İşgalciye baş ve topuk selamı
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Devşirilmiş Kürt, rejiminin kullanışlı makbullerindendir. Gördüklerimizin evrensel tarihte, bir başka örneği yoktu. Ülkelerini işgal edip soyanlara baş ile topuk selamına durup iki büklüm teşekkür edenleri de gördük.
- Kanlı, bombalı işlerde pişerek gelen Kürt Hakan şimdi, “nazik, nazenin dilli diplomasi“nin başı, Dışişleri Bakanı’dır. Geçtiğimiz günlerde, işgalci olarak bulundukları Irak ve onun bir parçası olan Kurdistan bölgesinde “emperyalist müfettiş“ edalıydı.
Fransız ve İngilizler devlet kurup tapusunu tepsi içinde ellerine verdiler. Onlar da, bir Makedonu ata ilan edip devşirilmişlerden oluşan bir toplum (kalabalık) yarattılar. Dönemin kılıç artığı Ermeniler ve Pontus (Karadeniz) Rumları bir sabah uyandıklarında, böğrüne dayalı kılıç dürtmesiyle topluca saf kan Türk ve dinen de Müslüman oldular. Karşılığında yaşama hakkını kazandılar.
Devir, vahşetin egemenlik zamanlarıydı. Kılıçlı, tüfekli, tabancalı zorbanın kararı insanı dini, imanı, soyu sopundan ediyordu. Mahalle kilisesisinin Rahibi, o sabah itibarıyla sarıklı imamdı. Sonraları, onlardan el etek öptüren Karun kadar zengin tarikat reisleri de çıktı.
Yalnızca onlar, kendileri olmaktan çıkarılmadılar. İmparatorluk artığı tüm halklar, aynı kader yolunu paylaştı. Kürtler, Çerkezler, Araplar, Arnavut, Sırp, Boşnak, beri kıyıda yaşayan Yunanlılar, öteki halklar ile ithal kalabalıklar da bir dudak hareketiyle Türk oluverdiler.
Ve ölüm geçitlerinden fırlamış bu kalabalıklar baş eğen uysaldı, uysaldırlar. Zoru hıssedince ittaat eden ve şükredendirler. Her köle gibi onurlarının (haysiyet) omurgası yumuşak, oynak, esnek ve gevşektir. Zoru gördükleri an, baş eğip “ver elini öpim abi“ demeye talimlidirler.
Geçenlerde, bir kiralık asker annesi, Kürtlerle savaş cephesinde vurulup ölen oğlunun ardından ağlayıp yasını tutuyor, bir yandan da “şehit oldu“ diyerek şükrediyordu. Şükretmek zorundaydı. Çünkü, “size diri, canlı bir oğul verdim, siz parçalanmış cesedini geri getirdiniz“ deseydi, “İlah“ gibi mağrur gücü kızdıracak ve dolayısıyla ikramiye parayı, mükafat maaşı, belki de bağışlanacak evi kaybedecekti. Giden oğul artık, onun doyasıya ekmek yiyebileceği geleceğiydi çünkü.
Hırsızlar, talancılar oligarşisi var olan malı mülkü bölüşüp çalmış, bitirmişti. Paysız, parasız aç ve açıkta kalan en alttaki kasttan milyonlar, hırsızlığı kader sanıyor ve “ah, vah ki vah zalim kader“ diye paralıyor, beri yanda soygunculara bağlılıklarını yineliyorlardı.
Devşirme paryadır. Parya ittaatkârdır.
Oysa, koyunlar bile aç kaldıklarında meliyorlardı. Ama bunlar, bir meydanda topluca “emeğimi, kazancımı çalıp götürdünüz, benim payım nerede“ diyemiyorlardı. Aman ha, İlahın gazabı pek gaddardı. Onu kızdırmamak gerekti...
Ama yaşamak için dini, imanını inkar eden, soyuna tüküren devşirme, Kürtlerin sözüyle pek “merhas“tır. Yüz yıldır, eli, kolu, dili de bağlı esir konumunda olan Kürtlere yapmadıklarını bırakmadı, “benamus“lar.
Bunca uzun süren girişten sonra, asıl konumuza gelirsek, devşirilmiş Kürt de devşirilmişler rejiminin kullanışlı makbullerindendir. Soyuna, giderek anası, ninesine hançer çeken Kürt, “kötülüklerin reisi“, sonra bakan bile olabiliyor.
Örneğin Gürcü Receb’in emrinde, dört Kürt kırmızı plakaya binen Türk seçkini, yani bakandır. Eski bir çavuş olan Hakan, rejimin diktatoryal yapılanmasının başlıca şagirti, reisin de “kara kutusu“ ve gerektiğinde, savaş çıkarmak için orada burada bomba patlatma yetkilisi. İç düşman denilen Kürtleri fişleyip sıralayan, anı geldiğinde kurt gibi boğazına diş geçiren...
Kanlı, bombalı işlerde pişerek gelen Kürt Hakan şimdi, “nazik, nazenin dilli diplomasi“nin başı, Dışişleri Bakanı’dır. Geçtiğimiz günlerde, işgalci olarak bulundukları Irak ve onun bir parçası olan Kurdistan bölgesinde “emperyalist müfettiş“ edalıydı. Oradan buradan para ve askeri hizmet karşılığında askeri güç dilenerek emperyalistçilik oynayanlara yakışan eda ile tepeden bakan ve mağrurdu.
Bunu hak ediyordu da. Çünkü o, askeri işgalle kontrol altında tutan, çağ dışı emperyalizmin temsilcisiydi. Teftişe çıkmış ve isteklerini dikte eden efendiydi. Görgüsüz cahillere mahsus mağruriyeti bundandı.
Doğrusu toprakları işgal altında olan ülkenin temsilcileri de “terbiyeli“ birer uşak gibiydi. İşgalci temsilciyi, biata kaçan, kusursuz bir saygı gösterisiyle karşıladılar. Topraklarının kışlalarla doldurulduğundan hiç söz etmediler. Bağ, bostan, tarla ve otlaklarının bulunduğu arazinin kendilerine yasak, ama işgalci terörün poligonu olarak tanklar, toplar, uçak ve füzelerle delik deşik edildiğinde, gerekli gördüklerinde zehir yağdırdıklarından da şikayet etmediler. Pınar oluğundan akar gibi insan kanı aktığından, işi gücünde olan sivillerin katledildiğinden, yolunda giden yolcuların bombalarla parçalandığında hiç söz etmediler.
Ancak, işgal güçlerine direnen Kürtlerin kırımını alkışladılar...
Dünyada bir görülmemişlik ve duyulmamışlıktı. Bir ülkenin bekçisi konumundaki heyetler, topraklarının işgalcisi olan ülke temsilcisini törensellikle karşılıyor, ziyafet masalarında ağırlıyor ve işledikleri cinayetler, giriştekileri soygun, hırsızlık ile talandan hiç söz etmiyor, ama yardımlarından (her halde işgal) dolayı teşekkür ediyorlardı.
Irak ve Irak Kurdistan’ında bunu gördük. Gördüklerimizin evrensel tarihte, bir başka örneği yoktu. Devşirmeler dünyanının tuhaflık ötesi garipliği işte! Ülkelerini işgal edip soyanlara baş ile topuk selamına durup iki büklüm teşekkür edenleri de gördük. Daha neler demeyin, gerçektir gördüklerimiz...