Hizbullah veya Hüdapar

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Hüdapar rozetli Hizbullah, artık Kürtçe naralar da atan bir siyasi partiydi. AKP ve IŞİD paralelinde Kürtlere din pazarlıyordu. Örneğin Halife Ömer ordularının, 70 bin Kürt’ü kılıçtan geçirdiği Amed’in yıldönümünü, çarşaflı kadınların da sokağa çıktığı gösterilerle kutluyordu.

Türkler, yüz yıllık devletlerinin tarihi boyunca, hiçbir devir ve dönemde Kürtlere dürüstçe bakmadılar, asla dürüst davranmadılar. Devlet olarak, ayak takımına yakışan bir tutumla dolandırma, kandırmaca, fesatlıkla Kürtlerin ardından dolandılar.

Kürtlerden öğrendikleri dini, Kürtlere karşı fesatlık, başka bir deyişle entrika malzemesi olarak kullandılar. Fesadın hakkını fesada teslim etmek gerekiyorsa eğer, başarılı da oldular.

Aynı soy ve ortak inançtan (Zerdüştizm) gelme, tarihsel gelişme içinde kimi Alevi, kimi Müslüman olmuş veya Êzîdî kalmış bir halkın arasına fesatlık sokmayı başardılar. Çünkü egemendi onlar. Her türlü entsrüman ve güce sahiptiler. Kapının ardında birini satın alma veya arka çıkıp karşı tarafa saldırtma fesatlığında mahirdiler. Kürtleri, birbirine karşı düşman kardeş haline getirdiler. Ta ki Kürtlerin beyni aydınlanma ışık alana kadar.

1800’lerin ilk yarısından sonra, Mevlana Halid Medresesi’nden yetişme Nehrili Şeyh Ubeydullah, fesada karşı ilk milliyetçi ışığı yakan olarak öne çıktı. Farklı inançları birleştirip, hatta Ermenileri de ortak çıkar etrafında toplayarak oluşturduğu güçle İran Kurdistanı’na yürüyor ve başarıya ulaşıyordu. Şeyh Said, 1923’den itibaren birlik için ilkin Alevilerin kapısını çalıyordu. Ulusal bilincin mayalanmasıydı, bu. Maya tuttu da. 1980’lere gelindiğinde fesatlar, halkının haini ve “üç paraya” kendini satan sahte Kürt dindaşları kullanarak, Sünni Kürtler arasında dört dönüyor, “PKK Alevi ve Ermenidir, destek vermeyin” dedirtiyorlardı.

Ve “kandırılmaya teşne cahil” yerine koydukları Kürtlerden, milliyetçi bilincin tokatını yemekle kaldılar:

“Olsun, onlar bizim Alevimiz ve bizim Ermenimizdir.”

PKK’ye katılım için dağlara yönünü veren genç sayısı o kadar arttı ki, pek çoğu ihtiyaç fazladır diye geri gönderildi. Türk propagandası geri tepmişti.

Türk devleti, işte bu kerteden sonra devlet, Türk ordusu da asker olmaktan çıktı. Topyekün haydutlaşma dönemiydi bu. Artık hukuk yoktu. Türk ordusu yürüdüğünde gerisinde köyler yanıyor, patlayan bombaların tozu, dumanı ezmanı örtüyordu. Öbür yanda, haydutlaşmanın öteki versiyonu olan JİTEM ve kiralık Kürtlerden devşirilmiş Hizbullah, vahşet saça saça Kürt milliyetçisi avındaydı.

Bu kertede bir parantez açmak gerekiyor: Kürt sosyolojisinde, günün Hindistan’ındaki gibi katı ve kuralları delinmez bir “kast” düzeni yok ama, aşiretsel bağlar ve ailesel bağlarla örülü geleneksel bir katman yapı olduğu da gerçektir. Sosyolojik değer yargıları katıdır. Hainler ve toplumla yüz göz adilerle, utanmazlara yukarda yer yoktur. Onlar ayak takımdır. Yerleri de en alttır.

Hizbullahçıları bunlardan, üç para uğruna onurunu, kişiliğini satabilen en alttan, önüne ekmek atanın kapısında bekçi durup sopa sallayan “hér” (ilkel) kesimden devşirdiler.

Bunlar, halk arasındaki adıyla, “kiralık Hizbe Kontra” idi. Devletin koruma çemberinde, şehir kalabalığında yürüyen milliyetçileri satırla doğruyor, enseye tek kurşunla vuruyor, kaçırıp işkence ederek ölü bedenlerini kaybediyorlardı. Zaman içinde, “kendi nam ve hesapları”na faaliyet gösterip kontrolden çıkmaya başlayınca, 2002 yılında İstanbulda’ki merkezlerini bastılar, liderlerini öldürdüler. Adı duyulmuş katilleri tutuklayıp ağır hapis cezasıyla mahkum ettiler.

AKP iktidarı, 2010 yılında vurucu kitle tabanı oluşturmak üzere, bunları cezaevinden çıkardı. Destek verip Hüdapar tabelası altında örgütlenmelerine imkan sağladı.

Hizbekontra, artık sokakların besleme göstericileriydi. Kendilerini ispat için, ilk defa Kobanê gösterileri sırasında, “galeyana gelmiş Türk” kılığında sokağa salındılar. Ve ücretlerini hak etme güdüsüyle Kürt kitlelere saldırdılar. Çatışmada onlarca kişi öldürüldü. Biri de Hizbullahçı bir babanın oğlu olan Yasin Börü idi. Türk devleti yalnızca onun için soruşturma başlattı. O gün, olay yerinden 150 kilometre uzaklıkta olan 14 yaşındaki bir müzisyen çocuğu fail diye ömür boyu hapse mahkum ettiler.

Hüdapar rozetli Hizbullah, artık Kürtçe naralar da atan bir siyasi partiydi. AKP ve IŞİD paralelinde Kürtlere din pazarlıyordu. Örneğin Halife Ömer ordularının, 70 bin Kürt’ü kılıçtan geçirdiği Amed’in yıldönümünü, çarşaflı kadınların da sokağa çıktığı gösterilerle kutluyordu.

Cizîra Botan, Şırnak, Silopi, Yüksekova topa, füzelere tutulup yıkılırken, Êfrîn işgal edilir, yüzbinlerce Kürt yerlerinden sürülürken dönüp bakmayan, ama AKP’ye hizmet eden Hüdapar, son seçimde AKP ile bütünlük içinde seçime giriyor, dört milletvekili ile parlamentoya giriyordu. Aynı Hüdapar, geçen hafta Batman’da “Hamas” kılıklı gösterilerle Gazze mitingi düzenliyor ve genel başkanının ağzıyla Rojava Kürtleri düşman ilan ediliyordu.

Bir yandan da, Kürtlere gittiklerinde Kürtlük oynayarak yaltaklanıyorlardı.

Ancak bu dolandırıcılık, yer yüzünde yeni değildir. Yer yüzü tarihinin bir sayfası da bu hainlerin hikayesidir. Kürt tarihi ise hainlikler galerisi...

Şeyh Said’ın oğlu Şeyh Ali Rıza, gazeteci Doğan Kılıç’la röportajında, “biz kazanıyorduk ama, bazı şeyh ve ağalar bizi arkadan vurup engel oldular” diyordu. Şeyh Said’i esir alıp düşmana teslim edenleri, Seid Rıza’nın ardına düşenleri herkes biliyor. PKK’den sayısız itirafçı çıktı. Irak’ta “Saddam’ın iyi Kürtleri” vardı. Ki onlar, Saddam’ın gidiciliğini görünce, silahı ona çevirdiler.

Demem o ki, ulusal kurtuluş hareketlerinde, kendini satanlar tarih boyunca hep vardı; kiralıklar hep olmaya devam edecektir. Ama etkinlikleri “beş para etmeyen kişiliklerinden menkul”dur. “Benamus” ateş olsa ne yakar ki...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.