Katil cinayet yerine döner!..

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Amed surları dile gelse, Halife Ömer’in adaletini (70 bin cana kıydı) ve barbarların son hücumunu anlatsa... Kürtler,  cinayet yerine dönen katillerinin yüzüne tükürmediler. Kinleri, sabırları sonsuz, o günü bekliyorlar.

Katillerin kurtulamadıkları psikolojik haldir: Bir süre sonra,  cinayet yerine dönüş yaparlar. Cinayet yerinde taziyeleri kabul eden, kanlı yere çiçek bırakanlar bile görülmüştür.

Psikoloji bilimi, katillerin bu ruh hali hakkında, pek çok neden sıralıyor. "Cinayet işlerken duydukları hazzı, zevki yeniden yaşamak için” diyenler çoğunlukta.

Bu görüş, bir bakıma doğru. Mafyanın öldürdüğü kişinin cenazesine çiçek gönderdiği sıkça görülen bir olaydır. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde seri cinayetlere imza atan faşist lider de canını aldırdığı kişinin cenazesine gül ya da çelenk gönderiyordu.

Katil generaller ve onlara emir veren faşist liderler, uzun bir geçmişten bu yana katliam yerlerine zafer gezileri düzenliyor. Alman Nazi lideri Hitler, büyük savaşın en kızgın aşaması 1940 yılında, bir koşu işgaldeki Paris’e gidiyor ve Eyfel Kulesi dibinde şişinen pozunu veriyordu.
Bu gezide, Hitler’in korkularından kurtulması için, Alman orduları seferber edilmişti. Paris’in tüm sokak, cadde ve meydanlarına sivil ve üniformalı Gestapo ve asker dizilmiş, çatılara nişancılar yerleştirilmiş, trafik kesilmişti.

Rastlantıya bakın siz!  Hitler’in Paris gezisi manzarasının bir benzeri, Pazar günü Amed’de tekrarlandı.  Kürtçe argoyla Amed‘e "Xırto"lar dolduruldu. Yollar, sokak, geniş cadde ve meydanlar boyunca "Zırtolar" dizdirildi. Maksat, dünün "Pexası", günün “Zırtapoz" diktatörü korkularından kurtulsun ve ruhu huzur içinde olsun…

Üç gün boyunca, bitişik Bingöl‘den, Muş’tan , Elazığ, Malatya, Van, Adıyaman, Bitlis’ten sivil giyimli silahlılar taşındı.Bu kadarla da kalınmadı. İzmir‘den, Ankara, Kars, Erzurum’dan takviye güç getirildi. Amed, yapılan yığınakla Kemal Tahir’in romanının adıyla, "Esir şehrin insanları" haline geldi. Sanki, Paris’teki işgalci terör, Amed’e taşınmış gibiydi..

Türk, bir köşe veya kapıdan, her an bir Kürt fedai fırlayacak, balkonda belirecekmiş gibi tedbirler almış, çatılara, balkonlara maskeli tüfekliler yerleştirilmişti. Diktatör huzur içinde olsun diye, sokağa çıkmak zorunda kalan insanlar, kimlik yoklaması, üst aranmasından sonra uzaklara sürülüyordu.

Öte yandan, uçaklar diktatörün yakın alkışlarını taşımak için, İstanbul ve Ankara’dan vızır vızdı. Son gün, otobüsler, minibüsler illerden doldurdukları kalabalıkları meydana boşaltıyorlardı. Devletten maaşlı memurlar, öğretmen ve öğrenciler, sivil giyimli korucular, asker ve polisler köle muamelesiyle, zorunlu alkışçı olarak meydanda hazırdı. Ve tabii ki, yevmiye hesabıyla kiralanmış yoksullar...

Elbette taşınmışların kumanyası dahil her türlü masrafı, halkın vergisindendi.  Yanilerin yanisi ile halka ait olması gereken para çalınıyor, talan ediliyor, diktatörün çıkarı için kurulan sofralarda yeniyordu.  

Hazırlıklardan sonra Recep, taşınmış kalabalığa karşı, kürsüden atıyordu. Atışları alkışla karşılık bulmayınca sinirleniyor, "nankörler" dercesine, "galiba beğenmediniz" diye azarlıyordu kalabalığı.

Azarlama, sövme, tehdit etme ona haktı. Çünkü o, kendini ülke ve insanların sahibi, Dominik’in eski diktatörü Rafael Trirojilo gibi mutlak babası, yatak odalarının gözetleyicisi, kadınlara  Kürtlere misilleme olarak "doğurun ha, doğurun" emri veren mutlak muktedirdi. Bir Hitler yani...

IŞİD’in, Kaide ve Nusra’nın islamında kadınlar tarlaydı. Onun ağzında ise doğurgan makina...
Makina işlevi, ırkçı Ergenekon generallerinin icadı gibi görünüyor ama gerçekte Hitler Nazizmden alınmaydı. TC Milli Güvenlik Kurulu’ndaki savunucusu da General Çevik Bir’di.

Ergenekoncular, nüfus artışında Kürtleri geride bırakmak için, Türk kadınlarının durmadan doğurmasının zorunlu kılınmasını istiyorlardı. Konunun görüşüldüğü Milli Güvenlik Kurulu’nda General Çevik Bir sözcüydü.

Gelin görün, Recep diktatörlüğü, karşı darbe ile Ergenekoncuları hapsetti. Ancak görüşleri, Recep’in ağzında pelesenk, yani iktidarda.
Recep, kadınların yatak odalarının kontrolörü gibi, "doğurun lan" diyor. Hitlerden devir ve teslim alınan ırkçılık, yatak odalarında kırbaçlanmış at gibi yani.

Öte yandan, kimin Türk olduğuna da kendisi karar veriyor. Amed haykırışında. Ve "oylar bana" anlamında, Kürt lider Selahaddin, Kürt lider Demirtaş ve HDP’nin eşbaşkanı Mithat Sancar‘ın Kürt olmadığını söylüyordu. Doğru, Sanar Kürt değil. Ama insan. Garo Paylan da Kürt değil. O, bir Ermeni. Ama Kürtlerle aynı saflarda.

Kasımpaşa gecekondularının yol keseni, nereden bilsindi vicdanı ve onun ayaklanmasını. Oysa, zulüm altındaki halklarla dayanışma, yardım için, o halkın soyundan almak gerekli değildi. Gerekli şart insan olmaktı.

Amerikalı, unutulmaz sinema yıldızı Marlon Brando, Kızılderili haklar savunucusuydu ama Kızılderili değildi. Amerika‘da köleliği yasaklayan Başkan Linkoln da siyahi değildi. 

Osmanlı’nın Mora’daki kırımına karşı, Avrupalıların yardıma koşması unutulmazdı. Fransız Viktor Hugo da katledilen Yunanlı çocuğun şiirini yazmıştı.

Yeryüzü aydınları, yazar ve sanatçılar, tabur tabur Recep gibi bir faşist olan Franko rejimine direnen İspanyol cumhuriyetçilerin yardımına koşmuştu. Che Guevara, Kübalı değildi...

Dolayısıyla Mithat Sancar da, Garo Paylan da insan onuruna saygılı birer vicdanlı...

Kürtçenin Dimilkî (Zazaca) lehçesini konuştuğu için, Recepçe Kürt sayılmayan Demirtaş’a gelince: Recep Türkçe konuşuyor ama Türk değil, Gürcü "Havvilli"nin torunudur kendisi. Demirtaş’ın ona  cevabı da şöyle: "Sen, onu boş ver de, Diyarbakır’a bir daha gelirsen, ‘kim hırsız‘ diye sor. Yalnız mitinge gelecek kardeşlerim, kıymetli eşyalarını, yanlarına almasınlar..."

Bu arada faydasız olduğunu bile bile Recep’e anlatayım ben: Kürtler, ana yurtları kadar kadim, ana yurtlarının yerlisi bir halktır. Her yerli halk gibi, kocaman bir coğrafyada, farklı inançlı, değişik lehçelidirler. Êzîdî dinindendir kimileri. Alevi, Musevi, Hristiyan, Müslüman, Zerdüşt ve başka inançtan. Kürtçeleri de lehçe lehçedir. Kurmancî, Soranî, Goranî ve Dimilkî ve daha başka...

Cahil Zırtoların anlayacağı şey değil, ama Avrupa ülkeleri diller harmanı, mesela Almanya lehçeler mozaiğidir. Hint yarımadası da öyle...
Ha bir de, kimi Kürtlerin Kandil’den talimat almasına gelince: Kürtler, yüz yıldır Türk ırkçılığına karşı kurtuluş savaşı veriyorlar. Kandil de Kürdistan’ın bir parçası. Bir Kürt’ün diğer Kürt’ten görüş, hatta talimat alması normal değil mi?

Evet katılıyorum ona: Amed surları dile gelse, Halife Ömer’in adaletini (70 bin cana kıydı) ve barbarların son hücumunu anlatsa... Kürtler, cinayet yerine dönen katillerinin yüzüne tükürmediler. Kinleri, kavi sabırları sonsuz, o günü bekliyorlar...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.