İsviçre’de kendimi ‘altın kafes’te hissediyorum

Dosya Haberleri —

GUNES ERZURUMLUOGLU SURUC

GUNES ERZURUMLUOGLU SURUC

Burada da bir mücadele var ama Türkiye’ye dönüp arkadaşlarımla birlikte mücadele etmek istiyorum. Bir taraftan ülkeye dönme özlemi ama yarının ne getireceği belirsiz. Türkiye’de yasaların uygulanmadığı, adaletin a’sının bile olmadığı bir gerçek. Ama ben burada da kendimi altın kafese konulmuş gibi hissediyorum.

ERDOĞAN ZAMUR

 

Basel Eğitim, Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki (BEKSAM) buluşmamız için tekerlekli sandalyesiyle içeriye giren Güneş Erzurumluoğlu’nun yüzünde, hayata bakışının da göstergesi sıcak, içten bir gülümseme var.

Güneş, Adana’da, 1996 yılında doğmuş. Şimdi o ve annesi İsviçre’de, babası ve üç kardeşi Türkiye’de yaşıyor. Babası, Erzurum’dan Adana’ya göç eden bir aileden; annesi ise Çerkes. Güneş, daha çok annesine benziyor.

İsviçre’de Suruç Katliamı’ndan yaralı kurtulan iki kişi yaşıyor. Aslında üçtü ama biri, Sezgin Dağ, Bern kentinde 13 Kasım 2020’de geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

 

Öncesi, sonrası…

Suruç’taki katliam, oradan sağ kurtulanların yaşamını da kökten değiştirdi. Erzurumluoğlu’nun hayatında da “Suruç öncesi” ve “Suruç sonrası” diye bir ayrım var. Politikleşmeye başladığı anlardan biri, Gezi Direnişi olmuş. Babasının o dönemki HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ı tanıması ve Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SDGF) üyelerinin evlerine gelip gitmesi vesilesiyle o da devrimcilerle tanışmış. Sosyalist Kadın Meclisi’nin Mersin’de düzenlediği kamp ise yaşamında bir dönüm noktası. Bu kampta yaptığı sohbetler ardından Kobanê’ye giden gruba dahil olmaya karar vermiş.

 

‘Kobanê’yi ilk kez duydum’

Güneş, bu kararı nasıl aldığını şöyle anlatıyor: “Kobanê adını bile ilk defa duyuyordum. ‘Kobanê kurtarıldı, Türkiye’den insanlar kentin yeniden inşasına katılmak için oraya gidecek’ deniliyordu. Merak ediyordum: Kobanê nasıl bir yer? Orada ne yapacağız? Hiçbir bilgim yoktu. Kampta genç kadınlar, ‘Geliyor musun’ diye sordular. Ailemin izin vermeyeceğini düşünüyordum, tam bir karar verememiştim. Anneme, ‘Kobanê’ye gidip inşa çalışmasına katılacaklar, ben de gitmek istiyorum’ dedim, ‘Tamam, gidebilirsin’ dedi. Annem bana çok düşkün, izin vereceğini sanmıyordum, çok şaşırdım. Anneme, ‘Yani kavga etmeyecek miyiz?’ diye sordum. Annemin, ‘Hayır, onlara güvenmeyeceğiz de kime güveneceğiz’ cevabı, beni daha da motive etti. Bu, hayatımın dönüm noktası oldu.”

Bu yolculuktan önce politikadan uzak biri olduğunu belirten Güneş, gülerek anlatıyor: “Gideceğim yerde ne giyeceğimi bile bilmiyordum. Bizim eve gelen genç kadınlar elbiselerime baktığında, ‘Yahu senin hiç normal elbisen yok mu?’ dediler. Normal elbise nasıl olur, onu bile bilmiyordum.”

 

Kahvaltı hazırlamaktaki heyecan

Bunun ardından Güneş, önce Adana’daki bir grup arkadaşıyla birlikte Kobanê’ye götürülmek üzere toplanan kıyafetleri, kuru gıda malzemelerini, bebek eşyalarını ve oyuncakları paketlemeye yardımcı olmuş. Suruç’a giden ilk ekip içinde yer alan Güneş, vardıklarında da gelecek olanlar için kahvaltı hazırlayanlar arasındaymış. “Türkiye’nin çok farklı yerlerinden 500 insanın bir araya gelmesi beni çok etkiledi” diyor ve devam ediyor: “İlk defa bu kadar kalabalıkla yapılan bir etkinlikte yer alıyordum. Hiç tanımadığım insanlar için kahvaltı hazırladım, birlikte kahvaltı yaptık. Ama kimse de çok bir şey yemedi, herkeste bir an önce Kobanê’ye gitme heyecanı vardı.”

‘Yaşıyorsam onlar sayesinde’

O gün Urfa’nın Suruç ilçesindeki basın açıklamasına katılıp ardından Kobanê’ye gitmek isteyen Türkiye’nin farklı kentlerinden sosyalist gençler, Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde toplandı. Basın açıklaması sırasında bir DAİŞ’li, üzerindeki bombayı patlattı; 33 genç yaşamını yitirdi. Başka pek çok kişi de patlamadan yaralanmalarla kurtuldu. Güneş, ağır yaralananlar arasındaydı: Bir bomba parçası, boynundan girip omuriliğini zedelemiş, iç kanamaya neden olmuştu. Sivil bir araçla hastaneye kaldırıldı. İç kanama nedeniyle acilen ameliyat olması gerekiyordu ama ambulans uçak sağlanmadığı için önce bir süre hastanede bekletildi. Ardından HDP Milletvekili Dilek Öcalan’ın araya girmesi ile sağlanan ambulans uçak, Güneş’i ameliyatın yapıldığı İstanbul’a taşıdı.

Güneş, “Aslında ben şanslıydım” diyor ve ekliyor: “Öndekiler bana siper oldu. Bugün yaşıyorsam onlar sayesinde yaşıyorum.”

 

Paran yoksa tedavi de yok

Şu anda boynunun altında felç var ve sağ kolunu hissetmiyor. Hareketsizliğin getirdiği fiziki sorunlar yaşıyor. İki ameliyata daha ihtiyacı var. Türkiye’de tedavisi iyi yapılmadığı için İsviçre’ye gelmeye karar vermiş. “Türkiye’de paranız varsa tedavi oluyorsunuz” diyor ve devam ediyor: “Paranız yoksa kimse sizinle ilgilenmiyor. Düşünün ki, kolum iyileşmeyecek diye tedaviden vazgeçildi. Ekonomik durumumuz iyi olmadığı için arkadaşlar bir yardım kampanyası başlattı ama bu bile hakkımda ‘örgüt adına para toplamak’ gibi absürt bir gerekçe ile davaya dönüştürüldü. Kocaeli Valiliği, bize para cezası kesti. Her şeye rağmen Türkiye’deki tedavide belli ilerlemeler kaydettik ama yeterli olmadığı için İsviçre’ye gelmeye karar verdim.”

Annesi ile birlikte yasal yollardan İsviçre’ye gelen Güneş’in tedavisi, gelir gelmez başlatılmış. İlk olarak hayatını kendi başına idame ettirmesi, tekerlekli sandalyeyi kullanabilmesi ve kıyafetlerini giyebilmesi gibi konularda eğitim verilmiş. Bu sırada ameliyatlar da yapılmış ve aynı zamanda Güneş, iltica başvurusunda bulunmuş.

 

İltica talebine ret

Güneş’in iltica talebi, 4 yıl boyunca sürekli reddedilmiş. Reddin gerekçesi de ilginç: İsviçreli yetkililer Güneş’e, Türkiye’nin demokratik bir devlet olduğunu, orada yaşamını sürdürebileceğini söylemişler; bombalı saldırının ise “Türkiye’ye yönelik” olduğunu, Güneş’in şahsına yönelik bir durum olmadığını iddia etmişler. Bizim sohbetimiz gerçekleştiğinde itirazına halen bir yanıt gelmemişti; bir gün sonra arayıp sonunda talebinin kabul edildiğini ve annesi ile kendisine oturum verildiğini söyledi.

’60 bin Franklık masraf’

Mülteci kampında hiç kalmayan Güneş’in annesi de bir restoranda yarı zamanlı aşçı olarak çalışıyor. Kendi ayakları üzerinde durmaya, yük olmamaya çalışıyorlar. BEKSAM, AvEg-Kon ve İGİF gibi Türkiyeli göçmen örgütleri ise Güneş’in en büyük destekçileri olmuş. İsviçre devletinin tavrını ise Güneş, şöyle özetliyor: “İsviçre beni 60 bin Franklık bir masraf olarak gördü. Buradaki tedavinin masraflarının çoğunu doktorlarımın büyük çabası sonucu karşılayabildim. Kolumdan üç kez ameliyat oldum ama bunları devlet ödemedi, doktorlarım devreye girdi ve yardım kuruluşları masrafları üstlendi. Burada oturum almamış bir statü ile yaşamak, devlete yük olmak olarak görülüyor.”

 

‘Bir arada olmak zorundayız’

Bugün yaşamını tekerlekli sandalye ile sürdüren ve bu sorunlarla boğuşan Güneş, buna rağmen Suruç Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin aileleriyle iletişim halinde. Doğum günlerinden başka etkinliklerine kadar her şeyle ilgileniyor. Bunu neden yapıyor? Güneş, şöyle anlatıyor: “Biz bir aile olduk. Kaybettiklerimizin anısına bile olsa bir arada olma sorumluluğumuz var. Anılarına sahip çıkmak, mücadelelerini sürdürmek için de bir arada olmak zorundayız.”

 

Adalet? Şenyaşarlara bakın

Türkiye’de devam eden Suruç davasını sorduğumuz Güneş, Şenyaşar ailesinin adalet arayışına işaret ediyor: “Uluorta öldürülen Şenyaşar ailesinin durumu ortada. Adalet arayan bir anne, ikide bir gözaltına alınıyor. Halkın seçtiği milletvekilinin meclisten yaka paça gözaltına alındığı bir ortamda adalet arıyoruz.”

Güneş’in hakkında Türkiye’de devam eden 3 dava bulunuyor. Evi İsviçre’de olmasına rağmen son bir yılda Türkiye’de ailesinin kaldığı ev dört kez basılmış, ailesi rahatsız edilmiş.

 

‘Devrimciyim, yalnız değilim’

Mülteci hayatının zorluklarını ise Güneş, yoldaşlarıyla birlikte aşıyor. “Ben politik, devrimci bir insanım ve kurumlarla ilişki içindeyim. Yalnız olan göçmenler ciddi sıkıntılar yaşıyor, bunu çevremde görüyorum” diyor.

İsviçre’ye tedavisi için zorunlu olarak geldiğini de söyleyen Güneş, “Burada da bir mücadele var ama Türkiye’ye dönüp arkadaşlarımla birlikte mücadele etmek istiyorum. Bir taraftan ülkeye dönme özlemi ama yarının ne getireceği belirsiz. Türkiye’de yasaların uygulanmadığı, adaletin a’sının bile olmadığı bir gerçek. Ama ben burada da kendimi altın kafese konulmuş gibi hissediyorum” diyor.

 

Bir dakika durmam…

Güneş’e, “Peki her şeyi başa sarsak yine Rojava’ya, Kobanê’ye gitmek ister miydin” diye soruyorum, gülerek yanıtlıyor: “Rojava’daki devrim, devletlerin korkulu rüyası oldu. Aynı zamanda bir kadın devrimi. Kadınların her alanda mücadelede önde olması gerçekten güzel. İmkanlarım el verirse bir dakika bile durmam, yine Kobanê’ye giderim.”

 

 

Bugüne kadar hiç konuşmadım

 

İsviçre’nin Basel kentinde hayatını sürdüren bir diğer Suruç gazisi ise Turan Yüğünt. Turan ile Basel’deki anarşistlerin kurduğu Rota Dayanışma Derneği’nde bir araya geldiğimizde çok heyecanlıydı ve “Ben bugüne kadar hiç basına konuşmadım, hatta çevremdeki hiç kimseye bu olaydan bahsetmedim” dedi.

Turan, 30 yaşında. Bitlis doğumlu. Altı çocuklu, halen Bitlis’te oturan bir ailenin çocuğu. Anadolu Üniversitesi’nde Bilgisayar Öğretmenliği okumuş ve öğrencilik hayatı boyunca Eskişehir’de yaşamış. Kobanê’ye geçmek üzere Suruç’a giden sosyalistlere Ankara’da dahil olmuş. Turan, patlamayı başından aldığı iki yara ile atlatmış, ayakta tedavi edilmiş ve bugüne kadar yaşadıklarını hiç kimseye anlatmamış.

Bugünlerde Turan, Basel’deki iki odalı evinde yalnız yaşıyor ve gününün büyük bölümünü evinde geçiriyor. Basel Üniversitesi’ndeki misafir öğrenci programına dahil olmuş ancak dersleri salgından dolayı online düzenleniyor. Haftada iki gün antrenmanlarına katıldığı bir futbol takımında da oynuyor. Bunun dışında göçmen arkadaşlarıyla vakit geçiriyor ve dil öğreniyor.

 

Bir çanta dolusu oyuncak

Turan, Kobanê’ye giden gruba katılma kararı aldığı dönemi şöyle anlatıyor: “Kobanê DAİŞ barbarlarından kurtarılmış, yeniden inşası konuşulmaya başlanmıştı. Ben de gidecek ekibe dahil olmak istiyordum. O sırada eskiden beri tanıdığım bir arkadaşım misafirim oldu ve bana Kobanê’ye gideceğini söyledi. Önce şok oldum, çünkü ben de Kobanê’ye gitmek istiyordum ama birbirimizden haberimiz yoktu. O, İstanbul grubuna dahil oldu. Onunla birlikte ‘Ne götürelim’ diye konuştuk. Ben yanıma bir çanta dolusu oyuncak aldım.”

Ankara’dan Suruç’a doğru yola çıkan grup, Aligor’da polis tarafından durdurulur, bütün çantalar didik didik aranır. Bu nedenle Amara Kültür Merkezi önüne en son ulaşan grup da onlar olur. Herkes kahvaltısını yapmıştır. Turan, anlatıyor: “Kültür Merkezi önünde ciddi bir koşuşturma vardı, insanlar sohbet ediyordu. Bizim için de bir sofra kuruldu. Doğrusu kimse kahvaltıyla ilgilenmedi, çünkü herkeste Kobanê’ye gitme heyecanı vardı. Devrimin topraklarına gidiyorduk ve ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Bize ‘5 güne döneriz’ demişlerdi ama biz belki de daha uzun süre kalıp inşaya katılmak istiyorduk.”

 

Arkadaşları pankartlara yatırdık

Turan, patlama anını ise şöyle anımsıyor: “Hava çok sıcaktı, herkes gölgeye sığınmak istiyordu. Çantalarımızı bir ağacın altına bırakmıştık, ben de oradaydım. Şiddetli bir patlama oldu. Hatırladığım, bir çınlama sesi. Herkes panik içinde bir tarafa koşuyordu. Yüzümde bir ıslaklık hissettim, vücudumu kontrol ettim. Kafamdan yara almıştım ama durumum ağır değildi. O ara silah sesi de duydum. İlk paniği atlattıktan sonra yaralılara yardım etmeye gittim. Arkadaşları pankartların üzerine yatırarak oradan çıkarmaya çalıştık. O esnada Suruç halkı da oraya akın etti.”

Bir süre sonra Turan da sivil bir araçla hastaneye kaldırılmış. Bu sırada Suruç halkının polise rağmen kendilerini sahiplendiğini belirten Turan, ilk müdahale ardından arkadaşlarıyla Urfa’daki hastaneye, sonra da cenazelerle birlikte İstanbul’a gitmiş.

 

10 Ekim’de de oradaydı

Turan Yüğünt’ün tanık olduğu tek patlama, Suruç’taki olmamış. Ankara’da 10 Ekim 2015’teki Barış Mitingi’ne yapılan ve 103 insanın ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırı sırasında da Turan, miting meydanındaymış. Bu kez patlama, onun bulunduğu yerin uzağında gerçekleşmiş, Turan fiziki olarak yaralanmamış ama bir tedirginlik kalmış geriye: “Buradaki mitinglerde bile hep tedirgin oluyorum, bu nedenle de kitlesel eylemlere çok katılmıyorum. Burada birkaç eyleme katıldım ama patlatılan havai fişeklerden çok rahatsız oldum. Patlama sesi, bende ciddi bir rahatsızlık yaratıyor.”

 

Mahkeme değil tiyatro

Suruç Davası’ndan adalet beklentisi olmadığını da belirten Turan, bunun gerekçesini ise şöyle açıklıyor: “Mahkemede bir tiyatro oynanıyordu. Savcısından hakimine, kolluk güçlerine kadar herkes sanki suçlu bizmişiz gibi yaklaşıyordu. SGDF Eşbaşkanı Ceren Çoban hakkında bile dava açıldı. Aileleri mahkemede konuşturmadılar.” Bu sahneler ardından Turan, bir daha da duruşmalara katılmamış.

Uzun süre Eskişehir’de yaşayan Turan, Gezi ve Kobanê eylemlerine katılmış ve spor, piknik ve konser etkinlikleri bahane edilerek hakkında açılan davadan 7 yıl 6 ay hapis cezası almış. Gerekçe yine ilginç: Cezaevine gidip talimatlar aldığı ve bunları uyguladığı iddia edilmiş, oysa o cezaevi görüşüne hiç gitmemiş. Cezası şu an Yargıtay’da.

 

İsviçre’ye kaçış

2017’nin Kasım ayında gittiği memleketi Bitlis’te de gözaltına alınan Turan, burada da ilginç bir sahne ile karşılaşmış: Polis eşliğinde alınan ifadesi sonrasında savcı, serbest bırakılmasına karar vermiş ama polisler tutuklanmasında ısrar ederek savcı ile tartışmaya tutuşmuş. Turan, onlar tartışırken odadan çıkmış ve Adliye içinde bir yere gizlenmiş. Polisler, Adliye’nin kapısında onu beklemeye başlasa da o, tanıdık birilerinin yardımıyla arka kapıdan çıkıp gitmiş. Bu olaydan sonra, 2018’in Ocak ayında, yasadışı yollarla İsviçre’ye gelmiş.

 

O fikir halen güzel

Kobanê’ye gitmek ve inşaya katılmak fikrinin kendisi için halen güzel bir fikir olduğunu söyleyen Turan, katliamdan sonra ise bir süre Suruç öncesi tanıdığı patlamada yaralanan arkadaşlarından başka kimseyle iletişim kurmamış. İsviçre’ye gelince de tümüyle içine kapanmış ve kimseyle görüşmemiş. “Kimse beni bilmiyor, burada arkadaşlarım bile benden habersiz” diyen Turan’ı konuşmaya ise kendisi gibi İsviçre’de yaşayan Suruç gazisi Güneş Erzurumluoğlu’nun ısrarlı çabası ikna etmiş.

“Rojava Devrimi dünya için bir umut” diyen Turan, devam ediyor: “Bu, büyük bir insanlık mücadelesi ve tüm dünyayı etkileme potansiyeli var.”

“En büyük hayalim memleketime geri dönmek” diyen Turan, ekliyor: “Geçmişimiz, her şeyimiz orada bizim. Bu özlemi hep yüreğimde taşıyorum.”

 

 

 

Suruç Katliamı

 

Urfa’nın Suruç ilçesinde, 2015 yılında bir DAİŞ üyesi, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi gençlerin de aralarında olduğu Amara Kültür Merkezi önünde toplanan 300 kişinin arasında bedenine sardığı bombayı patlattı. Saldırıda 33 kişi yaşamını yitirirken 100’den fazla kişi yaralandı. Gençler, Suruç’taki basın açıklaması ardından inşa çalışmalarına destek vermek üzere Kobanê’ye geçmek istiyordu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.