‘Köklerini kurutana kadar…’

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • O hala, ırkçılıkla zehirlenip insanlıktan çıkarılmış kalabalıklara, Kürtleri bitirme sözü vermekle meşgul. Bunun için elinden geleni yapıyor. Camide namaz gösterisine duruyor, Ramazan ayında göstere göstere iftar sofralarına oturuyor, karnını doyurduktan sonra, Ebubekir El Bağdadi’den kalma ezberle Allah’ın adına ona buna, para için öldürmeye sevk edilen kiralık askerlere cennet vadediyor.

Günümüzde, bu riyakarlık ve sahtekarlığın benzeri görülmedi demeyeceğim. Çünkü bugün, dünün devamı. IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) çetesinin başı Ebubekir el Bağdadi, dün Allah’ın adını, hiç ağzından eksik etmiyordu. Onun vekili gibi tavır takınıp konuşuyor, Recep Erdoğan’ın en son sağlıkçılara vadettiği gibi, Allah adına cennet sözü veriyordu.

Ebubekir el Bağdadi, o kadar dindar kisveliydi ki, İslam dinini baş koparan korkuluk göstermek için, tıpkı Erdoğan‘ın din baş memuru gibi, elinde kılıçla mimbere çıkıyor, nutuk atıyordu.

Cami ve avlusu Erdoğan gibi, onun da gösteri yeriydi. Çetesini, insanları diz çöktürüp başlarını kesmeye, katliamlar yapmaya, çocuk yaştaki kızlara, kadınlara tecavüze, hırsızlık ve talana sevk ediyor, sonra, yine Erdoğan gibi, namaza duruyordu.

Bağdadi ve yandaşları İslam dinini, böyle böyle korkuluk hale de getirdiler. Aslında kendisi bir korkaktı. Sonunda, can güvenliği için saklandığı tünelde Trump’ın sözü ile bağırta bağırta öldürüldü. O öldü ama, kanlı yeri boş kalmadı. Bir başka ölüm ve öldürüm sevici tarafından yeri dolduruldu.

Recep Erdoğan, kafa kesip katliam yapmaktan arta kalan zamanlarında, tecavüzcülük, hırsızlık, talanla iştigal eden çetesinin başına geçti. Onlardan, Ercişli fukara bir Kürt olan çavuş Hakan Fidan’dan yaratılan MİT şefinin komutasında, 60 bin kişilik üniformalı bir “cihad“ ordusu kurulup silahlandırıldı.

İlk etapta, Kürtleri sindirmek için Suruç’ta, Ankara, İstanbul’da bombalı kitlesel katliamda kullanıldılar.

Sonra, bu katil sürüleri, Rojava’da Kürt soykırımı (etnik arındırma da soykırımdır) için öne sürdüler. Kürtleri yerlerinden sürüp onları yerleştirdiler. Ardından, nerede bir silah sesi duyulduysa, “Kürtleri diri diri yakmaya katısı olur“ dercesine, oraya koştular. “Beni de dahil edin“ diye yalvardılar. Katil sürülerini Somali‘ye, Libya‘ya, Ermenilere karşı Karabağ ve en son Irak Kürdistanı’nı işgaline sevk edip kana battılar.

Ama, eldeki kan yeni değildi. Türk devleti, elinde Ermeni, Rum ve Kürt (1920 Koçgiri) kanıyla, bir yer yüzünün lanetlisi gibi dünyaya geldi. Devlet olduğu günden beri de, eli Kürt kanında...

Kuzeyde en son, 10 Kürt şehrini “barikatlar kuruldu“ diyerek, muhasaraya alıp yıktılar. Kürt gençlerini bodurumlarda diri diri yaktılar. Erdoğan o kadar Allahlı ve o denli şiddetli bir Müslümandı ki, Allah’ı inkar anlamında, Allah’ın yaratıp Kürtlere verdiği dili, kültür ve kimlik ile onlara ait tüm simgeleri yeniden yasakladı. Beyni algılamadı, ama Kürtleri bitiremedi.

O hala, ırkçılıkla zehirlenip insanlıktan çıkarılmış kalabalıklara, Kürtleri bitirme sözü vermekle meşgul. Bunun için elinden geleni yapıyor. Camide namaz gösterisine duruyor, Ramazan ayında göstere göstere iftar sofralarına oturuyor, karnını doyurduktan sonra, Ebubekir El Bağdadi’den kalma ezberle Allah’ın adına ona buna, para için öldürmeye sevk edilen kiralık askerlere cennet vadediyor.

Onun için, Kürtleri öldürme, köklerini kazıma mevsimidir.

Amerikan Başkanı Joe Biden’ın “tekrarı olmasın diye Ermeni Soykırımı”nı kabul ve ilan ettiğini söylediği günün akşamı, Müslümanların oruçlu olduğu gün, IŞİD’i aratmadan bir şiddetle Kürt kanıyla bozdu orucunu. Tankları, topları, uçaklarıyla, güneyde Zap, Metîna, Avaşîn bölgelerini işgal ve Kürt soykırımı atağına geçti.

Ve Türk ırkçılık ve şovenizmini köpürten Pontuslu Recep, aynı gün cami avlusunda Ebubekir el Bağdadi’nin sesiyle, “köklerini kurutana kadar devam“ diye naralanıyordu.

Oysa, ondan öncekiler de “köklerini kurutana kadar“ diye diye, dünyanın lanetlileri oldular. Şerefse eğer, “kök kurutma“ adına yer yüzünün barbarları kategorisine oturdular. Ama Kürtlerin kökünü kazıyıp sonunu getirmediler. Yenilgiyse eğer, katillerin yenilgisidir, bu. Günümüzde hala, diri diri insan yakan “insan soyu katilleri“ olarak yuhalanıyorlar.

Bu gerçek. Kazançsa, Kürtlerin karşısında katil olmanın ötesine geçemediler. Bu şeref onlara yeter...

Ben, bu yazıda Avaşîn, Zap ve Metîna’daki son barbarlıklarını da anlatmak istiyordum. Ama, elde hiç haber yok. Tiksinti, ama Roboskî ve Cizre bodrumları katili, Çerkez Hulusi Akar’ın yamyam gibi döktükleri insan kanıyla övünmesinin dışında...

Ancak, bir gerçeği bilin: Kürtler, 50 milyonluk bir halktır. Bu yaşadıkları da yeni değildir. 1920’den (Koçgiri) beri Kürdistan‘da darağaçların gölgesiyle, soykırım seferleri hiç eksik olmadı. Zarar verdiler elbette. Ama Kürtleri ve onların özgürlük tutkularını bitiremediler.

Çağın teknolojisini de kullanarak, barbarca saldırılara rağmen bugün, dünden daha güçlüdür, Kürtler. Bir örnek vereyim size. Dün, Şeyh Said’in, Seid Abdülkadir, Halit Bey, Yusuf Ziya Beyin hiç avukatı yoktu, olmadı. 1994’de, Kürt seçilmişler parlamentodan zindanlara sürüklendiğinde, mazlum ve masumların ardında sayılı avukat vardı.

Ama ben bu yazıyı yazarken, Ankara’da tarihi Türk yalanları maratonu etaplarından biri olan Kobanê davası başladı. Ellerinde esir olan Selahattin Demirtaş yiğitçe direniyor ve onları yargılıyordu. Ama o gücünü yanında ref alanlardan alıyordu. Yanında, sıram sıram sıralanan Kürt Barolar ve bu Barolara bağlı avukatlardan...

Ve avukatlar ordusu daha duruşmanın ilk dakikalarında, adaletin bunlara göre olmadığını, Türk adaletinin ipliğini ortaya döküp tozunu savurarak ortaya koyuyor, insan evladı vicdanında onları mahkum ediyorlardı.

Bu manzara, Kürtlerin düne oranla misli güçte bir dalgayla geriden geldiğinin kanıtı ve kök kazıcı barbarların yenilgisiydi. Avcı, haklıların gücü karşısında avdı. Başka bir şey demiyeyim...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.