Haydut devlet çatırdarken

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kendini sultan sanan ve polis ordusu, askerlerden oluşan duvar arasında sokağa çıkabilen Recep diktatörlüğünün suyu ısındı. “Sarı muhalefetin“ prototipi ırkçı Meral, eleştiri adına “birader“ diye seslenmese de gidici...

Görgüsüzlük zor, sonradan görme “melamet“ bir zenaattır. Sonradan görmelerin gülünçlüğünü, “yağı çok olunca, başına sürer“ diye tarif edenler var. Mağaramsı gecekondudan gelip saraylarda ayak uzatarak, uşakların sunumu tropikal meyvelerle beslenen görgüsüze de, “ayranı yok içmeye, tahterevalli ile gider....“ mesela “çiş etmeye“  diyorlar.

Bu Recep, semt pazarı atıkları ile beslenerek büyüdü. İstanbul‘a belediye başkanı  “lojmanı“na taşınıncaya kadar da gecekonduda oturdu. Diz çöküp yer sofrasında mercimek çorbasına kaşık daldırdı.

Sonralar, vergilerin toplandığı “kasaların efendisi“ olunca, ilk işi görkemli bir hayattan gelmiş ve saraysız yaşamayı bilmez olmuş gibi, “İtibardan tasarruf olmaz“ diyerek, çok büyük bir itibara sahip olmak üzere, 1150 odalı bir saray inşa edip taşındı. Ama doymadı. Saraydan geliyormuş gibi, Osmanlılardan kalma köşk ve saray cinsinden yedi binayı şahsına tahsis etti. Yetmedi. Marmaris ve Van gölü sahillerinde birer saray daha yaptırdı. Marmaris’e kaçamak gidiyor, korkudan mı her neyse, Van sahilini sevmedi. Orayı Bilal, “okçuluk şenliği“nde kullanıyor.

Gecekonduların “pexas“sı, halkın vergileri sırtında, kendini itibarlı hissediyor. Onun için, 300 kara lüks arabalık konvoyla seyahat ediyor. Ama cömertlik olsun diye, halkın parası ile satın alınmış oyuncakları bagajlara dolduruyor ve yol boylarında, yangın yerinde insanların başına çay torbaları vur ha vur gibi yapmadan duruyor, çocuklara oyuncak dağıtıyor, itibarını büyütüyor.

 Ve en son, “300 kara arabalı itibarı“ ile yıkıntı altında kalmış insanların kapısındaydı. İşte burada, tarih boyunca hiç bir görmemişin ulaşamadığı görgüsüzlük zirvesine kanatlandı. Kendileri “itibarlı“ görünsün diye, yıkıntı altındanki insanların imdat çığlıklarına kulaklar tıkandı. Açlara yemek dağıtımı durduruldu. Açıktakilere battaniye, çadır dağıtımı kesildi. Bütün güç, görgüsüzlüğün görkemli itibarına harcandı.

Mesela Osmaniye’de yıkıntıları arasında, “şahsına özel“ bir yol açıldı ve asfaltlandı. Ve Recep muhteşem itibarıyla, yıkıntıları selamlaya selamlaya görkemlice geçip gitti.

Bunca ölüm, yoksunluk, açlık arasında “itibarlı“ duruş buydu. Bunu Romalı bir ayı terbiyecisinin kızı olan İmparatoriçe Teodora bile başaramamıştı. Bravo Recep. Sen Türk halkının eşsiz itibarısın. Yola devam!

Gelgelelim, zorba gibi onun da, kendinden menkul “itibarı“ çatırdıyordu. Bir zamanlıların “itibarlı“ları Filipinli Marcos, Irak kanlısı Saddam ve timsahlarla güreşen Ugandalı İdi Amin‘inki gibi.

Bunun yarınını haber veren çadırdama sesi, futbol tribünlerinden geldi. Kalabalıkların “istifa“ haykırışları sarayına bile ulaştı. Ses havada “haydutlar imparatorluğunun yıkılışı“ olarak burgaçlanıyordu.  

Toplu ses, futbol seyircisindendi. Onlar ki, “ben dümenime bakarımcı“ olarak bilinen orta sınıf ve onun üst kesiminin bireyleri olarak biliniyor. Bu kesim, tarih boyunca diktatörlerin ardında durarak çıkarlarını yürütmüşlerdir. Bir zamanların İspanya, Portekiz ve bazı Güney Amerika diktatörleri onlardan güç aldı ve karşılığında onları gözetip besledi. Ortaklık bitince, diktatörler dibe düştü, ötekiler yeni limana açıldılar.  

Ve  burada da diktatör haddini aşınca ortaklık bitti. Çünkü, onu iktidarda tutanların bile sindiremeyecekleri nitelikteki ahlaksızlık ahlak oldu. “Kürtlerle sınırlı“ sözüne rağmen, dikta zulmü genelleşti. Sansür her yanı sardı. Hukuksuzluk, ekonomiyi de altına alıp damarlarını kuruttu.

Ekonomi dahil, bütün hayatın tüm dayanaklarını ayakta tutan adalet mekanizması çöktü. Hırsızı, katili kovalamakla görevli polis teşkilatı ile birlikte diktatörlüğün (onlar tek adam rejimi diyorlar) özel sopası oldu. Sel ve seylanda hazır kurtarma personeli olması gereken ordu, depremde görüldüğü üzere, majestelerinin özel emir eri haline geldi.

Devlet dedikleri olgu, tüm olanaklar ile Saray ve ona biat etmişlerin hizmetinde. Düne kadar, “burası İran veya Afganistan olmayacak“ diye bağıran orta sınıf, İran ve Afganistan havalarını yaşamaya başladı. Sarıklı, sakallı ve cübbeli çeteciler sokaklarda din ve ahlak zaptiyesi kesildi. Din memurları kurumu diyanet, orta çağ yaşama biçimine davetiye çıkarıyor.

Dünün üfürükçüsü, göbek muskacısı, cahil cühela ırkçılardan oluşan sarıklılar, en yağlı ballı ihaleleri kapıyor ve rejimin protokolünde yer alıyorlardı. Herkese kapalı sokaklar onların emrindeydi. Bebek yaştaki çocuk tecavüzcülerini “masum“ göstermek üzere sokakları dolduruyor, istekleri üzere tecavüzcüler, kamuoyundan saklanıyordu. Müziğin yasaklanmasını talep ediyor ve bu talep konser yasaklarıyla hayata geçiriliyordu. Çete unsurları din zaptiyesi olarak görev yürütüyorlardı.

Kısacası orta sınıf, talan ekonomisinden sonra, yaşama biçimlerine müdahale, hayat alanlarını daraltan İran ve Afganistan uygulamaları üzerine, tribünlerde ses vermeye başladılar. Hem de organize biçimde.

Üniversitelerin bunlara katılacağı istihbaratı üzerine, okulları “elektronik eğitim“ adıyla kapattılar. Futbol maçlarının seyircisiz yapılması ise gündemde. Diktatörlüğün tipik uygulamasıdır bu ceza. Ama yasakların çare olmadığı tarihte sıralanan diktatör mezarlıklarıyla bellidir.  

Kendini sultan sanan ve polis ordusu, askerlerden oluşan duvar arasında sokağa çıkabilen Recep diktatörlüğünün (onlar tek adam diyorlar) suyu ısındı. “Sarı muhalefetin“ prototipi ırkçı Meral, eleştiri adına “birader“ diye seslenmese de gidici...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.