Irak’ta Erdoğan’a itibar şenliği
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Bizler, işgal altında olanın bando, mızıka eşliğinde, iki büklüm eğilerek, yurt işgalcilerini karşılarken gördük, Ortadoğu coğrafyasında. Oysa, Bağdat yönetime bağlı toprakların Kerkük’ü kontrol eden Başika tepeleri ile Dicle Nehri’nin kıyısındaki kadim Musul şehrinin varoşları işgaldeydi.
- Onlar süslü alanlarda işgalciye bağlılık bildiriminde bulunup iki büklüm eğilirken Behdinan dağları yerden, havadan füzeleniyor, insanlar ölüyordu. Tepeleri göçürten bomba sesleri ve can verenlerin feryadı, yüz sürme alanlarında yankılanıyordu.
- İnsan onuru yerdeyken, Bağdat ve Hewler’de ne konuştukları ve veya karşılıklı neler alıp verdikleri hiçtir. Dün başladıkları oyunu, işgali büyüterek sürdüreceklerdir. Malum olan budur...
Bu yazıya başlarken, Recep Erdoğan dudaklarında donup kalmış “işgalci, katil İsrail” narasıyla, Bağdat yollarındaydı. Erdoğan, Filistinliler de değil Müslüman Kardeş yolundaki dinci Hamas’ın kişiliğinde “pek” özgürlükçü.
Ama Irak’ta, Suriye’de hayatlar alan, özgürlükler içen işgalciydi. Özgürlük, Kürtlerin deyişiyle “benamus” olmayan, başka bir söylemle yer yüzündeki tüm “BİNAMUS” Kürtler, teröristi. Onları biçip katletmek, ona haktı.
Bu hakkı tepe tepe kullanan Recep Erdoğan, bu sabah, Irak ve Kuzey’deki Kurdistan bölgesinde işgalciydi. Yurt hırsızı, kazancın, üretimin de gaspçısı...
Ve o, işgal, gasp ve talan topraklarında, “şan, şeref ve itibar” bahşeden görkemli törenlerle karşılanıyordu. Bir kurtarıcı gibi...
Köleciliği içselletirmiş, ruhlarına sindirmişler bile bunu yapmadı. Ama, toprakları işgal altındaki Irak’ın yöneticileri, bu sabah görücüye çıkmış eski zamanların genç kızları gibi, eli, ayağı titrek halde, ona şeref, yani itibar kazandıran sokak süslerini son kez kontrol ediyorlardı.
Oysa, işgalcilik yurt hırsızlığıdır. Can alan katil, “ked û emeği” alan, alın terine çöken hayduttur, işgalci bir itibarsızdır. İtibar ruh ikizidir. Süsle, bağışla kazanılamaz. Doğuştandır o.
Bu durum, ta ilk insan topluluğundan beri, böyledir. Böyle olduğu için, katil ve işgalci Hitler’i, Paris’te sokak köpekleri karşılıyor, Generali Prag’da havaya uçuruluyordu.
Ama bizler, işgal altında olanın bando, mızıka eşliğinde, iki büklüm eğilerek, yurt işgalcilerini karşılarken gördük, Ortadoğu coğrafyasında.
Oysa, Bağdat yönetime bağlı toprakların Kerkük’ü kontrol eden Başika tepeleri ile Dicle Nehri’nin kıyısındaki kadim Musul şehrinin varoşları işgaldeydi.
Bağdat yıllar önce, Erdoğan’a “toprağımdan çık, git” dediğinde, “gücün varsa gel, sen çıkar” cevabını almış, sonra budu üstüne oturmuş, sesini de kısmıştı.
Irak’ta bir özerk bölge olan Kurdistan’a gelince: Bu bölge insanları, 1800’lerden beri bedelini canlarıyla ödeyerek, özgürlük savaşı veriyordu. Savaşçılar en son çoluk çocuklarıyla topluca öldürüldüler, kefensiz toprağa gömüldüler. Sonra Amerikalılar geldi. Sezar’ın hakkını Sezar’a, Kürt’ün özgürlüğünü de Kürt’e teslim ettiler. Ama onlar, bir süre sonra Kürtleri içeriye aldılar. Ülkelerinin, yüze aşkın askeri üsle işgalini uzaktan seyre durdular. Yönetim merkezleri Hewler’in kuşatılmasına da sessiz durdular.
Kürtler, o günden beri kendi evleri, topraklarının sahibi değiller. Yurtları onlara yasak.
Öte yandan Bağdat yönetimi Türklerin de yardımıyla, Amerika’nın sağladığı hak ve özgürlüklerin çoğunu içten içe kemirerek, içini boşalttı. Kürt’e bir şey bırakmadı.
İki yönlü vuruştan sonra Kurdistan, artık “sözde bile özerk” değildir.
Oysa ülke namustur. Yurt üstünde yaşayan insanın sahiplik adlı onurudur. Şimdi, asıl konumuza dönersek, işgalciler ilk insan topluluklarından beri, görüldüğü yerde yüzüne tükürülesi katiller, hırsızlardır.
Her şeyini kaybeden Suriyeli Esad bile “gel seni öpeyim” diyen Recep Erdoğan’a “sen önce çaldığın topraklarımı geri ver” demişti.
Ama, Iraklı yöneticiler işgalcilerini görkemle ağırlayarak, “itibar” kazandırmak için, günler önce canlarını dişlerine takmış, hazırlanmışlardı. Üst rütbelilerin teftişine hazırlanan Türk komutan misali, işgalcinin geçeceği yolları onarmış, deterjan döktürüp her yanı yıkatmış, arcak etmişlerdi. Caddelerin iki yakasını birleştiren apak bezlerle elektrik direklerini, yol kenarındaki yüksek binaların ön cephelerini Türk bayraklarıyla süslemiş, “görüşlerine hazır” etmişlerdi.
Onlar süslü alanlarda işgalciye bağlılık bildiriminde bulunup iki büklüm eğilirken Behdinan dağları yerden, havadan füzeleniyor, insanlar ölüyordu. Tepeleri göçürten bomba sesleri ve can verenlerin feryadı, yüz sürme alanlarında yankılanıyordu.
Böyle bir manzara Çin’de, Hindistan, Filipinler bir yana, Kara Afrika’da bile görülmedi, yaşanmadı. Afrikalılar, Kenyalı “Mau Mau” kabilesine ait dansın ritmi eşliğinde, çocuklarının katili, yurtlarının hırsız ve soyguncularının yüzüne tükürdüler.
Ha, insan onuru yerdeyken, Bağdat ve Hewler’de ne konuştukları ve veya karşılıklı neler alıp verdikleri hiçtir. Dün başladıkları oyunu, işgali büyüterek sürdüreceklerdir. Malum olan budur...