İstikrarsızlaştırıcı bir makine olarak NATO

Sezai TEMELLİ yazdı —

  • İstikrarsızlatırıcı makinenin çalışması Türkiye’nin dış politika hattını yaratıcı kaos anlayışıyla yürütmesine neden olmakta.  Bu dış politikanın değişmez unsuru Kürt düşmanlığıydı ve bu düşmanlığın meşruiyeti Kürt halkının tüm hak mücadelelerini teröristleştirmekti. Bu konuda dünya kamuoyunu ikna etmek ve NATO eliyle düzeneği sürdürmek birinci öncelikti.

Soğuk savaş döneminin son kalıntıları da yavaş yavaş silinirken NATO’nun geçiş dönemi programı da tamamlanmak üzere. NATO 2030’a kadar yeni yapılanma programını hayata geçirmek istiyor. Soğuk savaş sonrası Batı’nın Doğu karşısında NATO’yu sadece askeri stratejik konumlandırma yerine hem iktisadi hem de siyasi olarak yeni düzene uygun bir makineye dönüştürme ihtiyacı küresel siyaset gündeminde sürekliliğini koruyan önemli başlıklarından biriydi. Katı bir bloklaşma temelinde biçimlenmiş bir yapının böylesine esnek bir politik düzleme kaymasının zorlukları neoliberal ekonominin, finansallaşmanın belirsizlikleri ve riskleri artıran etkileri ile birleşince yeni yapılanma bir türlü istenen gelişmeleri bugüne kadar sağlayamadı.

İstisna halinin veya istisna hakkının temelini oluşturan ve ulus devletlerin kullandığı meşru şiddet özellikle küresel ölçekte NATO eliyle bu dönemde uluslararasılaştı. Yeni dünya düzeni küresel güvenlikçi politikalar ekseninde, neoliberal ekonomi çarkına da uygun bir sistemin şiddet örgüsünü güçlü jandarmalaşmış bir yapılanmayla yürütme ihtiyacı duymuştu. NATO’nun ABD öncülüğünde bu role göre biçimlenmesi özellikle kendinden olmayan her türlü hak mücadelesini ‘terörist’ kabul ederek biçimlenmesi bu siyasetin bir sonucuydu. Küresel risklerin başına terörü oturtarak Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyanın istikrarsızlaştırılması üzerine inşa edilmeye çalışılan sistem bu makine eliyle bugüne kadar sürdürüle geldi.

Özellikle Ortadoğu’da son 30 yılda yaşananlar bu gelişmelerin değerlendirilmesi adına önemli bir tablo sergilemektedir. Ulus devlet şiddetinin zayıflamaya başladığı süreçte, hatta devlet şiddetini meşrulaştırma yollarının azaldığı dönemlerde NATO bu rolü üstlenmiştir. Emperyal bir ‘adalet’ sağlamaya yönelik bu hamle sürekli istikrasızlık üreterek adeta her türlü adaletsizliği derinleştirmiş ve kalıcılaştırmıştır. Savaşı düşük yoğunluklu ve sürekli hale getiren bu saldırı politikaları özellikle Kürt halkını birincil hedef haline getirmiştir. Filistin halkı ve diğer Ortadoğu halkları da bu süreçte ciddi bir şiddet ve baskı girdabına sürüklenmiştir. Burada İsrail ve Türkiye’nin fırsatlardan yararlanma konusunda önemli ‘avantajlar’ yakaladığı da bir gerçekliktir.

İstikrarsızlatırıcı makinenin çalışması Türkiye’nin dış politika hattını yaratıcı kaos anlayışıyla yürütmesine neden olmakta. Süreklileşmiş istikrarsızlıktan fırsatlar yaratmak adına kaosun kendi amacına uygun bir dış politika zemini olarak görülmesi 2011 sonrası belirgin hale gelmiştir. Bu hem yayılmacı politika için elverişli bir iklim olarak görüldü hem de rejimin otoriterleşmesi için de iyi bir fırsattı. Bu dış politikanın değişmez unsuru Kürt düşmanlığıydı ve bu düşmanlığın meşruiyeti Kürt halkının tüm hak mücadelelerini teröristleştirmekti. Bu konuda dünya kamuoyunu ikna etmek ve NATO eliyle düzeneği sürdürmek birinci öncelikti.

Bu konuda ortaya çıkan tüm Batı kaynaklı pürüzleri aşmak adına da istikrarsızlığı beslemek adına göçmen ve Rusya kartını oynamak, S-400 gibi sembolik adımlar atmak kritik hamleler olarak ortaya çıktı. Bugün Türkiye hala aynı hattı en azından yeni yapılanma netleşene kadar korumak istiyor. Erdoğan’ın Biden karşısında Ortadoğu dışında bugüne kadar biriktirdiği Libya, Azerbaycan, Ege, Kıbrıs ve hatta Ukrayna kartlarını taviz amaçlı kullanma çabası kendi adına Kürt coğrafyası üzerindeki beklentilerini korumaya yönelikti. Şimdilik yol alınamamış olması kimseyi şaşırtmadı, ama masada kalan konulara geri dönüleceği de anlaşıldı.

Karşı karşıya olduğumuz şey sermayenin ve ulus devletin derin ve çözümsüz kalmış krizidir. Küresel siyaset sermayenin krizine çözüm üretmek adına giderek otoriterleşen ve halklar üzerinde baskıyı artıran yeni stratejileri üretmek adına G7’nin jandarmasını yeniden biçimlendirirken, Türkiye yeni rolünü Ortadoğu eksenli sürdürme gayretinde. Bu yeni dönem saldırılarına karşı Kürt halkının birliği, halkların ortak mücadelesi ve demokrasi güçlerinin batıda ortak bir itirazı ortaya koyabilmesi büyük önem taşımaktadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.