Kobanê destanından, maganda’nın gazabına

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Ergun Babahan, geçenlerde Ahval’de yayımlanan “Ahlaksızlığın ve kötülüğün sıradanlaştığı bir ülke“ başlıklı yazısında, şöyle diyordu: “Büyük ahlaksızlıklar üzerinde kurulmuş, bu ahlaksızlık ve kötülüklerle yüzleşme cesareti gösterememiş toplumlar ve yapılar sürekli ahlaksız ve kötülük üretir.“

 

Bu cümle, Türk devletinin tarifiydi. Devamı da vardı:

“Günah kavramı, zaten devlet tarafından yönetilen Diyanet ve tarikatlar tarafından uydurulmuş. Soykırım günah mıdır sorusunu sormayıp, oruçluyken cinsel ilişkiye girmek günah mıdır seviyesine inmiş.“

“Bu yapı“ kötülük ve ahlaksızlık (benzemeyeni yok etmek) üzerine kurulmuştur. Ama ezberinden milim sapmadan yoluna devam etmiştir.

Oysa, tüm yapıların bünyesinde kötülük ve ahlaksızlıklar vardır. Ama hiç biri ahlaksızlığı ve insanlık suçu da olan kötülüğü, ataların vasiyeti niyetine kutsayıp sürdürmemiştir.

Kuzey Amerika ve Avustralya medeniyetini yaratanlar da “sütten çıkmış ak kaşık“ değillerdi. Amerika’ya akın eden göçmenler Avrupa’nın tutunamayanlarıydı. Ahlak düzeyi düşük, sabıka kaydı kabarık hırsızlar, katil ve madrabazlar…

Avustralya, Britanya’nın üstü açık hapishanesiydi.

Ve bunlar, kural ile kaidelerden oluşan hukuku temel alarak, geleceklerini inşa ettiler. Oğluna, “evdeki dolarları sıfırla polis baskında“ diyen ve sabaha kadar taşındığı halde, gizli hazinesinin yer değiştirmesi sıfırlanamayan birinin, Amerika’da devlet başkanı, Avustralya’nın da Başbakan olması, “katırın doğurması“ kadar, imkansız bir doğa olayıdır. Bu tipler, sadece hapishanelerin daimi mukimleridir.

Polis gücü, onların bodyguard teşkilatı değildir. Adli mekanizma da gardiyanları...

Recep Tayyip’in dahil olduğu Müslüman Biraderler (IŞİD) teşkilatı alanları hariç, dünyadaki hiç bir medeniyette (kültür), bir toplumun yaşayıp gelişmesi, öteki toplumun, mesela Türkler için, Kürtlerin yok edilmesine bağlı değildir. Bu eylem ve işlem, insanlık suçu olarak, Hitler’le birlikte tarihe gömüldü.

Ama Recep Erdoğan, bu suçu Türklere fazilet aşısı yaptı. Türklerin gelişimini Kürtlerin yok olmasına bağladı. Bunu “beka meselesi“ olarak sloganlaştırarak yandaş devşirdi. Hitler hayaletini dolaştırdı, tekmil Kürtlerin ocağı üstünde.

Akli dengesi asla sorgulanmayan, tersine yüceltilen bu kişilik, yüz yıllar sonra Hıristiyan Engizisyonunu, gömüldüğü çirkeften çıkarıp Türk adaleti olarak uygulamaya koydu. O öfke ve kinini meydanlar, televizyon ekranlarında haykırınca, engizatör görevini üstlenmiş savcı ve polisler, “apart“ emri almış gibi, öfkesini emzirip yatıştırmak üzere, kurbanların üstüne hamle ettiler. Mahkemeler, polis raporlarına dayayarak, “içeriye alma“ makbuzlarını kestiler. Selahattin Demirtaş, Ahmet Altan, Can Dündar, Kürt gazeteciler, Osman Kavala olayında tanık olduğumuz üzere, kimin neyle suçlanacağına ise engizisyon sisteminde olduğu gibi, sonra karar verdiler.

Pazartesi günü başlayacak, “Kobanê olayları“na dair mahkemenin konusu da, Recep Tayyip’in öfke ve kini üzere oluştu. Suç ve sebep daha sonra yalan ve iftiralar dolambacında aranıp uyduruldu.

Oysa, tek ve gerçek sebep (gerekçe) IŞİD’in kişiliğinde, Türk ordusu, yani Recep Erdoğan’ın yenilgisidir. Bu yenilgi nedeniyle, Recebin kabarıp kalıbından çıkan kin ile öfkesidir, mesele.

Kürtler açısından ise Kobanê, ulusal ruhun ayaklanıp bütünleştiği yerdir. Kürtler tarihleri boyunca, böyle bütünleşmediler.

Kuzeyli Kürtler, sınırı kuşatma altına alıp, ötede savaşan kardeşleri, evlat ve sevdiceklerine yardım ulaştırmaya çalıştılar. Hiç bir şey yapamanlar, Recep Tayyip gidip IŞİD’çilere “Kobanê düştü düşecek“ diyerek, peşin zafer ilan etmesine karşılık, Suruç tepelerinde sıralandılar. El sallayarak direnç gücü aşıladılar. Destansı bir birliktelik ve dayanışmaydı, bu.

Ama maganda, Kürtlerin tarihinde eşi görülmedik bu birliğe gölgelemek üzere gazaba geldi, adeta. O kin ve öfkeyle, 6, 7, 8 Ekim tarihleri arasında, Erdoğan’ın IŞİD’e sağladığı desteği protesto için sokağa çıkan Kürtlerin üstüne, özel badıgart (bodyguard) birliği olarak kullandığı polisi sevk etti. Osmanlı Ocakları, 1990’larda Türklerin saflarında, Kürtleri kaçırıp telle boğma ve sokaklarda arkadan yanaşıp satırlarla saldıran Hizbullahı, bu kez Hüda-Par adıyla, “apart“ diye öne sürdü.

Ve onlar, bir kez daha Türk devletine sadakatlerini ispatlayarak, Recep Erdoğan’dan kabul gördüler, aferin aldılar. Bu olaylar sırasında en az 27 Kürt hayatını kaybetti.

Oysa Kürtlerin gösterisi, Anayasa ve yasalara uygundu. Devletin görevi yasal gösteriyi korumak iken özel para-militer (Hizbullah-Hüda-Par) güçler sevk edilerek, katliamlar, talan, hırsızlıklar yapıldı. Anayasal suçlar işlendi.

Kürtler, Pazartesi günü başlayacak mahkemeden, Kürtlerin adalet beklentisi yok elbette. Ama ahlaksızlık ve kötülük düzenini rezillikleriyle, teşhir için hazırlandılar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.