Kürdistan yasak, ya Trabzon, Ankara, İzmir..?

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kurtalan’da bir esnaf olan Cemil Taşkesen’in, Kürtlere Türklük satmaya çıkan rejimin eski İçişleri Bakanlarından (Komiser) Meral Akşener’e, “burası Kürdistandır” cevabı, bu denli etkili olmazdı. Gece yarısı bileklerine takılan kelepçenin şıngırtısı Kürdistanın dört parçasında yankılanmaz ve destek yağmuruna dönüşmezdi.

“Kara Ada”, İngilizlerin 1800’lerdeki Karayip sömürgeciliğini çarpıcı biçimde anlatan, eski bir Hollywood filminin ismidir. Konusu kısaca şöyle:

Ada işgal altında ama, İngilizlerin ağız tadı yok. Çünkü, onları kovmayı amaçlayan, ulusal kurtuluş mücadele zinciri halka halka uzanıyor.

Bunalan Londra, günün birinde, Türklerin daha sonra Kürdistan’da uygulacağı “tedip ve tenkil”in bir benzeri yetkilerle donanımlı bir komiseri (filmde Marlon Brando), adaya gönderiyor.

Komiser, hazırlandıktan sonra,  işe başlayıp Adayı, bir baştan öteki başa ateşe veriyor. Dağlar da bir tek canlı bırakmıyor. Komiser, muz bahçeleriyle birlikte gerilla (terörist)yı da küle dönüştürdüğünün huzuru ile Londraya dönüş için, valizlerini topluyor.

Eşyasını taşıyan hamalın önü sıra, Limanda bekleyen gemiye yürüyor. Hamal, rıhtımda valizleri yere bırakırken, ani bir atakla, yanı başında duran azametil komiserin kalbine bıçağı dürtüveriyor. Ve yeni bir başkaldırıyı tetikliyor.

Kuzey Kürdistan’daki ulusal mücadele tarihinin gelişimi de, bir yönüyle bu hikayeyi andırıyor.

Türkler, 1908 yılından beri, insan  kanını donduran terör dalgalarının büyük yangınları, yıkım, darağacı ve toplu kırımlardan sonra, “Kürtleri bitirdik” diye seviniyorlar. Kılıçtan, kurşun ve diri diri yakılmaktan kurtulanları da, “yasak” duvarları arasında sıkıştırıp keyiflerine bakmaya çalışıyorlar.

Kürt dili, kültürü, yaşama biçimi ve Kürdistan’ın adı da yasaktır.

Ama, yasak demekle olmuyor. Terör kasırgaları, işe yaramıyor. Her defasında bir Kürt, “Kara Ada’daki hamal” misali, ötede başını kaldırıp ses veriyor:

“Hey Romo, ben burdayım!..”

1908’den sonraki yasak terörüyle böyle oldu. Sonra, 1925, 1937 direnişi, 1926 Ağrı Dağı ateşi ve günümüz...

Günümüzde, kendi akıllarınca Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarını, başkaldırıların “sebebi” diye kelepçelediler. Oysa onlar, Kürtlerin oylarıyla Türk parlamentosuna gittiler.

Kürdistan’da belediye başkanlıklarına oturdular. Ama davanın yaratıcıları değillerdi. Dağdaki gerilla da sebebin, çok kullanılan deyimle sorun değil, sorunun yarattığı devamdı...

Gerillayı zehirleyip aptallarını kandırarak, geri planda hırsızlık akınlarıyla Sultani bir hayat yaşıyorlar. Gerillanın katli, sivillerin kelepçelenmesiyle bitseydi Kürtler ve sorunları, 1925’de, 1930 ve 1938’de biterdi.

Kısacası anlamıyorlar; ama, barbarlık çare değil, olamadı.  Tersine, terör çanları çaldıkça sorun büyüdü. Kürtlerin kin ve öfkesi keskinleşti.

Kürtlerin seçtiği Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının bileğine takılan kelepçe, Kürtleri ve sorunlarını bitirseydi eğer, Kurtalan’da bir esnaf olan Cemil Taşkesen’in, Kürtlere Türklük satmaya çıkan rejimin eski İçişleri Bakanlarından (Komiser) Meral Akşener’e, “burası Kürdistandır” cevabı, bu denli etkili olmazdı. Gece yarısı bileklerine takılan kelepçenin şıngırtısı Kürdistanın dört parçasında yankılanmaz ve destek yağmuruna dönüşmezdi.

Umarım, Cemil Taşkesene destek bir başlangıç olur ve dayanışma yayılarak büyür.

Binlerce yıllık geçmişi var, Kürt’ün. Mihraç Ural, dünkü yazısında, hak teslimi kabilinden, Kürt’ün kadim tarihini özetliyordu. Ama ne idüğü belirsiz bir utanmaz çıkıp, kendi ana yurdunda dilini, yaşama biçimini, kültür ve geleneklerini yaratarak kadim tarihten bugüne gelen bir halkı, emirle inkar hadsizliğini gösterebiliyor.

Bu ayrı mesele. Bir de Kürt’e utanç verici inkar dayatarak, gülünçleşenlerin serencamına bakmak gerek.

Başkalarının ülkesine, kültür mirasına çöküp bana mısın demeden, hapur hupur yiyenlerdir, bunlar. İnsanlığın evrensel dönüşümüne, iğne ucu kadar yararı olmayanlar...

Halkları yok ederek, kovarak topraklarına el koyanların dünü yok. Yaşadıkları yerleri eşelediğinizde, başkalarının ruhu, canı olan değerler fışkırıyor.

El, alemin Mezopotamyası, Kürdistan’ına çöktüler. Anatoli, Fenikelilerden beri Pontus olan topraklara el koydular.

Onca takla attırmalarına rağmen, şehirlerinin adına bakın siz...

Başkentlerinin künyesi, takla attırılmış Agoradır. Trabzon’un, Samsun’un, Rize’nin, Sinop, İzmir, Manisa, Antalya, Konya, Kayseri ve öteki şehirlerin neresi, hangisinin adı Türkçe?

Sevan Nişanyan, üşenmeden köy isimlerini araştırmış. Kürtçedir isimler. Ermenice, Rumca, Süryanice ama bir tek Türkçe isim yok. 1960’lardan sonra kondurulan Türkçe isimler iğreti sırıtıyor, tabelalarda.

Kısacası tarihleri, coğrafyaları yalanlar bütünü olanlar, Kürtçeyi yasaklayarak, kişilik bulmaya çalışıyorlar. Binlerce yıllık Kürdistan yasaklamakla, buharlaşmıyor. Başkalarının mülküne çöken devşirmeler, gülünçlükleriyle kalıyorlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.