Kanlı diktatörün farklı bir portresi

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

Dünyanın her yerinde, oldum olası zengin mekanları merak konusudur. En başta da mezarları…

İnci Tuğsavul-Doğan Özgüden ikilisinin, 1960’larda yayımladığı ANT dergisi, adeta bu meraka cevap verir gibi; Yaşar Kemal’in görgüsüzlük, sonradan görmelerin görkem düşünlüğünü anlatan “Yoksul Evleri ve Zengin Mezarları“ röportaj serisiyle çıkmıştı.

Sonra, İskenderunlu bir işadamının, eşi için yaptırdığı mezar ile bu çelişki konu olmuştu. İş adamı, görkemli mezarın yanına, bir de içinde telefonu olan minyatür bir köşk kondurmuştu.

Adım attığı her bir yere, görmemişin üstünden taşan şatafatını konduran Türk-İslam Faşizminin lideri Recep beyin, “altuni“ ışıltılı köşk ve saraylarından sonra, şimdi de görkemli aile mezarlığı konuşuluyor.

Recep Bey, bayram arifesinde, Rum Pontus’un kalbi olan Potamya göçmen ana-babasının mezar ziyaretindeydi. Artık oğlunun “hörmetli görkemi“ne uygun olarak “bey“ olarak anılan baba Ahmet Erdoğan, hayatı boyunca yoksulluk çeken bir mesleksiz ve de “asabiyeti yüksek“ biriydi. İstanbul’un kıyı iskelelerine yük bırakıp yük alan mavnaların yükleme, boşaltmasında işe koşulduğunda bir şeyler kazanıyordu. Sonrasında boş adamdı. Asabiyeti de berdevamdı. Tepesi attığında, Recep’i yaşadıkları gecekondunun tavanına asıyor, kimse de elinden kurtaramıyordu.

Öte yandan Faşist Mussolini’nin ölüsü gibi ayağından asılan oğul Recebin asıl işi, -baba çalışmadığından- para peşinden koşmaktı. Okul dışı zamanlarında, sokaklarda bağıra bağıra simit satıyor, eve daha çok para getirmek için, fırıncıların çöpe attığı bayat, yarı küflü simitleri yok fiyatına alıyor, annesi bunları, evde buhara tutup ısıtarak, taze kıvamına getiriyor, o da tam fiyatına satıyordu.

İşte o aileden ilk “kanma kandırmaca ve de dolandırcama“ üzere ilk alengirli hayat dersini alan o Recep, şimdi Recep beydir. Ve, bayram arifesinde, hayatı boyunca hiç doyasıya yaban ekmek de yememiş mi bilinmez ama, yoksulluğun sefaletinde bir ömür sürmüş babası ile annesinin yattığı aile mezarlığındaydı.

Mezarlık dediğim de -medyada görenleriniz vardır- sonradan görmenin bir görkemli anıtıydı. Mezarlık, yoksul evlerini geçin; zengin köşklerinden de şatafatlı.

Apak mermerlerle çevirili, büyük mezarlıktaki aile mezarlığı. Recep beyin “yüksek itibarı“ ve zevkine uygunlukla, altın ışıltılı. Yerler fayansla kaplı. Mezarlar çimenle örtük. Kürtlerin “kelêk“ dedikleri, ama Türkçede bir adı bulunmayan baş ve ayak ucu taşları da, ak mermerden ve Arapça yazılarla motifler. Motifler de altuni…

Sağ başta Ahmet bey ve eşi yan yana yatıyor. Üstleri çimenli. Orta yer, Türk-İslam Faşizminin dehşet saçan lideri Recep bey ile eşine ayrılmış. Baş taşı (kelêk) ortak ve Latin Amerika’nın görgüsüz Senyörlerinin, malikane burçları gibi “yakışırlıkla ve hörmetlice“ yüksek, ayrıca yaldızlı. Onların sol yanında ise kime ayrıldığı bilinmeyen iki mezar yeri…

Ötede aşan, mermerden bir gölgelik ve yağmurluk…, ziyaretçileri güneş ve yağıştan esirgeyen koyu renk mermerden bir korunak.

Medyada görenleriniz vardır. Recep bey, anne ile babasının ayak ucunda, arkası dönük ayakta duruyordu. Omuzları çökük, bir zavallı görünümündeydi. Ceketi bedenine oturmuyor, kamburundan aşağıya “pizdan“ gibi sarkıyordu ki, uyduramayan terzinin vay haline ki, vay…

Sonradan görmelik zor, görgüsüzlük insanı tarihe rezil eder.

Ve başka bir paragrafa atlayarak diyelim, utanmazlık bütün Faşistlerin ortak özelliğidir. Dünyada her şey kendileri içindir. Halkın emeği yerine kanını yer, içer, saraylarda görkem içinde debelenirler. Kan içicilik baş özellikleridir. Hitler de, çocuk katliamı emri verdikten sonra, bir koşu çocuk sevmeye gidiyordu. Analar, babaları gaz odasına gönderip ana, babası için anma düzenliyordu. Sevgilileri katledip, Eva Braun’la kanatlanıyordu. Kurtlar, sırtlanlar, Afrika ve Avustralya Kurtları anaları katledip, sonra yavrularına analık etmeye koşuyorlar.

Demek ki neymiş? Vahşet ve vahşinin de anası, babası olabiliyormuş. Timsah da birer ana yavrusudur, nihayetinde. Ana babası bilmek insanı insan yapmıyor. Onları altınlar içinde yatırmak da…

Recep bey, annesi ile babasının mezarı başında, sanki eski Emevi ve Abbasi diktatörler gibi Kürt mezarlarının tahribi ve ölülere işkence emrini veren o değilmiş gibi duruyordu. Askerlerinin katlettiği Teybet Ana’nın bedenini bir hafta boyunca sokakta bekleyen başkasıymış gibi…

Milyonlarca Kürt’ü, anne ve babasının mezarı ve ana yurdundan bırakıp kendi ana ve babasının mezarına koşuyordu, Faşist. Ölülerin yattığı mezarlarla da kalmıyor, dikili ağaçları da yok ediyordu, sonra anne ve babasına saray bozması mezarlık inşa ediyordu. Yoksulluktan kuruyanlara, altın ışıltılı mezar…

Cizre’de diri diri yakılan Mehmet Tunç, bir babaydı. Yıkılan şehrlerde ağlayan anneler. Katledilenler…

Bunların ölüm emrini veren, Kürt ana, babaları ağlatmayı sınır ötesi işgaller, talan ve insansızlaştırmalarla sürdürenler, sonra kendi ana ve babalarının mezarı başında dikilerek, bize “insanım“ pozu veriyorlardı. Ve de, “Filistin topraklarının işgaline izin vermeyiz“ diyorlardı.

Ah ben, senin insanlığını seveyim. Gönül Aslan bir anneydi. Böbrek hastası küçücük oğlu Dilgeş’le beraber dün hapishaneye kapatıldı. Suçları Kürt olmak dergûş Dilgeş ile annesinin.

Bana anne ile babaya saygı gösterisinden vazgeç. Ben seni Tanıyorum. Kürt ana ve babaların katilisin sen. İşgalci, hırsız ve talancı…

 Roboskî katliamından sonra, “üstünde durmayın, nihayetinde öldürdüklerimiz birer Kürt’tür“ demeye getirip “kimin terörist, kimin ne olmadığını nereden bilelim“ diye bar bar bağıran sesin, kayıtlarda duruyor, senin.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.