Kılavuzu Mehmet Barlas olanın...

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Ve aldıkları parayı hak etmek için her gün utancın ayrı şekline bürünüyorlardı. Mesela Barlasların Mehmet’i, 16 Ocak 2022 tarihinde yayımlanan "Şehitlerin öcü alınıyor" başlıklı yazısına, "Türkiye şu anda güvenliği uğruna şehit olmuş kahramanlarının intikamını alıyor" müjdesiyle giriş yapıyor ve devam ediyordu: "Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın açıkladığına göre hafta içinde yapılan operasyonlarda 44 terörist etkisiz kılındı. Bu yeterli mi? Tabii ki değil."

Bir işsizlik dönemimde, oturup "Cici Basın" adıyla, Osmanlı kullarının icadından 250 sene sonra gazete ile tanışmalarından başlayarak, Türk basınının kitabını yazdım. Kitabın ismi şöyle:

"Aslında başından beri, Türk basınının değişmez patronu egemen güçtür…"

Ama, ara ara fedai misali ortaya çıkan yayın organları ve hayatları pahasında erdemli duruşlu kalemler de vardı.

Zorla teslim alma geleneği ise Atatürkle başlıyor ve yolundan şaşmadan geliyordu.

M. Kemal ülkede her şeyin, bütün hayatlar ve basının da sahibi, tartışmasız "atası"ydı. Gazete patronları, sadece kazançlarıyla ilgiliydi.

Mesela, M.Kemal’i övmeme hayası işleyen dönemin etkili kalemlerinden Ahmet Emin Yalman ve Hüseyin Cahit Yalçın, Şêx Seid’e destek verdikleri suçlamasıyla darağacı gölgesinde dolaştırılıyor ancak pişmanlık bildirimi üzerine meslekten "men" şartıyla serbest bırakılıyordu.

Gazeteci Refi Cevat Ulunay, hayatı boyunca siyaset yazamadı. Ama Ali Kemal, Sakallı Nurettin Paşa’nın gözetiminde linç edilerek öldürüldü.

Yani "çok yaşa Padişahım" narasından sonra, "çok yaşa Paşam" devranı başlıyor, daha "ya ya ya, beyefendi çok yaşa" sloganıyla devam ediyordu. Bütün bu süreçler, biraz sonra Mehmet Barlas hikayesinde göreceğimiz üzere, "yağdanlık" dediğimiz gazeteciler eliyle yaşatılageldi.

Elbette teslim olmayan yayın organları ve kalemler de hep oldu. Ama bunlar "Araf"ta tutuldular. Polis takibinde yaşadılar. İşsiz bırakıldılar. Mesleğin dışına atıldılar. Zorbalığa direnenler işkence gördüler. Hapsedildiler. Kiralık katillerin önüne atıldılar. Gönüllü sürgüne çıkma zorunda kaldılar. Bunlardan Sabahattin Ali, sürgün yolunda başı odunla ezilerek öldürüldü. Çetin Altan’a  olan kinlerini, oğulları ve torunlarına uyguladılar.

Ve düzen muhafızı kalemler bal, börekle beslenip eski tabirle "lüküs" villa, yalılarda yaşatıldılar. CHP’’nin 1940’lardan kalma ağır toplarından, Antepli gazeteci Cemil Sait Barlas’ın oğlu olan Mehmet Barlas, "beyefendinin muhafızı" kalemlerinin günümüzdeki tipik örneğidir.

Son yarım yüz yıl boyunca ense, kulak yerinde, Geliratı müemmen bir  "ana akımın amiral gemisi" denilen gazetenin değişmez baş yazarıdır.

Kendisi, babasının "yüzü suyu hürmetine" mesleğe başlamış ama günün modasına uygun olarak ödün vermez, hızına erişilmez bir "solcu"ydu.

1970’lerde, beyni sarsılmış ve değişim geçirmiş gibi, CHP çizgisine indi. Ama orada kalmadı. Şimdi başka türlü hızlıydı.

Daha düne kadar "Morison Süleyman" dediği Demirel’e methiye gülleri fırlatmaya başladı. Ama bağlılığı 1980 darbesiyle, kesintiye uğradı. "Vaziyeti idare" etme olan düzenin baş yazarlığının hakkını vererek, Kenan Evren’in yanına sıçradı. Onu evinde kurduğu sofrada ağırlayacak kadar yakınlaştı. bu sayede patronuna kazançlar sağladı.

Evren’in yıldızı, 1983 seçimlerinde sönükleşip Özal’ın yıldızı ışıldamaya başlayınca, bir kere daha dönekleşti. Özal’ın goygoycusu kesildi. Kabullerinde kendine yer buldu. Büyük türk büyüğü mertebesine yükseldi.

Arkadaşımız Uğur Mumcu, geçirdiği değişimi kurbağaların başkalaşımına benzeterek "Dönek Memo, Hoş Memo, Liboş Memo" diye kafiyeli anmaya başladı, onu.

O artık her dönem ve her gelen egemenin "tescilli" kiralık baş yazarıydı. Özal’dan sonra Demirel ve Tansu Çillerin yanına sıçradı. Ötekilere hizmete durdu.

Sonra, fırıldak gibi bir sıçramayla, kameralar karşısında "piyangodan" çıkmış Erdoğan‘nın yanağını okşayarak ona biat etti. Erdoğan ve ailenin sesi Sabah gazetesinde baş yazar oldu. Eşi ve oğlu da yıllardır aynı kurumda.

Barlaslar, "maaile" faşizmi köpürtüyor ve karşılığında Baron havasında arzı endam ediyorlar.

Ve aldıkları parayı hak etmek için her gün utancın ayrı şekline bürünüyorlardı. Mesela Barlasların Mehmet’i, 16 Ocak 2022 tarihinde yayımlanan "Şehitlerin öcü alınıyor" başlıklı yazısına, "Türkiye şu anda güvenliği uğruna şehit olmuş kahramanlarının intikamını alıyor" müjdesiyle giriş yapıyor ve devam ediyordu:

"Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın açıkladığına göre hafta içinde yapılan operasyonlarda 44 terörist etkisiz kılındı. Bu yeterli mi? Tabii ki değil."

Dünün Liboşu, günümüzde kan kokusu almış kılavuz kargasıydı. İber yarımadasının eski Faşistleri gibi ölümü kutsuyor ve kalemlerin utancı olarak "yaşasın ölüm" diyordu. Faşist ruh çağırarak ülke mutluluğunu ölümde arıyor ve şöyle diyordu: "Akar, 3 şehidimize karşı 44 teröristin yok edildiği haberini vererek, bizi daha iyimser günlere taşıdı. Dilerim bu iyimserliğimiz hep devam eder."

Bu çağda, bir yazar böylesi soysuzca bir metinle çıkar mı ortaya? Çıkar. bunlara yakışan budur. Babaları, ataları da böyleydi. İyimserliğin mutluluğu adına Kürtlerin kanına bulandılar.

1925’de insanların diri diri yakılması, sonra Geliye Zilan’ın çocuk, ihtiyar cesetleriyle dolması, Dersim’de kitlelerin süngüden geçirilmesi ve bir baştan öbür başa Kürdistan’da darağaçlarının kurulması ile "iyilik" aradılar. Kurtlaşmaktı bu. Vandallık... Ama kurt kesilmekle aradıklarını bulamadılar.

Barlasın daha çok ölüm dileğinde bulunduğu gün, Cumhuriyet gazetesinin bir zamanlar ırkçılık ve ayırımcılıkla suçlanarak, yerinden bile edildiği yazarlarından Mine Kırıkkanat, "Vasatlığın iktidarı" başlıklı yazısında, Ermeni Agop’un (Dilaçar hayatından yola çıkarak barbarlıkla bir sonuca varılamadığını anlatıyor, şöyle yazıyordu:

"Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Kürtler, Aleviler... Hepsi bu toprakların kadim sahipleri olmanın bedelini, sonradan gelmelere/olmalara ağır ödedi. Sıra kimde dersiniz?"

Kırıkkanat’ın söylemi ibretlik ama vahşet de berdevamdır. Utanması yok bunların. Recep Erdoğan, Hulusi Akar da daha sonra "geldiler" bu ülkeye. "Türk olma"ları da dündür. Hulusi Akar’ın var mı bilmiyorum, Erdoğan’ın dedesinin mezar taşı bile yok bu topraklarda.

Ama bu toprakların son yerlisi Kürtlerin soyunu kurutmak üzere kan döküyorlar. Yüz yıllık utanç hamlesidir bu. Ama nafile.  Gidenlerin yeri, Anka kuşunun küllerinden kendini yaratması misalidir; gidenlerin yeri yeni direnişçilerle dolduğuna göre, asıl yenilen kendinde güç vehmeden ölümün havarileri ve katillerdir. Ve kılavuzu Mehmet Barlas olanın gagası, tiksintili kir içindedir...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.