Horon

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Newroz’da, halen Kürdistan’ın birçok yöresinde, gündelik olarak kullanılan ve Newroz alanlarını rengarenk dalgalandıran giysi, giyit, libas, “çek û çol“ avına çıktılar. Barbarlar bilmezler, ama renkleri, bir arada uyum içinde, kullanmak da bir kültürdür.

Kürtlerin, Türklerle asla iyi zamanları olmadı. Türklerin ortaya çıkışı, mutsuzluklarının başlangıcı oldu ve derin bir karanlık olarak devam ettiler.

Gerçi, onların Osmanlı ile de sorunları varda ve bu sorunlar, son yıllarda giderek tortullaşıyordu, ama Osmanlı ırkçı değildi. Çünkü, Osmanlı bir halk, millet değildi. Bir aileydi, Osmanlı dediğimiz. Osmanlı devleti de, çete yapılanması bir kabuk devletti.

Kabuğun altında birçok halk, millet yaşıyordu. Onlardan hizmete girenler tarafından yönetiliyordu, talan, hırsızlık, vurgun ve kan seferleri organize ediliyordu. Bu kabuğun altından, daha sonra 24 ayrı devlet çıktı. Türkler, bunlardan biriydi.

Ve Kürtler, ilk defa Türkler devrinde, ırkçılık denilen insanlık suçu çemberine sıkıştılar. Önceleri, onları ciddiye almadılar. Şaşarak ve alaylı gülerek karşıladılar, hamlelerini. İnsan soyu, ırkını, bir halkın sesi, sedası, dilini, kültürü, giyim tarzını yasaklamak doğanın diyalektiğine aykırıydı. Olacak şey değil, ama onu tersine çevirmekti. Yasak, bu yüzden, imkansızlardan bir yeryüzü imkansızıydı. Dünya görmemiş, açık söylemle, dünya dışı hangi bir vahşinin haddi değildi, sese, seda kelimelere yasak.

Kürtler, böyle düşünüyor ve Türklerin atağını hafife alıyorlar, alay ediyor, Cemaatlerde, yaptıklarını fıkra niyetine anlatıp gülüyorlardı.

Ama, Türk “mucitleri“ kendilerini fazlasıyla ciddiye alıyor, daha da ileriye giderek, nasıl olma dünya büyük ve itiraz eden olmaz diye, diledikleri gibi yalan söylediler. “Görmemişin oğlu olmuş, çeke çeke organını koparmış“ misali, Fransa ve Britanya’nın kurup teslim ettikleri ve adında Türk kelimesi geçen ilk devlete sahip olunca, “tarihin geç kalmış dünya görmemişi“ olarak, her şeyi kendilerine mal ettiler.  Romanlar’dan çaldıkları bir efsaneyi (masal), tarihlerinin başlangıcı ilan ettiler. Onlar, bir kurdun önderliğinde, dağları delip dünyaya yayılan ve medeniyet yayan oldular. Yeryüzündeki tüm halklar, mesela, Asurlular, Etiler, Sümerler, Babilliler, Macarlar soydaştı. Ateşi ilk kullanan onlardı buğdayı ilk eken, atı, koyunu, keçiyi insan hizmetine sunan, madenleri kullanıma sokan, matbaayı, yazıyı icat eden onlar ve “bir Türk dünyaya bedel“di...

Okullarda, Türk tarihi diye bu palavralar okutuldu. Yasakları, “alameti refika“ haline getirdiler. Evrenin utancını, iftihar vesilesi, onurlanma saydılar. Kürtlerin var olduğunu yasakladılar. Dünyaya da yaydılar.

Mehmet Ali Birand’ın dayısı, Mahmut Dikerdem, Albay Abdül Nasır döneminde, Mısır Büyükelçisi idi. Anılarında anlattığına göre, Ankara’nın isteği üzerine, bir gün Nasır’dan randevu alıp makamına gidiyor ve devletinin sözlü notasını iletiyordu:

“Sizin radyonuz, Kürtçe yayın yapıyor. Bu ülkemizin iç işlerine karışmak ve bölücülüktür.“

Nasır soruyor:

“Ülkenizde Kürt var mı?“

Kendisi de bir Kürt olan Mahmut bey, “Hayır“ diyordu. “Bizde yoktur Ekselansları!..“

“O halde, neden telaşlanıyorsunuz? Hadi, gidin işinize!..“

Yüzüne gelen ıslak, kimiler için yağmur damlalarıydı...

İran Şahı Rıza Pehlevi, 1974 yılında, resmi ziyaret için, Türk devletine geldiğinde, kimse görmesin diye, ilk iş olarak, uçağının adını bezle kapattılar. Uçağın adı, Kürdistan’dı...

Kürt dili ve kültürü yasak ama, kendi konuştukları lisanın kelimeleri toparlanma, devşirme, çalınmaydı. Afgan Farsçası, Arapça, Bizans kalıntısıdır, kelimeleri. Fransızca, İtalyanca, Balkan dilleri karması.

Sözlükte, “M“ harfiyle başlayan bir tek Türkçe kelime yoktur. Dilin grameri de, ailesi kırılarak buharlaştırılan Ermeni Agop Dilaçardır’a aittir.

Son Newroz’da, halen Kürdistan’ın birçok yöresinde, gündelik olarak kullanılan ve Newroz alanlarını rengarenk dalgalandıran giysi, giyit, libas, “çek û çol“ avına çıktılar. Barbarlar bilmezler, ama renkleri, bir arada uyum içinde, kullanmak da bir kültürdür.

Kürtler, kültürlerine sahip çıkıp yaşattıkları için, yabanın delisi kesiliyorlar. Newroz’da, “Türk giyim tarzına“ aykırı diye, haydutça yol kesmeye, meydanlarda, sokak başları, cadde boylarında, “şal û şapık“ avına çıktılar. “Türk milli ve yerli kıyafetine aykırı“ giyindiği gerekçesiyle, insanlar tutukladılar. Beş yaşındaki ikiz kız çocuğu, bu vesileyle, dünyanın en küçük esiri olarak sorgulandı.  

Ancak, “yerli ve milli“ olmayan kıyafet avına çıkanlara, sormak gerekiyordu. Yerli ve milli dediğiniz ne? Ermeniler, Kürtler, Çerkez ve Rumlardan çaldıklarınız, gasp ettiklerinz mi? Sana ait bir renk veya şekil gösterebilir misin?

Yunan fesi, düne kadar senin kutsalın değil miydi?

Egeli Yunanlıların dansı adını, “Harmandalı“ diye değiştirip kullanıyorsunuz. Sırmalı, cepkenli erkek kıyafeti ta eski Yunan’dan kalma. Onu, “milli urban“ yaptınız. Dili, kültürü yasak ama, Çerkezlerin “Kazaska“ dansı, milli oyundur. “Çerkez tavuğu“ Türkün milli yemeği.

Ermeni müziği, “klasik Türk sanat“ müziğidir.

Pontuslu Rumları kırarak, kaçabileni kaçırarak, esir aldıklarını dinlerini yasaklayarak “yok“ ettiler. “Pontus“un “p“sini de yasakladılar. En büyük Türk ırkçılarından Süleyman Soylu’nun Eşkinaz köyündeki soyu kayıp. Köyün kilisesi de yok artık. Pontus Rumlarının, dolayısıyla Eşkinaz köyünün giyim tarzı, Orta Asya’dan gelme “Türk milli kıyafeti“dir, bugün. Buram buram Ege kültürü kokan Horon da, “Orta Asya’dan gelme“ milli kültürdür, yalancılar ve dolandırıcılar dünyasında. Rum Kemençesi, milli çalgı...

Kürt giyim tarzını, yaşama kültürünü yasaklamaya kalkışan türedilere sormak istiyorum: Başkasının kültürünü çalıp ondan geçinmeye utanmıyor musunuz? Ya da daha nereye kadar hırsızlık? Veya çalamadıklarınızı, daha ne kadar inkar ve yasak...

Hey, artık öğrensene: Yer yüzünde, utanma diye bir değer yargısı da var...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.