Irkçı katili durdurmak

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • 50 bine yaklaşan kayıp hayatın hakiki katili, insani olan her şeye düşman baş ırkçı ve o ırkçı enkaz başında “pum kuşu” suratlıydı. Harabelerin tepesinde, hıçkırığı tutmuş “pum” misali, “kader” diyordu. Bununla çalıntıları, hırsızlıklarla ortaklığı gizliyor, enkaza gömüyordu.

Yer yüzünün, ayırımsız tüm güzel insanları, depreme uğramış, altında kalmış masumları kurtarıp, yaşatmak cehdiyle, uykusundan, yemekten, içmekten, işinden oldu.

İspanya ordusu, Türk ordusundan önce Hatay’a ulaşıp bir hastane kurdu ve  insan kurtarmaya başladı. Her gün en azından bir kere, “ansızın gelebiliriz” narasıyla korkutulmaya çalışılan Yunalılar, Kıbrıslı, Ermeni ve organize Kürtler en öndeydi...

İnsanlık zamanıydı. Irkçıdan tiksinti yüzünden geri duran yoktu. Dört iklim, yedi bucaktan, yani  evrensel vicdan, bir can daha kurtarmak için, didiniyordu. Enkaz kazmaya gelemeyenler, kurtulanları yaşatmak üzere para, giyim eşyası, yiyecek gönderiyorlardı.

Ama, o ne? Irkçı hırsızlar gasptaydı. Yol kesiyor, yüklü kamyonları çevirip götürüyor, komşunun dara düşmüş komşusuna çorba sunması olan yardım paralarına, hayati eşyaya el koyuyor, Kürtlerin yardım organizasyonunu gasbediyor, onların mafyatik deyimiyle, üzerine  çöküyorlardı.

Hırsız bunu, önceki depremlerde de yapmıştı. Yardım malzemeleri, daha sonra marketler, pazar yerlerinde ortaya çıkmıştı. Dünyadan gelen paralara ek, depreme karşı kullanılmak üzere özel vergi ile toplam 37 milyar doları kayıptı. Gerçi, ortada yeni zenginler var, ama o paranın kimlerin aralarında bölüştüğü veya kimin vakfına gittiği meçhuldu.

Öte yandan, yapı hırsızları orada ama onlar, üç-beş arkasız müteahhit avındaydı. Oysa yağma gözler önünde ve herkesçe biliniyordu. Müteahhitten alınan avantanın adı da “sevap işlemek”ti. “Sevab”ın raicini ise binanın büyüklüğü, yani katları ve daireleri oranına göre değişiyordu. Rüşveti veren müteahhit çarık-çürüklük dahil, her türlü hilede özgürdü.

O binalar, Mao’nun emperyalizmi tanımı olan “kağıttan şato” gibi çöküverdiler.

50 bine yaklaşan kayıp hayatın hakiki katili, insani olan her şeye düşman baş ırkçı ve o ırkçı enkaz başında “pum kuşu” suratlıydı. Harabelerin tepesinde, hıçkırığı tutmuş “pum” misali, “kader” diyordu. Bununla çalıntıları, hırsızlıklarla ortaklığı gizliyor, enkaza gömüyordu.

Geçelim bunları. Deprem hırsızlar, uğursuzların bayramıydı. Gelen yardımları damla, lokma şeklinde fukaraya verirken, “cebinden çıkmış gibi” gösteriyordu. Bununla “mağduru”, yani zarar görmüşü oynayarak, geleceğinin “pepırık” taşlarını döşüyordu.

Çeteci müteahhitler de yeni vurgun için sıradaydı. Bu çark böyleydi. Felaketler, vurguncular için düğün, bayramdı. Ama bunları geçip, başlıkla özetlenen konumuza gelelim.

Deprem, insan olanlar için, düşmanlıkların sükut etmesi,  parmakların tetikten çekilmesi, kolların yana düşmesi gereken zaman, devrandı.

Ama gelin ve görün ki, insanlığın matemi ırkçının umurunda değildi. O, başını torbaya daldırmış, çevreyi unutup kırp kırp arpa öğüten bir katır gibi, keyfini getirmekle meşguldu. Kan dökme peşindeydi. Depremi fırsat bilip vuruş için, Kürtlerin açığını kolluyordu. İnsanlar ölmüşlerin yasını tutarken o, Güney’e ve Rojava’ya dalışlar yapıyor, canlar alıyordu.

Bu nasıl insanlık demeyin. Irkçının, hele hele başka bir ırkın “dürfü”ne (şekline) girmiş, onun kimliğine bürünmüş devşirmenin halleri budur. Çünkü, zaten insan değil ki. İnsanlığın sustuğu yerde konuşan ve yakınları çökük altında kalan ve enkaz başında ağlayan insanlara “şerefsiz namussuzlar” diye gürleyen ''kişidir'' o.

Ve deprem enkazının, hala kanadığı dördüncü gün, Kürt’ün yurt köşelerinden, Kobani’den bir enstantane. Bir araya toplanmış, matem yüzlü kadınların önünde, bir kadın, ölü sandukasının üstüne kapanmış, Türkler’in hava bombardımanıyla katledilmiş sevdiceğinin ardından nağmeler söylüyor, ağlıyordu.

Ağlayan kadının adını bilmiyorum. Deprem yasında vurulanın adı Mahmud’du. Mahmud’un suçu, Kürt olmaktı. Irkçı, “nerede Kürt varsa oraya kadar” diyerek yerden ve havadan bombalar yağdırıyor, katliamdan sonra, dünyaya karşı “onların devlet olmalarını önledim” diye övünüyordu. Deprem meşguliyetini de, kan dökmek, can almak için fırsat biliyordu.

Oysa, Batı dünyası, bir zamanlar Yahudi katline karşı Alman Hitler’e ve daha yakın zamanda Güney Afrika’daki beyaz ırkçılara karşı ayağa kalkmıştı. İnsanlık adına bir kalkışmaydı, bu. Her dil, ırk, insan soyu ve kültürünün dünya zenginliğinde bir katkı, yaşanılası renktir diye diye.

O günler,  “ben insanım” diyerek ayağa kalkan dünya, bugün rengarenk. Avrupa bir ırklar, diller, kültürler, ten rengi bahçesi. Bir zamanlar, Hindistan’ı işgal ile aşağılayan Britanya’yı bugün bir Hintli yönetiyor. Amerika’da dünün köleleri tepelerde. Türk devletinin 1960’larda, para karşılığında köle misali ihraç ettiği insanların çocuk ve torunları parlamentolarda etkin, koltuklarda bakan.

Ortadoğu’da ayrı bir ırk, farklı kültür, kendine has bir insanlık bahçesi olan Kürtler, hala ırkçılarca katlediliyor. İnsanlık onuru, dünyanın bu köşesinde ayaklar altında. Deprem altında bile vuruluyorlar.

Ermeniler, Süryaniler değil, ama Yahudiler’e, Güney Afrikalılar’a sahip çıkıp ırkçılığa karşı duran Batı uygarlığı sözüm sanadır: Evet, bir başka ırkçı Kürt katili olan, Iraklı Saddam’ı hak ettiği yere gönderdin. Almanya’nın başını çektiği Avrupa, Ezidi Kürtlerin soykırımını da tanıyor. Elbette teşekkürler.

Ama günümüzde, Kürt’ün kanına ekmek doğrayan katile, seyirci bile değilsin. El konulmuş, ayak altı edilmiş hak ile özgürlükler mücadelesi veren, bu halka “terörist” diyerek” ırkçı katilin yanındasın. Sen ki daha geçen yıl köle tacirlerinin heykellerini yıkansın. Afrikalılardan özür dileyen sana ayıp, Kürtçesiyle “şerm” değil mi eli kanlı ırkçı yandaşlığı?

Oysa, Batı dünyası istese, çoktan hapishane yada tımarhaneyi boylaması gereken, bu kanlı kaçığı durdurabilir. Ama, çıkar dünyası işte; demek ki henüz vakti gelmedi.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.