Krallar kralı taklitçisi Türk reis Berlin’de

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Ülke açlıktan kavrulurken Reis, geçtiğimiz 17 Kasım günü, bir kaç saatliğine, gökten Berlin’e iniveriyordu. Ama Berlin’de, kayın validesini yeni gömmüş ve mezarlıktan dönüyormuş gibi, asık yüzlüydü. Öfkesi, göz bebeklerinden saçıyordu.

Adı “Etopya“ olarak değiştirilen Afrika ülkesi Habeşistan’ın, çoğunluğu paçavra içinde yalın ayak, yarı aç yaşayan ve zaman zaman kabaran kıtlık dalgasından kırılan halkının Kralı’ydı, Haile Selasiye. Ülkesi yoksul ama Kral, unvanlarıyla görkemliydi. Ondan önce ünü, namı gelmişti Selasiye’nin. Adına Krallar Kralı, Aslanlar Aslanı Habeşistan İmparatoru Haile Selasiye Bir deniyordu.

Bütün bu kalabalık unvanları yalınayak, yarı çıplak, eli mızraklı ordusuyla işgalci İtalyanlarla dövüşüp onları kovarak, elde edip başından geçirdiği söyleniyordu.

 Sonra, bir dış gezideyken, ordusu tarafından iktidardan devrilen Selasiye, darbeden kısa süre önce Ankara’daydı. O sıra mesleğin yenilerinden biri ama, Akşam gazetesinin Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve ayrıca diplomasi muhabiri olarak onu karşılayan gazeteciler arasındaydım.

Gezilerinde tasmalı süs köpeği niyetine yanında “Çita“ gezdirdiği söyleniyordu. Ama, uçağın kapısında göründüğünde, bacaklarına dolanan çitası yoktu. Görünüşü görkemli unvanlarıyla uyuşuk değildi. Bir metreyi anca aşan boylu, ak sakallı bücür bir ihtiyardı, O…

 Üstünde taşıdığı süslü, altuni ışıltılı giysilerin ağırlığı altında bacakları titriyor, zorlukla adım atıyor gibi, Türklerin Recep’i gibi, ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Ama ibrikçisi, peşkircisi, peştemalcısından başlayarak, tekmil hizmetkarları ardındaydı.

Ne de olsa, o dönemin adamıydı, O. Günün Recep’i gibi, kendini görkeme bulayarak önemsetmeye, “ben varım“ demeye çalışıyordu.

Çünkü, o dönemin petrol zengini İran’ın Şahı Pehlevi ailesiyle İsviçre’ye kayak yapmaya gittiğinde bile, sarayını mutfağı ve hizmetkarlar ordusuyla İsviçre’ye taşıyordu. Bir uçak, sadece Şah ve ailesinin bavullarını taşımaya tahsisliydi. Suudi Arabistan Kralı da bir kaç uçakla çıkıyordu yurt dışı gezilerine. Yine petrol zengini Libya’nın lideri Kaddafi, kıl dokuma çadırını götürüp örneğin Paris’in orta yerinde açıyordu.

Ve Türk Recep, yağmurda yağışta damı damlayan, içinde rüzgar uğuldayan bir gecekonduda doğmuş, “pexas“ ve pazar yeri artıklarıyla büyümüştü. Ama Türklerin nabzına göre şerbet verme sayesinde başlara baş olunca, “itibar da itibar“ demiş, çektiklerinin intikamını alıp öfkesini emzirircesine, önce zenginleşerek itibarlaşmış, sonra sarayların görkemine bulanmıştı. Saraylı hayata da eski İran, yaşayan Suudi Arabistan Kralı gibi petrol zenginlerine özenmişti. Halkı ekmeğe muhtaçtı. Kimi ev kadınları, bedenlerini satarak çocuklarına ekmek temin ediyordu. Milyonlarca yoksulun hayatında bir “çini“ et, altın değerindeydi. Genç insanlar, intihar ederek onurlarını koruyorlardı.

Ama Türk Recep, Krallar Kralı Selasiye taklitçisiydi.  Dahası kendini dünya lideri sanıyordu. İthal makam arabaları ve düşmana karşı korunaklı zırhlı araçlarını kargo uçaklarına yükleyerek, koruma ordularını, hizmetkarlarını, medya taburları ile şürekayı başka uçaklara doldurarak, “düşman batı“ ülkelerine görkemli itibarını göstermeye çıkıyordu.  

Yoksulların vergileri bu ve benzeri itibar yollarında harcanıyor, ülke açlıktan kavrulurken Reis, geçtiğimiz 17 Kasım günü, bir kaç saatliğine, gökten Berlin’e iniveriyordu. Ama Berlin’de, kayın validesini yeni gömmüş ve mezarlıktan dönüyormuş gibi, asık yüzlüydü. Öfkesi, göz bebeklerinden saçıyordu.

"Çünküleyin“, bu gezi onun için, seçim kampanyasına girişti. Başka bir deyişle açılıştı. Önce, bir zamanlar “köle“ gibi ihraç edilen “seçme ameleler“in çocukları, torunlarına kendini alkışlatacaktı. Dünya lideri pozunda onlara el sallayacak, görüntüleri döne döne yayınlatacak, “bütün bunlar benim“ diyecekti.

Bu hayal, daha başında suya düştü. Eriyip buharlaştı Almanlar, “Ih, ıh izin yok“ demişlerdi. Bu yüzden kızgın, keyfi kaçıktı. İkincisi, tekmil yandaşlarının toplanacağı arenada sahne alacak, ağzıyla düşmanları taşlayacaktı. Bu heves de kursağında kalmış, karizması çizilmişti. Bu nedenle Berlin’e indiğinde, düşman Batı’ya olan kini iyice bilenmişti.

Şark kurnazı dincilerde takkiye çok, her şeye bir cevaz vardı. O da kargo uçaklarına yükleyip birlikte getirdiği Alman yapımı arabaları, gösteri araçları, bindirilmiş koruma ordusu ile havaalanınından Berlin’e bir gösteri düzenledi. Yol kenarına dizilen yandaşlarına kendini alkışlattı. Dönüşte aynı gösteriyi tekrarlattı. Gören Alman da alışık olmadığı görgüsüzlüğü seyre durdu.

Ve Alman Başbakanı Olof Scholz’la buluştu. Alman’ın alışa geldiği diplomasi ve onun inceliği bu yüz yüze gelişte, aniden öldü, çürüyüp yok oldu. Yerini Türk tipi magandalığa terketti.  Reis, batılı bir düşman unsurla yüz yüzeydi. Öfkesi taşkındı.  Boynuna ip geçirtilmiş boğa gibi burnundan soluyarak etrafa bakıyor, gözleri kinle kısık Hamas’ı savunuyor, Almanları “Holokost suçu“ işlemekle suçluyordu. Scholz, şaşkınlıktan kilitlenmiş gibi duruyor, bakmakla yetiniyordu.

Ne yapsın yani !.. Bunların, Bizans, sonra Osmanlı artığı milyonlarca Hristiyanı yok ederek, kalanların malı mülküne çöktüklerini bilse, ev sahibi olarak nezaketen “katillikte mahirsiniz“ diyecek durumda değildi. Hristiyanlardan sonra, yüz yıldan beri Kürtleri kırdıklarını kim bilir, belki de bilmiyordu. Sadece sustu. Bir kısım Alman basını, suskunluğunu korkaklık olarak niteledi. Bilinmez ki!..

 Oysa Koçgiri, Zilan, Dersim toplu soykırım manzaraları öte yana, “Türk Recep“in elleri, daha dün Cizre, Şırnak, Silopi, Nuseybin, Yüksekova en başta, on Kürt şehrinin yerle bir edilmesinin tozuyla kirliydi. Yüzünde, bu şehirlerde katledilen binlerin kanı vardı. Êfrîn, Rojava işgal altında, oralarda katledilenler hala kanıyordu. Karşısındaki ayrıca IŞİD ile birlikte Suriye’de, bir milyon insanın kanlısıydı.

Oysa, Almanya devleti Hitler rejiminin Holokost suçu nedeniyle özür dilemişti. Alman Yahudileri, Çingeneler hala özerk insanlardır. Devletten yardım alıyor ama vergi ödemiyorlar.

Bunlar ise Kürtlere karşı işledikleri insanlık suçunu, Türk’ün adaleti, başka bir deyişle hakkı olarak biliyorlar. Dünya  Kürtlere iki yüzlülük etti. Katillerine, “katil“ bile demediler. Öldürülen Kürt “suçlu muamelesiyle dün “eşkıya“, bugün de “teröristtir“, çıkarlar dünyasında...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.