İran'daki su krizinin anlattığı

Forum Haberleri —

Su krizi/İran/foto:AFP

Su krizi/İran/foto:AFP

  • Kendini bölgesel üstünlük politikaları, ideolojik yasaklar ve İsrail ile çatışma üzerinden tanımlayan bir devletin ekolojik krizle yüzleşmesi, şimdilik kimsenin ilgisini çekmiyor.

TALAT ÇETİNKAYA

İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, göreve geldiğinden bu yana kuraklık konusundaki uyarılarını giderek sıklaştırdı, ancak bu uyarıları ciddiye alacak kimse yok gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı, “Bu şekilde devam ederse, 12 milyonluk başkent Tahran’ın tahliyesine başlamak zorunda kalacağız” diyerek kritik bir uyarıda bulundu. Zaten şimdiden birçok kentte günlerce süren su kesintileri başlamış durumda. Kendini bölgesel üstünlük politikaları, ideolojik yasaklar ve İsrail ile yürüttüğü çatışma üzerinden tanımlayan bir devletin ekolojik krizle yüzleşmesi, şimdilik kimsenin ilgisini çekmiyor.

Bu kriz yalnızca Tahran’ı değil; Şiraz, Meşhed, İsfahan, Tebriz gibi büyük kentleri de etkiliyor. İsrail’in ya da ABD’nin yıllarca süren kuşatma ve yaptırımlarla başaramadığı yıkımı, er ya da geç kuraklığın ve susuzluğun gerçekleştireceği anlaşılıyor.

Bir tuz çölü kaldı

Örneğin Urmiye Gölü’nün büyük bir bölümü kurumuş durumda. Topraklar tuzlanıyor ve her geçen gün çöküyor. Göl çevresinde yaşayanlar, bu krizle başa çıkmak için su kuyuları açıp tarıma devam etmeye çalışıyor. Her seferinde suya ulaşmak için daha derinlere inmek gerekiyor. Yıllar içinde yeraltı akiferleri geri dönülmez biçimde boşalıyor ve toprak her yıl yaklaşık 10-12 milimetre çöküyor. Bir zamanlar uçsuz bucaksız bir iç denizin bulunduğu yerde, bugün gözleri ve akciğerleri yakan bir tuz çölü kalmış durumda. Çorak topraklardan yükselen tuz fırtınaları, bölge halkı için hem sağlık hem de çevresel bir felakete dönüşüyor.

Felaketin başlangıcı barajlar

Araştırmalar, bu noktaya bir anda gelinmediğini gösteriyor. Bu durum yalnızca küresel iklim değişikliğinin İran’a “daha acımasız” davranmasıyla açıklanamaz. Gölü besleyen nehirler üzerinde yapılan büyük barajlar felaketin başlangıç noktalarından biriydi. Kontrolsüz madencilik faaliyetleri, tarımsal veya elektrik üretiminden çok, su kaynaklarını siyasi kontrol altında tutma isteğiyle bağlantılıdır.

20. yüzyılın sonunda Sovyetler Birliği döneminde, dünyanın dördüncü büyük gölü olan Aral Gölü de benzer uygulamalar (barajlar, tek ürün tarımı, aşırı sulama ve yeraltı sularının kontrolsüz kullanımı) sonucu kurumuştu. Üstelik o dönemde küresel iklim değişikliği gündemde bile değildi.

Temel nokta ıskalanmamalı

Bu noktada Suriye iç savaşının çıkış sebepleri arasında sayılan kuraklık ve çölleşme tartışmalarını da hatırlamalıyız. Benzer sebeplerle yerinden edilen çiftçilerin ve kırsal nüfusun büyük şehirlere göç etmesi, ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri keskinleştirmiş ve rejime karşı isyanı tetikleyen unsurlardan biri olmuştu.

Bu gelişmeler elbette sadece “çevre duyarlılığı/duyarsızlığı” gibi dar tanımlamalarla açıklanabilecek bir sorun değil. Dikkat çekilmesi gereken temel nokta, iktidarcı ve merkezileştirici politikalara dayalı sistemler ile çevresel felaketler arasındaki doğrudan bağdır.

Giderek büyüyen tehdit

Bugün köyler hızla boşaltılıp 5–10 milyonluk megakentler kuruldukça, binlerce yıllık devletçi yaklaşımlar, kapitalist modernitenin çıkarlarıyla buluştuğunda doğa, yaşam alanları ve toplumlar geri dönülmez şekilde zarar görüyor. Ortadoğu’nun birçok bölgesinde olduğu gibi, Kürdistan da günün birinde tuz ve toz bulutlarının altında, hiçbir dahli olmadığı bir krizle baş başa kalabilir. Zaten una dair işaretler şimdiden görülmeye başlandı. Su savaşları, nehirlerin kontrolü için yapılan devasa baraj projeleri (örneğin Keban ve Ilısu), ucuz işgücü ile talan ekonomisiyle şişen kentler bu tehdidi her geçen gün büyütmektedir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.