Kavramsal sanatta Kürt gelecekçiliği
Forum Haberleri —

Kürt müziği/foto:AFP
- Asuri, Ermeni ve Kürt sanatçılarla yaptığım görüşmelerde ortaya çıkan ortak damar çok netti; geçmişle hesaplaşma, hafızayla bağ kurma, günümüzü iyi tahlil etme ve bu bağı sanatla geleceğe taşıma çabası...
SERDAR MUTLU
Geçmişin çürüklüğüyle yüzleşirken, geleceğin hayal gücünü yeniden icat etmeliyiz. Afro-fütürizm bunu yaptı. Yoğunlukla 1970’lerden itibaren, sömürgecilik tarihine karşıt olarak travmayı yok saymadan bir gelecek tasavvuru üretti. Sun Ra'nın Space is the Place filminde olduğu gibi, hem ütopyayı hem hafızayı aynı sanatsal karede tuttu. Marvel evreninin Black Panther’inde de bu kodlara rastlamak mümkün. Afro-fütürizm bize şunu gösterdi: Geçmişi unutmak değil, ona yeni bir yön tayin etmek gerekiyor. Peki, coğrafyası suni sınırlarla darmaduman edilmiş Mezopotamya halkları geleceğin anlatısını neden güçlendiremesin?
Kürt halkının tarihi akademik, mitolojik, arkeolojik ve sezgisel düzlemde inkâr edilemeyecek kadar eski. Hurrilerden Medlere, Gutilerden Mitannilere Zagrosların sırları ve göstergeleri içinde yaşayan bir hafıza bu. Sümer, Akad, Babil tabletlerinde adı ve karakteristik yapısı geçen bu topluluklar, bugün modern ulus-devletlerin “yoktur” dediği kimliklerle doğrudan bağlantılı. Çağdaş Kürt tarihi ise sömürgecilik ve katliam ekseninde sayısız -var olan, yok edilen- kaynakla gün yüzüne çıkmakta. Devletler bir halkın tarihini inkâr edebilir mi? Eder ama alıcısı azaldı. Bu bir gerçek. Belki 20. yüzyılda mümkündü ama bugün? Bilgi çağında, yapay zekânın falan olduğu bir dönemde?
İşte tam burada iktidarların büyük korkusu başlıyor; bilginin kontrolünü kaybetmek. Artık bilgi dijitalde serbest dolaşıyor. Kültürel sansür, algoritmadan hızlı olamıyor. Türkiye’de yaşayan bir genç, birkaç tıkla yüzlerce akademik makaleye, belgesele, Kürt kültürünü anlatan sanat projelerine erişebiliyor. Bu durumda “Kürt yoktur” demek, sadece politik bir yalan değil, aynı zamanda komik bir anakronizm haline geliyor.
Bu değişimle birlikte sanatın rolü radikalleşiyor. Çünkü sanat sadece temsil etmez; müdahale eder, sorar, çarpıtır. Bu bağlamda dijital müzikle mitolojik figürleri yeniden kuran sanatçılar, dansla bedenin hafızasını geleceğe taşıyan performansçılar, video enstalasyonların alt metinleriyle hafızayı teknolojiyle buluşturup alan hakimiyeti kurgulayan küratörler artık yalnızca sanat üretmiyorlar, gelecek tahayyül ediyorlar. Mezo-fütürizm bu tahayyülün adıdır. Buradan beslenen Kürt Gelecekçiliği, sömürgeden kurtulmuş gelecek nesillerin fikirleriyle inşa edilmiş bir öngörü dünyasıdır.
Örneğin, benim de kısmen parçası olduğum Paris merkezli bir kolektif içinde, son dönemde birçok Kürt genç elektronik müzik üretimine yöneliyor. Dengbêj sesi, santur, erbane ya da tambur sesleri elektronik beat'lerle karışıyor ve Berlin’deki bir kulüpte veya Amsterdam’daki bir festivalde hayat buluyor. Bu bir dejenerasyon mu? Yoksa belleğin genişlemesi mi? Röportaj yaptığım kimi sanatçılar, Ermeni ve Kürt sözlü destanlarını elektronik müzikte harmanlayarak yüz binlerce kişiye ulaştırabiliyor, insanların bilinçaltına yerleştirebiliyor. Aslında doğru yaklaşıldığında, iki öğe bir araya gelir ama kendi özünden vazgeçmez. Sentez, özü yok etmek değildir.
Kürt Gelecekçiliği, Mezopotamya Gelecekçiliği; zihniyet devrimi, birbirine bağlı damarlar… Kürtler sadece “hali hazırda” değil, geleceğin özgürlüğünü ve eşitliğini de talep eden bir halktır. Bu talepler (çalınanı geri alma), sadece sokakta değil, gelecekçi bir sanat anlayışıyla yankılanmalıdır. Gelecek, hayal edenindir. Kürt sanatında gelecekçilik bu hayalin sanatla kurulan halidir.
Kürtlük olgusu çoğunlukla geçmişe dair yazılıyor. Direnişle, acıyla, yasıyla anılıyor. Şimdi ise yeni bir döneme geçiş niteliğinde bir şeyler sürdürülüyor. PKK ile devlet arasında başlayan “silahsız süreç” -sembolik de olsa- mücadeleyi başka bir düzleme taşıyor. Artık sorulması gerekenlerden biri de şu: Özgürlük yürüyüşünün kavramsal altyapısı ne olacak? Çünkü mücadele aynı zamanda arşivde, galeride, kelimede veya sembolde de verilir. Geleceği tahayyül etmek, tam da bu nedenle politik bir görevdir. Çünkü geleceği olmayan halkların bugünü de kolayca şekillendirilebilir hale geliyor. Politik süreç ne olursa olsun, kavramsal kazanımlar her daim önem kazanacaktır.
Egemen veya sömürgeci devletlerin Kürtlere dair zihniyetinde garip bir çifte standart vardır: Kürtler ya “misafirperver”, “otantik”, “dağlık bölge insanı” olarak romantize edilir ya da “ilkel” ve “geri kalmış” olarak aşağılanırdı. Yani ya folklor malzemesi, ya güvenlik tehdidi. Arası yok gibiydi. Son yıllarda ise Kürtlerin tarihsel potansiyeli zorla bastırılarak engellenemeyecek düzeye geldi. Kimse kendinden bihaber değil artık.
Egemenlerin unuttuğu veya görmezden geldiği şey şu: Son 30-40 yılda, özellikle 1980’lerden itibaren, Kürt çocukları doğrudan ya da dolaylı bir eğitim sürecinden geçti. Sokakta, evde, sürgünde, hapishanede... Bu egemen sistemler kendi eğitim programlarını ırkçı mitlerle, inkârcı ideolojilerle doldururken “Kürt yoktur”, “dağ Türk’üdür”, “Kürtçe diye bir dil yok” gibi klişelere karşıt olarak Kürtler kendi köylerinde ve mahallelerinde alternatif bir pedagojik ağ geliştirdi. Bir tür gayriresmî halk üniversitesi, bir ev içi akademi oluştu. Ağıtlarla, direniş öyküleriyle, annelerin fısıltılarıyla, dengbêjlerin sesiyle bu eğitim devam etti. Şimdi ise bu potansiyel, sistematik hale gelmek üzere. Ve işin ironisi şu: Bu sistematikleşme, yalnız Kürtlerin değil, tüm coğrafyanın işine yarayacak. hegomanyanın her baskısı kendisine geri dönecektir.
Kürtler (vb. devletsiz halklar) yüz yıldır bastırılıyor. Bastırılan şeyler sembol olarak, isyan olarak, sanat olarak geri dönüyor. Eğer bu coğrafyada gerçekten barış, eşitlik, cinsel kimlik ve ekolojik adalet isteniyorsa tartışılması yasaklanmış kavramların, sansürlenmiş hafızaların, unutulmuş sembollerin geri çağrılması gerekir. İşte “zihniyet devrimi” dediğimiz şey, tam olarak budur. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın bu kavramı 2010’larda teorik bir kategoriye dönüştürmesi boşuna değildi. Bu devrim, bir halkın geçmişi unutmadan geleceğe uzanma kapasitesidir. Ve bu sadece Kürtlerin değil, Arapların, Farsların, sözleşmelerine bağlı olan Türklerin, hatta Avrupalıların bile ruh sağlığına iyi gelecek bir ilerlemedir.
“Zihniyet devrimi” bugün her zamankinden daha yakıcı. Fiziksel özgürlük kadar önemli olan, düşünsel ve kavramsal özgürlüktür. Bugün Kürtler ve Mezopotamya halkları, geleneksel kıyafetlere, misafirperverlik gibi folklorik kavramlara sıkışamayacak kadar büyük bir tarih ve potansiyele sahiptir (şahsen “misafirperver Kürt” söylemi oldukça canımı sıkar). Sadece etnik ve folklorik bir “otantiklik” alanında değil, evrensel düşünceye ve sanata katkı sunan, küresel gelişmeleri etkileyen bir “marka değeri” haline gelinebilmelidir.
Son tahlilde bu yazı ne bir manifesto, ne de “yeni bir teori icadı” anlayışıyla yazılmış bir metindir. Asıl amaç, yalnızca bir soru işareti bırakmak veya zihniyetin içinde küçük bir çatlaktan ışık sızdırmak olabilir. Kolektif bir inşa sürecine katkının mütevazi bir devamı. Sorular kavramların doğmasına yol açar. Zürih Sanat Üniversitesi'nde ‘Küratöryel Çalışmalar ve Kültür Yönetimi (Curatorial Studies and Cultural Management)” bölümünde yürüttüğüm yüksek lisans çalışmasında “sanatta geleceğin hafızası” ile meşgul oldum, hocalarımı ve çalışma arkadaşlarımı sık boğaz ettim: Sanat, hafızaya ne yapar? Kolektif travmalar nasıl estetikle buluşur? Demokratik bir geleceğin tahayyülü çağdaş sanat yoluyla nasıl dışa vurulabilir? Asuri, Ermeni ve Kürt sanatçılarla yaptığım görüşmelerde ortaya çıkan ortak damar çok netti; geçmişle hesaplaşma, hafızayla bağ kurma, günümüzü iyi tahlil etme ve bu bağı sanatla geleceğe taşıma çabası. Bu çalışma, “mezo-fütürizm” diye başlıkladığım kavramsal öneriyi doğurdu. Yani Mezopotamya'nın hafızasını, çağdaş sanatın diliyle geleceğe kodlayarak yeni semboller ve kavramlar belirleme ve yaratılan dünyayı bu kavramlarla güçlendirme girişimi.







