İmralı'da sistematik işkence var
- PKK ve PAJK’lı tutsakların, Kürt Halk Önderi Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılması talebiyle yaptığı açlık grevi, 49. gününde. İmralı raporunu yayınlanan Asrın Hukuk Bürosu, bir veya birden fazla hak ihlalinden öte sistematik işkence uygulandığını söyledi.
Avukat İbrahim Bilmez, 27 Nisan 2020’den sonra İmralı ile hiçbir iletişim sağlanamadığını belirterek, maddi ve manevi bütünlüklerinin korunup korunmadığına yönelik şüphelerinin her geçen gün daha da arttığını vurguladı.
Türk cezaevlerindeki PKK ve PAJK tutsakların, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılması talebiyle 27 Kasım’da başlattığı süresiz-dönüşümlü açlık grevi, 10. grupla 49. gününde devam ediyor. Öcalan’ın avukatlığını üstlenen Asrın Hukuk Bürosu, Öcalan’ın tutulduğu İmralı’da son bir yılda yaşanan hak ihlali raporunu, dün Taksim’de bulunan bürolarında açıkladı. Raporu açıklayan Öcalan’ın avukatlarından İbrahim Bilmez, 2020’nin İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda bulunan müvekkilleri Abdullah Öcalan, Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar açısından avukat, aile bireyleri görüşmesi ve telefon, mektup, faks ve her türlü iletişim aracılığıyla haberleşme hakları başta olmak üzere hukukun ortadan kaldırıldığı bir yıl olduğunu söyledi.
Bu durumun bir veya birden fazla hak ihlalinden öte “sistematik işkence” anlamına geldiğini söyleyen Bilmez, müvekkillerin maddi ve manevi bütünlüklerinin korunup korunmadığına yönelik şüphelerinin her geçen gün daha da arttığını vurguladı. 7 Ağustos 2019 tarihli avukat ve 11 Ağustos 2019 tarihli aile görüşmelerinden sonra 2019’da bir daha iletişim imkanı bulunmadığını kaydeden Bilmez, “İmralı hem bir baskı hem de demokrasi laboratuvarıdır. İnsan haklarının zerresinin olmaması ve tecrit bütün ülkedeki tutsakların koşullarını etkilemektedir. Aynı zamanda İmralı’nın Türkiye’nin her yerinde insan haklarının hayata geçirilmesinin laboratuvarı haline de gelmesi mümkündür. Sadece Türkiye’de de değil, çünkü Abdullah Öcalan’ın düşünceleri özellikle Ortadoğu’da ve genel olarak da dünyada çatışmaların çözümü için önem taşımaktadır” dedi.
Sadece iki görüşme
İmralı Cezaevi’nde bulunan müvekkillerinin dış dünya ile sadece 3 Mart’ta aile ziyareti ve 27 Nisan’da da telefon görüşmesi olmak üzere iki defa temas kurabildiğini aktaran Bilmez, bu görüşmelerin de öncekiler gibi yine olağanüstü koşullarda kamuoyunun kaygıları ve yoğun baskısı sonucu gerçekleştiğini ifade etti.
Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) 6-17 Mayıs 2019 tarihleri arasında İmralı Cezaevi’ne yapmış olduğu ziyaretin ardından 5 Ağustos 2020’de açıkladığı rapora dikkati çeken Bilmez, CPT’nin bu ziyaretinde İmralı’daki sistemi ve tecridin kabul edilemez bir şekilde devam ettiğini net bir şekilde ortaya koyduğunu söyledi. Bilmez, CPT’nin raporu üzerine 24 Kasım 2020’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Daimi Komitesi ve İzleme Komitesi’nin de İmralı’daki tecridin kaldırılmasını öngören raporu onayladığını kaydetti.
Yeni yasaklar getirildi
Türkiye’nin verdiği cevabın yeni yasaklama kararı olduğunu söyleyen Bilmez, şunları ifade eti: ”Eylül 2020’de aniden avukat, aile ve vasi ile görüşme hakkı ve telefon hakkı için üç ayrı karar tesis edildi. 7 Eylül’de telefon ile görüşme hakkı, 23 Eylül’de avukat, 30 Eylül’de de aile ve vasi görüşmeleri ile ilgili kısıtlama kararları alındı. Böylelikle CPT raporuna karşı yasaklama kararları ile cevap verilmiş ve tecrit daha da derinleştirilmiştir” şeklinde konuştu.
Avukatlar 96 kez engellendi
Bilmez, 2020’de yapılan 96 avukat görüş başvurusunun hiçbirine izin verilmediğini; 68’ine cevap verilmediğini, 28 başvurunun ise mahkeme kararı gerekçesiyle kabul edilmediğini söyledi. 50 aile ve vasi görüş başvurusundan 40 başvuruya dönüş yapılmayıp 9 başvuru için disiplin kurulu kararı gerekçe gösterildiğini belirten Bilmez, sadece 1 aile başvurusunun kabul edildiğini aktardı.
Telefon için 39 başvuru
İmralı Ada Cezaevi’nde ilk defa telefon hakkının 27 Nisan 2020’de kullandırıldığını söyleyen Bilmez, ”Müvekkillerimizin aileleri ile 20 dakika ile sınırlı olan görüşme İmralı Cezaevi tarihi açısından bir ilk olmuştur. Ancak o tarihten sonra hiçbir iletişim sağlanamamıştır” dedi. 2020’de avukat ile 65, aile ile 39 defa telefon ile görüşme hakkı kapsamında başvuru yapıldığını aktaran Bilmez, şunları paylaştı: ”Avukat görüş başvurularından 37 başvuruya cevap verilmemiş, 28 başvuru ise mahkeme kararı gerekçesiyle reddedilmiştir. Aile ile telefon ile görüşme hakkı kapsamında yapılan 34 başvuruya cevap verilmemiş, 4 başvuru da mahkeme kararı gerekçesiyle reddedilmiştir. 27 Nisan’da bahse konu telefon görüşmesi gerçekleşmiştir.”
30 mektup kaybedildi
İletişim imkanlarının bu kadar kısıtlandığı koşullarda mektup ile iletişim için 2020’de yoğun bir çaba gösterildiğini, ancak bu konuda da ciddi sorunlar yaşandığını ifade eden Bilmez, ”Çeşitli tarihlerde düzenli olarak avukatlar tarafından gönderilen toplam 30 mektubun akıbeti konusunda hiçbir bilgi bulunmamaktadır. İmralı Cezaevi’nden dışarıya mektup çıkması ise ‘mutlak bilgi yokluğu’ politikası kapsamında mümkün olmamaktadır” dedi.
Hukuksal kara delik
İmralı Cezaevi’nin tam anlamıyla hukuksal bir kara delik niteliği taşıdığını savunan Bilmez, şöyle devam etti: ”Belirli periyotlarla yeni uygulamalar geliştirilmekte ancak bunların hiçbiri gerçek anlamda hukuksal denetime tabi tutulmamaktadır. Söz gelimi bir dönem görüşmeleri engellemek için keyfi bir şekilde üretilen gemi arızası ve hava muhalefeti gerekçeleri yerini kopyala yapıştır şeklinde türetilen disiplin kurulu ve mahkeme kararlarına devretmiştir.
Yerel mekanizmalarda genel olarak dosyaların içeriği avukatlardan kaçırılırken, son süreçte dosyalara dair karar numaraları ve tebligat tarihleri gibi temel bilgiler de avukatlardan gizlenmeye başlanmıştır. Öncesinde dosya içeriğine hakim olunmaksızın etkili başvurular yapılamayacağı beklentisiyle hareket edilirken gelinen aşamada konuya özgü başvuruların yapımının topyekun engellenmesi hedeflenmektedir. Fiziki olarak en üst raddede yürütülen mutlak tecridin sürekliliği devreye konan hukuksal tecrit ile sağlanmak istenmektedir.
Sadece yerel merciler düzeyinde değil yüksek yargı ve denetim mekanizmaları düzeyinde de sürüncemede bırakma ya da hukuka aykırı bu sistemin denetim dışı bırakılması söz konusudur. Bu husus İmralı tecrit sisteminin hukuk dışı alan olarak uluslararası bir konsept dahilinde hayat bulduğu gerçeğini görünür kılmaktadır.
Tecrit ile ilgili 2011 tarihli başvurunun AİHM tarafından sonuçlandırılmamış olması, bu duruma açık bir örnektir. CPT’nin yukarıda izah ettiğimiz raporlarına rağmen avukat ve aile ile görüştürmeme politikası da 21 yıldır keyfi bir şekilde devam etmektedir.
2020 sonu itibari ile AYM’de İmralı Cezaevi uygulamaları ile ilgili devam eden dosya sayısı 39, AİHM’de devam eden dosya sayısı da 7 olmuştur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde de 2014’te AİHM’in ağırlaştırılmış İnfaz rejiminin işkence niteliğinde olduğu yönündeki kararının gereklerinin yerine getirilmemesi nedeniyle ilgili işlemlerin yapılması talebi devam etmektedir.
Tecrit son bulmalı
İmralı tecrit sisteminin aşılması için, şüphesiz öncelikle her insanın sahip olduğu evrensel temel hakların tanınması, aile ve avukat görüşmelerinin sağlanması ve tecrit ile doğrudan ilişkili olan antidemokratik uygulamaların sonlandırılması gerekmektedir. Ancak sürekli olarak kendini güncelleyip üreten bu sistemin gerçekten aşılması, Sayın Öcalan ve kendisi ile bütünleşmiş Kürt halkının, diğer halklar ve insanlar gibi hukuki olarak eşit ve özgür olmasıyla mümkündür.” İSTANBUL