Kin ve nefret yetişen topraklar...

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Bugün değil, Osmanlı ile bu topraklara kin ekilip nefretin hasadı yapılmaya başlandı.

 

Bizans’ın ülkesine el koyanlar, dünü, kültürü olmayan bir kalabalıktı. “Bir gece, biri gelip gırtlağımı kesecek” korkusundan muzdariptiler. Korku belasında kötü ve kötücül...

Hırsızlık, talan ve gasp yaşama biçimleriydi, onların. Cahildiler. Tarihlerinde, okuma yazmayı öğrenen ilk Sultan Orhan’dı. Ama elleri kanlı, ağızlarına götürdükleri lokma kanlı, katledilmişlerin “ked u emeği”ydi..

Osmanlı sultanlarının tümü birer köle kadının oğludur. Yarı köle doğdular, yani zorla ülkesinden koparılmış, annesi, babası, yakınları katledilmiş, içleri kinle doldurulmuş, yaralı ruhluların evlatları...

Dolayısıyla köle nefretinin burgaçlandığı Sarayda, kin ile nefret kaynıyor, ortalıkta korkunun hayaletleri dolaşıyordu. Herkes karşısındakine, düşman gözüyle bakıyor, savunma önlemleri alıyordu. O nedenle Saray, korkudan çıldırmış, delirip bilincini kaybetmişlerin yatağı, cinayetler dolambacıydı. Sultanlar babaları, oğulları ve kardeşlerini katlederek korkularından kurtulmaya çalışıyorlardı. Osmanlı tarihi tahtından indirilmiş veya ırzına geçilerek katledilmiş, 14 Sultan’ın tarihidir, bir bakıma.

Osmanlı, ordusunun da temeli kin ve nefretti. Çalınmış veya kaçırılmış çocuklar, gençlerden ordu (Yeniçeri) derleyen tek yeryüzü devletidir, Osmanlı. Amerikalı yazar David Fromkin “Barışa Son veren Barış” adıyla Tükçeye çevrilen ve Epsilon Yayınları tarafından yayımlanan kitabının başlarında şöyle diyor:

“Osmanlılar, göçebe köklerinden tümüyle kurtulamadılar. Servet ve köle ele geçirerek zenginleştiler. Köleler, Osmanlı ordusunda yükselerek emekliye ayrılan (köle) komutanların yerine geçtiler. Bu kez, kendileri köle ve servet sahibi oldular.”

Ve bir parantez: Bu zenginleşme yolu -siz gelenek de diyebilirsiniz- devam ediyor. Yarı çıplak, delik pabuçla gecekondulardan fırlayanlar, bir anda servetlerin efendisi oluyorlar.

David Fromkin yazıyor:

“İmparatorluk tutarsızdı. Osmanlı yöneticileri etnik bir grup değildi. Türkçe konuşmalarına karşın, çoğu Balkanlar ve diğer yörelerden getirilen kölelerin soyundan geliyordu. İmparatorluk tebaasının (Türkçe, Kürtçe, Slavca, Ermenice, Rumca, Arapça ve diğer dillerden konuşan halklar), pek az ortak yanı vardı. Çoğunlukla, birbirini sevmezlerdi.”

Bu soy özetinden sonra, günümüze gelirsek: Bugün, dünün devamıdır. TC kurulurken Türkçe konuşan ve Müslümanlığa geçtiğini söyleyen tüm kölelerin torunları, “Orta Asya’daki kıtlık ve kuraklıktan kaçmış Türk” olarak, kayıtlara geçtiler. Oysa, “Orta Asyalı Türkleri”nin tamamına yakını, sözü edilen bu coğrafyanın nerede olduğunu da bilmiyordu.

Böylece birbirine yabancı, dahası biri ötekine dostça bakmayan bir topluluk yarattılar. Tepelerinde oturanlar da, herkese düşman gözüyle bakıyor ve düşmanlarını yok edip sindirmek için, zindancılık, darağacı bekçiliği yapıyorlardı.

Böylece yurttaş yok, dost ve düşman vardı. Düşmanlık TC’nin kuruluşuna işledi. Devam ediyor. Bugün Kürtlere çektirilen bela, bu kudümsüzlüktendir.

Bugünkü çetecilik, talan ve hırsızlıkta da dünün devamıdır.

Efrîn’den sonra Girê Spî ve Serêkaniyê’nin işgalinden sonra, düşman Kürtlerin 1 milyonu toprağından sürüldü. Kürt evleri ve mülkleri gasp edilip Araplara dağıtıldı. Barbarlık bu ya, dilleri bile yasaklandı. Okulları kapatıldı. Yol tabelaları değiştirildi.

Osmanlı’da olduğu gibi müttefikleri IŞİD’çi haydutlarla kadınları hedef almaya başladılar. Bir rapora göre, yalnız Efrin’de üç yılda 66 kadını katlettiler. 149 kadını kaçırdılar. 178 kadına işkence ve tecavüz ettiler. Ölümüne, topraklarında kalmakta direnenlerin malları mülkleri talan ediliyor, zeytin bahçeleri tahrip ediliyor. Çalınmış zeytin ve yağı Avrupa ve Amerika’ya ihraç ediliyor.

Kısacası nefret kültürünü işgal topraklarına da yayıyorlar. Çünkü bugün, köle torunları tarafından, “birbirinden nefret edenler tarlasında” kuruldu. Bunu öğrendiler ve öğrendiklerini yayıyorlar.

Çok halklı, çok dilli ve çok kültürlü topraklarda, Osmanlı’yı ele geçiren İttihatçıların hiç biri Türk değildi. Ama Türk ırkçılarıydı. Kemalistler, onların B takımıydı. Bugünküler ise onların devamı...

Dolayısıyla, vaziyet aynıdır. Bugün, hukuka dayalı olmayan, kendi kanunlarını bilmeyen, Türk-Arap karma ırkçısı bir çete, egemen güçtür. Çete o kadar “rureş”tır ki, içlerinde Arap veya Türk yoktur.

 Çetebaşı, Nazizmden esinlenme Arap ırkçılığı olan Müslüman Biraderler tarikatındandır. Tarikatın “Rabia” işaretini yapa yapa ortalıkta dolanmak, “tek devlet, tek millet, tek bayrak...” diye diye Arap Faşizminin ruhunu çağırmakta, beri yanda Türk ırkçılığını da kimseye bırakmamaktadır. Ama kendisi Türk’ün ayağının bile değmediği, Pontuslu’dur. Rumluğu beğenmediği için mi bilinmez, “benim ailem Gürcü’dür” demektedir.

Onun temsil ettiği faşizmin sopası, zindan muhafızı, eli her yere uzanan rejimin şiddet kolu, Türk-IŞİD ordularının komutanı ve diplomatı Erzurum’un Horasan’ından hırsız Kürt Osman’ın oğlu, Çerkez kölenin torunu, Pontuslu ama hiç biri Türk değildir.

Tepedeki koalisyonun en hızlı iki ortağı mı Türk?

Her neyse, kin ekilip, nefret biçilen topraklarda, bunların Kürtlere olan kini sebepsiz değildir. Çünkü Kürtler, hakiki ve kendileridir.

Bilmem anlatabildim mi sevgili Mehmed Emin Aktar ve Mahmut Alınak. “Xem” etmeyin, barbarlığın bu dalgası da geçecektir. Ama sizin için mücadele, Ahmed Arif’in deyişiyle, “namustur künyenize yazılmış...”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.