Köyüm yakıldı, sürgün edildik, babam kaybedildi

Dosya Haberleri —

TOSUN AILESI

TOSUN AILESI

  • Fehim Tosun, bugünden tastamam 25 yıl önce, 19 Ekim 1995 tarihinde, 10 yaşındaki kızı Jiyan Tosun’un gözleri önünde bir Beyaz Toros’a zorla bindirilerek kaçırıldı. Polisler daha sonra eve gelip Tosun’un kalan fotoğraflarını da alıp götürdüler. Jiyan, ne babasını ne o fotoğrafları bulabildi. Bugün avukatlık ve insan hakları savunuculuğu yapan Jiyan Tosun, babasını ve kaçırılması ardından geçen günleri anlattı.

BARIŞ BALSEÇER

Fehim Tosun, İstanbul Avcılar’daki evinden Beyaz Toros'la kaçırıldı. Kaçırılmanın gerçekleştiği tarih ise Renault Toros marka beyaz araçların katliam ve kaçırılmalarda kullanıldığı 90’lı yıllardı. Türk devleti Kürt avına çıkmış; Kürt aydın, bürokrat, siyasetçi ve iş insanlarına yönelik “katli vaciptir” fermanı vermişti. Dönemin başbakanı Tansu Çiller fermandan bahsederken elinde Kürt aydın ve iş insanlarının listesinin olduğunu söylüyor, tüm Kürtlere tehditler savuruyordu. 2015 yılına gelindiğinde Kürtler aynı Beyaz Torosları dönemin başbakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, Beyaz Toroslar dolaşacak” cümleleriyle duyacak ve sonrasında Kürt kentleri yerle bir edilecekti.

10 yaşındaki tanıklık
Varlığı devlet için sadece bir istatistik olan Kürtlerden biri de Fehim Tosun'du. Tosun, çocuklarının gözü önünde kaçırıldı, akıbeti halen bilinmiyor. Ailenin tüm sorularının cevapları, devletin ölümsüz vicdansızlığında gömülü kaldı.
Fehim Tosun, 19 Ekim 1995 tarihinde, ailesinin çaresizce bakan gözleri önünde evlerinin bahçesinden zorla Beyaz Toros'a bindirilerek kaçırıldığında, buna tanıklık edenlerden birisi de on yaşındaki ortanca çocuğu Jiyan’dı. Kürt trajedi tarihinin yapraklarına ağıtlarla yazılan o günde Tosun ailesinin yaşadıklarını yaşamlarında bıraktığı izleri, Jiyan Tosun’la konuştuk.

‘Annem yemek pişiriyordu,
ablam işten yeni dönmüştü’
Tosun ailesi, Amed’in Lice ilçesine bağlı Çavundur köyünde yaşamlarını sürdüren bir Kürt ailedir. 1991 yılında baba Fehim Tosun, askerlerin köye yaptığı baskın sonucunda gözaltına alınıp tutuklanır. O tutukluyken ailesi Amed’e taşınır. Üç yıllık tutukluluk sonrasında özgürlüğüne kavuşan Fehim Tosun ve ailesinin tek amaçları ise köylerine dönmektir. Devlet buna da izin vermez. 1994 yılında koruculuğu kabul etmeyen köy tümden yakılır. Gidecekleri bir evleri kalmayan Tosun ailesi, dilini, kültürünü bilemediği İstanbul'a göç etmek zorunda kalır.
Fehim Tosun’un Avcılar'daki evinin önünden kaçırıldığı gün olan 19 Ekim 1995 tarihinde ailenin tüm fertleri evdedir. Jiyan, annesinin o gün evin en üst katında yemek pişirdiğini, kendisinin de annesinin yanında olduğunu anlatıyor: “Saat 19:00 sularıydı. Ablam ve kuzenim de işten gelmişlerdi. Ablam, babamın bahçede arkadaşlarıyla konuştuğunu söyledi.”

Hanım Tosun, eşi kaybedildiği günden bu yana Cumartesi Annelerinin tanıdık bir ismi.

 

‘Öldürecekler, yetişin’
Anne Hanım Tosun, eşinin kiminle konuştuğunu merak eder. Pencereden bahçeye bakar. İşten dönen büyük kızı Besna’ya dönüp, “Bu kişileri tanımıyorum” der. Kapıda ise bir Beyaz Toros park halindedir. O ana tanıklık eden Jiyan, “Babam annemin pencere olduğunu görünce ‘Bunlar beni öldürecekler, yetişin’ diye bağırdı” diyor.  
Abisi hızlıca bahçeye iner. Peşi sıra tüm aile koşarak bahçeye indiklerinde babaları araca bindirilmiştir. Abi, hareket eden aracın kapısına asılır ve giderek hızlanan aracın peşinden sürüklenir. Daha fazla tutunamaz, düşer. Abisinin sonradan anlattığına göre babasını kaçıranlar, “İnmezsen seni de götürürüz” demişlerdir. Jiyan Tosun, babasının kaçırılmasının evlerinin hemen yakınında bulunan lisenin akşam çıkış saatine denk geldiğini, aracın plaka numarasını da bir öğrencinin aldığını söylüyor.
Annesi Hanım Tosun, olayın hemen ardından polis merkezine giderek kaçırılmayı ve kaçıran aracın plakasını bildirir. En son üç yıl önce avukatları Eren Keskin ile beraber bilgi edinme kapsamında tekrar İçişleri Bakanlığına aracın kime ait olduğu ve kime devredildiğini tekrar sorarlar. İçişleri Bakanlığı ise kişisel veri olduğunu, buna dair bilgiyi veremeyeceklerini söyler. Aracın plakası bilinmesine rağmen bugüne kadar araçla ilgili aileye ve avukatlarına herhangi bir bilgi verilmez.

Babasının kaçırılmasına 10 yaşındayken tanıklık eden Jiyan Tosun, bugün avukatlık ve insan hakları savunuculuğu yapıyor.

Kalan fotoğraflarını da kaybettiler
Diğer gün evlerine gelen polis ekiplerinin yaptığı tek şey ise babasına ait fotoğrafları alıp götürmek olur. Jiyan Tosun, babasının iki yıl önce cezaevinden çıktığını, ona dair tüm anıların o fotoğraflarda olduğunu söylüyor. Jiyan, “Elbette bu tür kaybettirme vakalarında olduğu gibi babamın kaybettirilmesinde de herhangi bir araştırma yapılmadı” diyerek bugüne kadar buna benzer kaybettirme olaylarında devletin tutumunu özetliyor. Araştıracağız diye alınan fotoğraflar da aileye bir daha geri verilmiyor.
Kaçırılmadan sonraki günler, aylar, yıllar boyunca o gün Jiyan’ın aklından çıkmaz, her şeyi oldukça net hatırlamakta ve kendine sürekli fotoğrafların neden geri verilmediğini sormaktadır. Yıllar geçer. “Neden” sorusu zihnini ve kalbini giderek daha fazla dövmeye başlar: “Sadece babamı değil, babama ait anıların tümünü de alıp götürmüşlerdi. Ona dair hiçbir şey bırakmamışlardı. Götürülüp kaybettirilmesini kabul etmememin dışında bunu da bir türlü kabullenemedim. Bu korkunç bir şeydi. Babama ait çok az fotoğraf vardı, artık onlar da yok.”

‘İnsan bununla yüzleşemiyor’
Jiyan, kendi aralarında babalarının kaybettirilmesi üzerine çok konuşmadıklarını belirtiyor: “Bu konuda birbirimize kapalıyız. Kardeşlerimin ne hissettiği üzerine de konuşmamız olmadı. Onlar da benim ne hissettiğimi bilemediler. Örneğin babam kaybettirildiğinde kardeşim Mazlum dört yaşındaydı, babama dair bir anısı var mıdır, bilemiyorum.”
Baba eksikliğinin ise asla tamamlanmadığını dile getiren Jiyan, yaşadıkları travmayı şu cümlelerle özetliyor: “İnsan yaşadığı bu travmayı yıllarca bilinçaltına itiyor, bununla yüzleşemiyor ama yüzleşme sağlanmadığında da ilerleyen zamanlarda sorunlarla karşılaşıyor. Bugün avukatım ama hala cesaret edip babamın dosyasını incelemedim.”
Mağdurların değil toplumun yüzleşmesi gerektiğinin altını çizen Jiyan ekliyor: “Çünkü kaybettirilmelerle topluma mesaj verilmek isteniyordu, kimsenin özgürlük ve hak talebinin olmaması isteniyordu. Toplum yüzleşmeyi yapacak ki biz de bu travmayı atlatıp bununla yüzleşebilelim."

Kayıp babadan kalan bir anı
Babasıyla birlikte çok az zaman geçirdiğini, dolayısıyla çok anısı olmadığını ifade eden Jiyan’ın aklında kalan nadir anılarından birisi ise babasının bilinç düzeyini özetliyor. 
Jiyan’ın “Asla unutamam” dediği bu anı, 1994 yılından. İstanbul’a geldikleri ilk dönemlerdir ve Jiyan o dönem tek kelime Türkçe bilmiyor: “Zorunlu göçten dolayı İstanbul’a gelmiş, üstü başı perişan halde sokakta oynayan bir Kürt çocuğuydum. Sokakta oyun oynadığım bir gün babam ile bir arkadaşına denk geldim. Arkadaşı babama, ‘Kızın neden Türkçe bilmiyor? Neden okula gitmiyor’ diye sordu. Babam, “Ben liseyi bitirdim, ilkokuldan liseye kadar her gün ‘Ne mutlu Türküm diyene’ işkencesine maruz kaldım. Çocuklarımın bunu yaşamasını istemiyorum. Çocuklarıma ileride okuma yazma öğretirim’ diyerek cevap vermişti.” 
Jiyan, babasının Kürtlük bilincine sahip, politik, legal siyaset içerisinde çalışmalar yürüten birisi olduğunu, kaybettirilmesinin temel temel nedeninin ise sahip olduğu bu bilinç olduğunu ifade ediyor.

Jiyan neden avukat oldu?
Avukat olmasında babasının kaybettirilmesinin de etkisinin olduğunu ama hukukçu olmaya karar vermesinin 1994 yılına rastladığını anlatan Jiyan, amcalarından birinin İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olup diplomasıyla eve geldiği anı anlatıyor: “Amcam diplomasını babama uzatıp ‘Bundan sonra beni sen savunacağım’ dedi. Babamın gözlerinin ışıl ışıl parladığını gördüm, o anki mutluluğunu net hatırlıyorum. Babamın gözlerindeki o ışıltıya, mutluluğa bakıp aynı mutluluğu kendisine yaşatmak istedim. Hukuk okuyacak, diplomamı babama verecektim. Babamın mutluluğuna tekrar tanıklık edecektim. Babam avukat olduğumu asla bilemedi maalesef.”

‘Bu hafıza beni şekillendirdi’
“Şimdiki beni şekillendiren elbette geçmişimdir” diyor Jiyan ve kendisine ait tarihin yaşadıkları olduğunu ifade ediyor: “Sadece babamın kaybettirilmesi meselesi değil. Sanırım bu bütün Kürtler için geçerli. Savaşın yoğun olduğu bir dönemden geçtik hepimiz. Çok fazla travma yaşadık, çok fazla acıyla yüzleşmek zorunda kaldık. Elbette şimdiki beni şekillendiren, bu gerçekliğin kendisi.”
Yaşadıklarının Kürtlerin birçoğunun yaşadığından farklı olmadığını ifade eden Jiyan, 90’lı yıllarda yaşadıklarını şu şekilde özetliyor: “Sekiz yaşındaydım, gözlerimin önünde köyümün yakılmasını izledim. Yakılan yuvamız değildi sadece. Yakılan, küle dönen şey hayatımdı. Dilini, kültürünü bilmediğimiz başka bir kente göç etmek zorunda bırakıldık. Bu kentin her sabahına korkuyla uyandım. 93’te köyüm yakıldı, 94’te göç ettik, 95’te babam kaybettirildi. Üst üste üç yıllık bir kabus ve travmatik olaylar yaşadık, yaşadım. Bir çocuk için 3 yıla sığdırılmış koca bir yıkım var. Bugün dönüp o yıllara baktığımda o kocaman yıkımı hala net şekilde görüyor, hissediyorum. Bu elbette bugünkü beni baştan sona şekillendirdi.”

‘Suriyelileri gördüğümde…’
Jiyan, hafızasına kazınan ve bir daha silinmeyen travmanın bıraktığı derin izlerin gündelik yaşamına yansıdığını ifade ediyor: “Örneğin bugün Suriye’deki savaştan bir şekilde kurtulup zorunlu göç eden savaş mağdurlarıyla karşılaşıyorum sokaklarda, ağlamaya başlıyorum. Özdeşlik kuruyorum, neler yaşadıklarını görüyorum, geçmişe gidiyor ve yaşadığımız onca zulmü, yoksulluğu hatırlıyorum."
Kürt halkının çoğunun yoksul, köylerinden zorunlu göçe maruz bırakılmış insanlar olduğunu sözlerine ekleyen Jiyan, kendilerinin de o ailelerden biri olduğunu söylüyor. “Çocukluğumun üzerine çok büyük bir yük var” diyen Jiyan, çocukluğundan bugüne taşıdığı en büyük yaranın ise babasının kaybettirilmesi olduğunu söylüyor.

‘Arkadaşlar yalnız bıraktı, İHD bırakmadı’

Cinayetlerin, akıbeti bilinmeyen kaybettirilme vakalarının, yakılan ve yıkılan köylerin, sonu gelmez zorunlu göçlerin yaşandığı 90’lı yıllarda herkesi büyük bir korku sardığını ifade eden Jiyan, İnsan Hakları Derneğinin (İHD) o karanlık zamanlarda herkes için önemli bir kurum olduğunu ve bu önemini hala sürdürdüğünü belirtiyor: “Örneğin babamın arkadaşları o dönem fazlasıyla bizi yalnız bıraktılar ama İHD ilk günden beri daima yanımızdaydı. İHD’deki insanlar her zaman bize destek oldular. Dolayısıyla İHD’yi bir sivil toplum örgütü değil de bir aile olarak görüyorum. Hayatımın önemli bir parçası olarak görüyorum. Aktif bir üyesi değilim ama İHD’nin tüm çalışmalarını elbette ki destekliyorum. Ailemizde bu konuda en aktif kişiler annem ve ablam Besna’dır.” 

‘Babamla birlikte annemi de kaybettik’
Fehim Tosun’un kaybedilmesi ardından Hanım Tosun, yıllarca eşinden küçük bir iz olsun bulmak için çabalıyor. Annesinin 95, 96, 97 yıllarında her hafta sonu Cumartesi Annelerinin eylemlerine katıldığını anlatan Jiyan Tosun, devam ediyor. “Sadece babam kaybedilmedi, onun kaybedilmesiyle birlikte annesiz de kaldık. Annem Cumartesi Annelerinde çok aktifti. Sık sık yurtdışına da gidiyor; panellere, konferanslara katılıyor, konuşmalar yapıyordu. Annem olmadığından evin sorumluluğu benim, ablamın ve abimin üzerine kalıyordu. O yaşlarda abim evin ekonomisi ile uğraşıyordu, ben küçük kardeşlerime bakıyordum.”

Kaybedip örgüt üyeliği soruşturması açtılar

Birleşmiş Milletler (BM) Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu, 90’lı yıllarda kaybettirilen 30 kişi hakkında Türkiye’den bilgi istemiş; Türkiye de Femin Tosun’un aralarında bulunduğu 9 kişi hakkında bir cevap vermişti. Jiyan Tosun, bu cevaptaki tutarsızlık ve yalanları şöyle özetliyor: “Babam 1992 yılında Antep cezaevindeydi ama BM’nin babamla ilgili istediği rapora beşinci defa cevap veren Türkiye, babamın o tarihte Atatürk Havaalanından yurtdışına çıkış yaptığını belirtmiş. Verilen cevabı okuduğumuzda şok olduk. Ayrıca 1997 yılında babamın kaybedilmesi ile ilgili başvuru yaptığımızı da cevapta belirtmişler. Oysa babamın kaçırılmasının hemen sonrasında annemin tüm kurumlara başvurusu var. Ayrıca annem babamın kaybettirilmesinin hemen ardından 97 yılına kadar her hafta sonu Cumartesi Anneleri eylemlerine katılıyordu. Zaten avukatlar tarafından babamın kaçırıldığına dair başvurular da yapılmıştı. 

Savcılık bulamamış...
Bir yanıltma, yalan söyleme söz konusu. 2005 ve 2015 yılında tekrar bir soruşturma yürüttüklerini söylüyorlar ama orada da büyük bir çarpıtma söz konusu. Bir soruşturma başlatılmış ama kaybetme nedeniyle değil: Babam hakkında ‘örgüt üyeliği, örgüte yardım’ nedeniyle soruşturma başlatılmış. Ayrıca ‘Bütün araştırmalara rağmen bulunamadı’ denilmiş. Oysa kaybettirilmesi sonrası başvuru yaptığımız her yere adresini zaten bildirmiştik, dolayısıyla savcılık bir tebligat çıkardığında rahatlıkla bize ulaşabilirdi. ‘Bütün araştırmalara rağmen bulunamadı. Adresine gidildi ama yoktu’ denilmiş. Yazılanların gerçeklikle elbette alakası bulunmuyor.

Zaman aşımından düşürüldü
Devlet şöyle bir şey yapıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) karar verdikten sonrası sorulan sorulara yanıt olarak ‘Soruşturma yürüttük’ diye uydurma dosyalar üretiyorlar, zaman aşımından dosyayı düşürüyorlar. Avukatımız Eren Keskin 2005 yılında yeniden savcılığa başvurduğunda bu dosyaya ulaşmıştı. Zaman aşımından düşürülmek üzereydi. Maalesef ki tüm başvurulara rağmen dosya, zaman aşımından düşürüldü.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.