılara kulak vereceklerine, bizlere kinlendiler. Düşman kesildiler. “Kalem cahş”larını, üstümüze salıp sövdürdüler. Hakaretler yağdırdılar.

Oysa yanılmayı, çok isterdim kendi payıma. Ne yapalım ki kurt, kurttu. Başına kuzu postu geçirmekle enimile olmuyor, kuzu kesilmiyordu. Vakti geldiğinde, vahşetin çağrısına uyup besleyen eli ısırmakla da kalmıyor, gırtlağa dişini geçiriveriyordu. Tarihlerinin özeti budur. Özlerinin değişmezliğiyle, bir kere daha gün aydınlığındaydı, onlar…

Bunların, “ecdat” dedikleri Osmanlı da böyleydi. Yaşamaları için yer ve çobanlık işi veren Bizans’ın, gırtlağını kopardılar güç haline gelince. Yurtlarını ellerinden alıp ocaklarını söndürdüler. “Din kardeşine yardım” kandırmacasıyla gittikleri Arabistan yarımadasını, Kuzey Afrika‘yı darağaçları ile donattılar. Kadim zamanların olayları orada dursun, ama daha dün, garantör ayağına girdikleri Kıbrıs’ın hali ortada. Hatay “pay u mal” edildi.

Yeni zamanda, Efrîn’e bakın. Kürt yurduydu, orası. Kurtların hücumundan sonra, ne Kürt kaldı, ne de insani bir düzen. Serêkaniyê‘, Girê Spî kanlı haramilere barınak oldu.

Ve şimdi, üslerle çembere alınmış Hewlêr var, önlerinde. Süleymaniye’de (Kunamasî ile) ilk vuruşlarını yaptılar. Bu hattan giderek Kerkük ve Musul’a varmak istiyorlar.

Gözü olan görüyor, kulağı olan tank, top, füze seslerini duyuyor. Geçmişte, Irak rejimine karşı canfeda savaşanlar, bu hazırlıkları gördükleri, gidişatın ayak seslerini duydukları için “Hewar” (imdat) diye feryat ediyorlar.

Özetin özeti PKK bahane, niyetleri ise derin. Niyet, bütün olarak Başûr’un işgali ve oradan Kerkük ile Musul…

Azgınlığı ele almış ırkçılığın, Kürt ve Kürdistan sözü ile “kesk û sor û zer”in bir arada dalganlamasına tahammülü yok. Tahammülsüzlüklerini, “beka meselesi” olarak açıklamışlardı, zaten…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.