HEVAL

Forum Haberleri —

  • Onlar; gerilla gücünün her yere koşanı, nerede ihtiyaç varsa oraya yetişeni, Xızır’ı oldular. O toprakların “Xızır tora haval bi- Xızır sana arkadaş olsun-“ kutsal temennisini, hayatlarının katığı yaptılar.

 

ŞİYAR DERSİM

Zamanın yaz sıcaklığına yoldaşlığın başlangıcını sığdırdılar. İbrahim İzmir’den gelmişti. Göç eyledikleri ve bir türlü köyünün kokusunu, havasını alamadığı, üst üste yığılmış bir kentin soluksuz ortamından. Şerif hep oradaydı. Dersim’in ötesine gitmemişti. Milli Köyünden, Dewres’lerin mekanından gelmişti. İbrahim uzun zamandır kır yaşamından uzak kalmıştı. Gelir gelmez ilk önce mis gibi havayı tüm bedenine doluşturdu. Toprak kokusunu özlediğini farketti. Köyünden sonra yaşadığı zamanın ondan çalınmış olduğunu düşündü. Tekrar doğaya dönmenin verdiği huzuru iliklerine kadar hissetti. Şerif kır çocuğuydu. Dersim’in altını üstüne getirmiş, adımlamadık yer bırakmamıştı. Köyünden kopmadan yaşamıştı. Gerillaları da köyünde görmüştü. İki yıla yakındır aktif milislik yapıyordu. Yarı gerilla sayılırdı. Yani sıfırdan başlamıyordu.

Ağustos’un başında Sefkan’ın yanında biraraya gelmişlerdi İbrahim ve Şerif. İbrahim İzmir’den binbir zorlukla Mazgirt’e yetişmiş, oradan Kızılkayalar’a gelmişti. Şerif yabancısı değildi oraların. Daha önce gerillalara öncülük yapmış, köyünden karşı tarafa gerillaları geçirmişti. Kızılkayalar’ın kayalık ve ormanlık iç içe doğasında gerilla komutanı Sefkan’ın yanında bir araya geldiklerinde, birbirlerini uzun zamandır tanıyorlarmış hissi uyanmıştı. İlk konuşmalarını Sefkan yapıyordu. Onlara kısa, öz gerilla yaşamını, zorlukları anlattı. İbrahim o zorluklara hazırlığını önceden yapmıştı. Şerif zaten içindeydi. Gözleriyle her şeye şahit olmuştu. Yeni yaşamlarını hangi adla sürdüreceklerini sorduğunda her ikisi birden Mahir demişti. O sene Dersim’in komutanlarından Dr. Mahir bir kaza sonucu yaşamını yitirmişti ve o ismi almak her yeni gerilla için büyük bir değerdi. İbrahim ve Şerif, “Mahir olsun adım” deyince, “biriniz farklı bir isim alın” dedi, Sefkan. Hiç tartışmadılar. İbrahim, Şerif’in yarı gerilla gibi olduğunu, kendisinden bir yaş büyüklüğünü ve Dr. Mahir’i görmüşlüğünü düşünerek, isimden feragat edip, Mahir ismini Şerif’e bırakmıştı. Çocukluğunu kendi çocukluğuna benzettiği, çok sevdiği yeğeninin ismini kendisine aldı: Atakan. Artık Mahir* ve Atakan olacaklardı. Şerif gözlerinden sızan gülüşlerle, teşekkür etti İbrahim’e. Bir yoldaşlığın, dostluğun genel ve özel paylaşımı isimden başladı.

Gerillanın Xızır’ı oldular

Kış gelip çatınca Felat’ın bölüğünde biraraya gelmişlerdi Mahir ve Atakan. İkisinin silah arkadaşlığını da aşan dostluğuna, yoldaşlığına Şerger**’de eklenmişti. Felat, kış boyu kamplara girmeden, dışarıda kalabilecek, dinamik bir bölük oluşturmuştu. Mahir ve Atakan’da o bölükteydi. İsim paylaşımından başlayan yoldaşlığa, zorlukların arkasından kalan pekişmiş bir dostluk da eklenmişti. Şerger Sonbahar’da yanlarına gelmişti. Bir yandan kışın zorlukları, düşmanın her gün binlerce askerle yaptığı operasyonlar diğer yandan da ambargo nedeniyle yiyecek bulunmasının zorlukları sarmıştı bölüklerini. Tüm bölük kış boyunca zorluklardan, çatışmalardan, operasyonlardan, açlıktan geçti. Mahir, Atakan ve Şerger hep birbirlerini ve yoldaşlarını hissettiler. Çatışmalarda gözlerini, kulaklarını birbirinden uzak tutmadılar. Birbirlerini hep gözlediler, kolladılar. Bir parça ekmeği önce yoldaşlarına verip par ettiler. Binbir güçlüğün, acının, imkansızlığın içinden kutsal bir yoldaşlık ve bağlılık çıkardılar. O gerilla gücünün her yere koşanı, nerede ihtiyaç varsa oraya yetişeni, Xızır’ı oldular. O toprakların “Xızır tora haval bi- Xızır sana arkadaş olsun-“ kutsal temennisini, hayatlarının katığı yaptılar.

Bahara çiçeklerden önce yetiştiler. Ağaçlara, toprağa, börtü böceğe umut oldular. Doğanın birbirlerine yoldaş tüm canlılarını kıskandırırcasına, yoldaşlıklarını serptiler geçtikleri tüm yerlere. Yaprakların açmasına eşlik eden, doğanın tüm sevinç alametleri, zorlu zamanlarının geride kaldığını söylediğinde, Mahir, Atakan ve Şerger birbirlerinin gözlerine bakıp, içlerinden, paylaştıklarına sinen Heval kokusunu, hayatlarının her anında yanında taşıyacaklarının sözünü veriyorlardı. Yüreklerine, ruhlarına, hayallerine birbirlerine Heval olmanın duygusu damlıyordu.

Bahar üçü için fiziki ayrılık anlamına da geliyordu. Her üçü de yollarının bir daha ne zaman kesişeceğini bilmeden, birbirlerine sarılıp ayrıldılar. Mahir ve Şerger aynı bölgenin farklı alanlarında, Atakan Dersim’in diğer ucuna gidiyordu. Bir yıl sonrası daha uzun ayrılıklar aralarına girdi. Atakan, Önderlik sahasına gidiyordu. Mesafeler giderek çoğalıyor, özlemler katlanıyordu. Atakan’ın deyişiyle “ne yolla olursa olsun, bir insan kimleri kendisi ile birlikte en uzaklara taşıyorsa, onları seviyordur”. Gittikleri tüm uzaklara birbirlerini taşıdılar. Mesafeler bir yıl sonrasında giderek azaldığında Atakan, hem Dersim’e hem de uzaklara taşıyıp, geri getirdiği Hevallerine yakınlaşıyordu. Zamansa 1996 sonbaharını gösteriyordu. Üçü yeniden Rojdere’de bir araya geliyordu. Üçünün son bir arada oluşuydu. Mahir erkenden yanlarından ayrılıp, çalışma alanına gidiyor, Atakan ve Şerger ilk kışları gibi bir kışı yaşıyorlardı.

Yürekte takılan sözler…

1998 yılının bir güz gününde, Şerger akşama kadar süren bir çatışmanın ertesinde toprağa düştüğünde, aynı duygular uğradı Mahir’in ve Atakan’ın yüreğine. Gözlerinden, yüreklerinden bir parça koptu. Geleceğe dair edilmiş sözlerin bir sayfası eksiliyordu. Mahir ve Atakan sonraki sene yan yana geldiklerinde konuşamamışlardı Şerger’i. Sözleri yüreklerinde takılı kalmıştı. Gözleriyle anmışlardı onu. Birbirlerine sessiz cümlelerle anlatmışlardı Şerger’den arta kalanları.

Sonraki zaman en uzun ayrılığı eklemişti Atakan’ın ve Mahir’in hayatına. Mahir geri çekilme kararıyla birlikte, Dersim’i Atakan’a emanet etmiş ve Güney yollarına düşmüştü. İlk defa Dersim’den uzağa adımları taşıyordu onu. O Dersim dışında bir yer bilmezdi. Başka topraklara yüreği, ayakları değmediği için toprak özlemi nedir diye hiç sormamıştı kendine. Dersim’in dışına attığı ilk adımda, bedenine, ruhuna çarpan hasreti hissettiğinde, derin bir boşluğa düşmüş gibi oldu. Atakan, Mahir’i hep bir saf, temiz aşiret isyancısı gibi görürdü. Kendi vatanında doğmuş, büyümüş, herşeyini o topraktan almış ve başka bir toprak bilmeyen, yurt tanımayan, o toprağına göz ve adım değdiğinde, onun için canı pahasına savaşan bir aşiret isyancısı. Mahir’in en çok o isyancı, pür u pak yanını severdi. Mahir’in toprağını kollayan o direnci, başeğmezliği Atakan’ı büyülerdi. O ruh toprağından kopunca, küçük bir çocuğa dönüşürdü.Mahir Güney yıllarına hep toprağının isyancılığını, hasretini, onu alıp götüren duygularını ekti. Uzaklığın acısı her gününe uğradı.

Atakan, Mahir’den sonrasında üç koca yıl daha Dersim’de kaldı. Öyle bir kalış ki, her gününü toprağa, sulara, dağlara, cümle canlısına aşık olarak geçirdi. Ömrünün sonuna kadar bir dewres misali oralarda yaşayabilirdi. Bir parça sac ekmeği ve bir tas torakla, bir köyde ömrünün kalan yıllarını sürdürebilirdi. Ama onu da yollar bekliyordu. O da Mahir’in yaşadığı duygularla, her geçen gün Dersim’in uzaklarını adımladı. 2002 yılının son deminde yetişti Güney’e.

Yıllarca Mahir’i, Şerger’i taşıdı

Çok geçmedi yaz oldu, gerillalar kalabalıklarla yönünü kuzeye çevirdi. Mahir’de 4 yıl nasıl geçtiğini bilemediği bir zamanın ertesinde, ilk yola koyulanlardandı. Sevincinden, heyecandan bıraksalar bir günde dağları, ovaları aşacak gibiydi. Kuzey yollarının öncesinde koştu Atakan’a. Yılların hasretiyle sarıldılar, aradan geçen zamanı yaşanmamış sayarak. Sayılı saatlerini dolu dolu geçirdiler. Mahir’i Dersim’e yolculamanın eşiğindeydiler. Birbirlerine ve Şerger’e olan sözlerini hatırladılar. İçlerinden yinelediler. Mahir’e sıkı sıkı sarıldı, bırakmadı Atakan. Tez zamanda görüşmenin sözünü yineleseler de ikisi de bir daha görüşemeyeceklerinin hüznünü yaşıyordu. Ondandı birbirine sıkı sıkıya sarılmaları.

Mahir, 21 Ağustos 2003’te Beşiri, Kolik Dağı’nda, gün boyu süren çatışmanın ertesinde yaşamını yitirdiğinde, üç arkadaş başladıkları bu yolculukta Atakan tek kalıyordu. O dirençli, pür u pak aşiret isyancısını, acının, sevincin yoldaşını yitirmişti Dersim yollarında. Sona kalmak, tüm acıları toplamaktı onun için. Şerger’den, Mahir’den topladı sırdaşlığı, yoldaşlığı ve hepsini ifade eden en berrak duygu olan Hevalliği. Ömrünün sonuna kadar taşıyacağı, ruhundan eksik etmeyeceği duygular kalmıştı. On yıllık Hevalliklerine nice hasret, acı, zorluk ve sevinç, mutluluk sığmıştı.

Mahir ismi ilk zamanlarda Şerif’e kalmıştı ve şimdi o isim Atakan’ın soyadı oluyordu. Mahir hep onunla birlikte yaşayacaktı, onunla birlikte anılacaktı.

Atakan yıllarca Mahir’i, Şerger’i taşıdı ayaklarının, yüreğinin değdiği her yere. Onlardan kalanı pay etti ulaştığı zamana, mekana. Heval olmanın ne demek olduğunu onlardan ve binlerce yoldaşından öğrenmişti. Dersim’in dağını taşını onlar içinde kutsadı, onlar içinde seyreyledi. Onlar için de yaşadı, savaştı.

Şerger’den yirmi, Mahir’den on beş yıl sonra, yine bir Ağustos gününde, Atakan, Dersim’in yanı başında toprağa düşüyordu. Ağustos’ta başlayan kutsal hevallik Ağustos’ta bitiyordu. Atakan, Mahir için “her şeyden önce birlikte yaşanılması gereken bir arkadaştı” derken, Hevalliklerini anlatıyordu. Birbirine Heval olmanın ne demek olduğunu onları takip eden tüm yüreklere söylüyordu.

* Mahir Dersim (Şerif Yalçın)

** Şerger (Halit Demirkapı) 6 Ekim 1998 Dersim Mazgirt şehidi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.