Her terör rejimi, sona doğru azgınlaşır

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Diktatör, alkışçılarını da alıp Kürdistan’ın yüreği Amed’e gittiğinde, yerli bir tane kadı bile göremedi. Cinayet mahaline dönmüş katil muamelesi gördü. Bu hınçla saldırdılar gazetecilere. Ayrıca "demokratik cumhuriyet" yeni seçimlere gidiyordu. Diktatöre sınırsız yalan gerekti. Kürt medyası bunu bozuyordu. Ve dahası kimyasal bombalarla işledikleri insanlık suçları vardı. Bunların önlenmesi gerekiyordu. Bunun içindi gece yarısı kapıların kırılması. Bir yıldırma, susturma terörüydü.

Esir alınan gazeteciler ve Şebnem Korur Fincancı üzerine...

Bunların dilinde, bilmedikleri, içeriğini anlamadıkları halde, bir zamanlar demokrasi ve demokratlık kavramları vardı. Sonra bu olgular, Türk aydını dilinde, yavaş yavaş soldu. Daha akustik, alengirli söyleyiş olan "demokratik” kavramı zemine yerleşti. Her politik olgunun önü, arkasına birer "demokratik” sözü oturtuldu.

Kemalist Türk aydınları, en çok da "demokratik cumhuriyet” kavramını sevdiler. Kürtlerin kanlı bir tezgaha gerildiği ortamda sandıklarının kurulması "demokratik seçim”, sandıktan diktatörün fırlaması da "demokratik cumhuriyet”in yerleşmesi kabul edildi. 

Kürtlerin haydutça kırımı, ülkelerinin yangın yüreğine dönüşü, seçilmişlerinin makamdan hapishanelere sürüklenmesi, lirik "demokratik cumhuriyet” kavramını asla karartmıyordu. Cici muhalefet bile, "demokratik cumhuriyetimize sahip çıkalım arkadaşlar" diyorlardı.

"Demokratik cumhuriyet", Recep’in kolundaki milyonluk saati gibi tik, tak dinci terör ile uyumlu işliyordu. Kürt kırımı, işkence, hapishaneler, zindan hayatı bitimine doğru "intiharlar"la süslü demokratik cumhuriyet, "Alis Harikalar Diyarında"ydı.

Ve demokratik cumhuriyetin son dehşeti, bir gecede beş şehirde, ayn anda kırılan kapılarla bir kere daha yaşandı geçen hafta sonu. Kırık kapıların gerisinde, çoğu kadın bir düzine Kürt gazeteci, kameraların çekimi altında, boyunları kırılmak istenircesine bastırılıp işkence edilerek götürülüyordu. 

Bunlar, düşman Mezopotamya Haber Ajansı ve Jinnews’in yönetici, yazar ile muhabirleriydi: Diren Yurtsever, Selma Güleryüz, Zemo Ağgöz, Berivan Altan, Hakan Yalçın, Emrullah Acar, Ceylan Şahinli, Habibe Eren, Öznur Değer ve Derya Ren...

“Yaşasın demokratik cumhuriyet" ne diyelim...

Bu gazeteciler, her şeye rağmen şanslıydı. El Kaide, Müslüman Kardeşler ve IŞİD, kadın esirlerini, gönüllü cellatların eliyle taşlayıp kırbaçlayarak ya da kurşunlayarak öldürüyorlar. Bunlar, onların karmasıydı. Yine de esirlerini katletmediler. Ama yamyam zevkine uygun olarak, uyguladıklarını naklen hayranlarına seyrettirdiler. Bravo Türk mertik ve yiğitliğine.

Esirleri ters kelepçe ile saatlerce tuttular. Yere yarıp üstlerinde tepindiler. Tekmelediler, sövdüler, hakaret ettiler. Yani Türk’ün gücünü elleri bağlı esirlere gösterdiler. Ne mertlik ama...

Esirlerden Zemo Ağgöz’ün, en az iki saatte bir emmesi gereken 45 günlük bebeği vardı. Bebeğe de işkence ettiler. Annesinin emzirmesine izin vermeyerek aç bıraktılar.

Yakışır. Çünkü, Kürt’ün bebeği de, yeni değil 1920’den beri düşmandır. Kürt’ün kuzusu, tavuğu, oğlağı, kırlarının çiçeği, sularının balığı, her türlü malı, mülkü ise vadedilmiş ganimet...

Her neyse, gazetecilere uygulanan bir terör. Amaç ise biliniyor. Her terör rejimi, sonunun geldiğini anladığında azgınlaşır.

Diktatör, alkışçılarını da alıp Kürdistan’ın yüreği Amed’e gittiğinde, yerli bir tane kadı bile göremedi. Cinayet mahaline dönmüş katil muamelesi gördü. Bu hınçla saldırdılar gazetecilere. Ayrıca "demokratik cumhuriyet" yeni seçimlere gidiyordu. Diktatöre sınırsız yalan gerekti. Kürt medyası bunu bozuyordu. Ve dahası kimyasal bombalarla işledikleri insanlık suçları vardı. Bunların önlenmesi gerekiyordu. Bunun içindi gece yarısı kapıların kırılması. Bir yıldırma, susturma terörüydü.

 Ama bilmedikleri bir gerçek vardı. Kürt gazeteciliğini işkence ve zindanla korkutup, namus bildikleri yoldan döndürmek mümkün değilir. Ağababaları, katledilmişleri sıram sıram dizdikleri, Musa Anter gibi bir ermiş yapılıyı katlettiği halde boşluk yaratamadılar. Gidenlerin yeri, arkadan gelenlerce, anında dolduruldu.

Ahmed Arif’in sözüyle söylemek gerekiyorsa eğer, “rivayet sanılmasın" diyorum. Kürtlerin davası var. Yine Ahmed Arif’in dizesiyle  bu dava, "namus"tur. Sonuna kadar sürecek...

Şebnem Korur Fincancı’ya gelince, o safi vicdan, tepeden tırnağa kadar namus olan bir bilim insanıdır. Adli Tıp Profesörü, Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi’nin Başkanı, İnsan Hakları Vakfı’nda da yöneticisi…

Kürtlere karşı kimyasal silah kullanıldığına dair bir soruya, "araştırılmalıdır" cevabını verdiğinde yurt dışındaydı. Diktatörün talimatıyla, savcının hareketini duyduğunda ise döneceği günü de bildirerek, sorularını yanıtlayacağını söyledi.

Ama, "demokratik cumhuriyet" diktatörünün liderliğinde insan avındaydı. Deva Partisi lideri Ali Babacan hariç cici muhalefet de diktatörlüğün safındaydı. CHP cicilerin cicisi olarak en hızlıydı. Sözcüler Özgür Özel Fincancı’nın sözleri için "kabul edilemez" diyordu.

Ve yurda dönüşünden sonra, sabaha karşı ev baskınıyla aldılar onu. Evrakları tamamlayıp hapse koydular. Vicdanlar ayaklandı bu suça karşı.

Esir alınmış, kul haline getirilip "cicileştirilmiş" muhalefetin iri kanadı CHP’nin lideri, Türk faşizminin simgesi kurt gibi uluma talimleriye meşgul olduğu için, son terör dalgasını görmedi, duymadı. Kürdistan hariç, öteki Türk barolarını bilmiyorum ama, çiçeği burnundaki İstanbul Barosu yönetimi de nezle geçiren bülbüldü.

Başa dönersek, "demokratik cumhuriyet" çark etmiş, başa dönmüş, 1920’lerde demirlemişti. Tepede bir diktatör ve ağzının içine bakan tebaa, biat kalabalığı. Al sana, "demokratik cumhuriyet" dedikleri bu haller...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.