Kurdun boynundaki zil dünya boyunca çınlıyor

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Bugün Türk olmayan Türk ırkçılarının, bir kaşık suda kopardığı “pul fırtınası”ını yazacaktım. Fakat, öteki güncelin ucu kaçmasın diye, onu başka zamana erteleyip maganda, magandalığını bilmeli diyerek, günün konusuna giriyorum.

Ha bilmezse ne olur? “Kelle kesip haraç toplayan, talan yapan, kadın, çocuk kaçıran Osmanlı olayım” derken, seyrelediğimiz üzere, dünya madarası boynundaki zili çınlayan kurt olur...

Kimileri, Türk devletine “kurtarıcı” rolü biçmişti. Oysa o, Suriye’de IŞİD’in türlü tedarikçisi ve çalıp talan ettiği malların da alıcısı, nakit para tedarikçisiydi. IŞİD’in döşediği borularla, organize ettiği tanker konvoyları ile ele geçirdiği petrol kuyularının ürününü, Türk tarafına akıtılıyor, dolara dönüştürüyordu.

Bu arada, petrolsüz Türk devleti de petrol ihracatçısı konumuna yükseliyordu. Suriye ekonomisi, bu tarafa aktarıldığı için Recep Erdoğan, Rum katili hemşehrisi İpsiz Recep misali naralanarak, “ekonomik kriz bizi teğet geçecek” diyordu, peşin peşin.

Suriye’de çarpışan Türk askeri yok ama Recep Tayyip, zafer naraları atıyor, kan dökerek, can alarak, karşılığında elde edilecek “ganimet” vaadiyle afyonladığı kalabalıklara, Şam’da namaz kılma müjdesi veriyordu.

Kimse, “bizim bulunmadığımız yerde, ne zaferi, kimin zaferi” diye sormuyordu. Çünkü, bazı “Batılı dostlar” hariç herkes, en alttaki Türk bile IŞİD’in vekaleten savaştığını biliyordu.

Ve Recep Tayyip, onların kazanacağı zaferin kanına basarak, Şam’da namaz kılmaya hazırlanıyordu.

Şam cephesinden beklenen haber, asla gelmedi ama Kürtlere saldırı, Türk ırkçılığı açısından umut vericiydi. IŞİD, Türklerin yüz yıldır yapamadığını yapacak ve Rojava’da Kürtlerin kökünü kazıyacaktı.

Recep Tayyip o kadar heyecanlı ve umutla doluydu ki, “tebrikleri kabul” törenine koşarcasına sınıra gitmiş, “Kobanê düştü düşüyor” demişti. Kobanê’nin düşmesi, Kürtlerin sonu demekti, ona göre...

Beklediği gibi olmadı. Kürtler yalnız Kobanê’de değil, bütün cephelerde IŞİD’in kişiliğinde Türkleri yendiler. Saf dışına sürdüler.

İşte bu aşamada, iş başa düşmüştü. Maskeler indi. Türk ordusu, kendi üniformasıyla sahaya indi. IŞİD’in de intikamı adına dercesine yığınak yapmaya başladı. Sonra Rusya ve Trump Amerikasının desteği ile 72 uçaktan oluşan bir hava gücü ve tanklar, füze, top takviyeli kara ordusuyla Efrîn’e saldırdı.

Kürtler, günlerce süren bir direnişten sonra sivil direnişi önlemek için çekildi. Türk ordusu üniformalı IŞİD’in cinayetleri, işkence, hırsızlık ile ırkçı temizliği bundan sonra başladı. Kürtler evlerinden, arazilerinden çıkarıldı. Ürünleri talan ettiler. Mallarını Türk pazarlarına sürdüler.

Daha sonra işgal ettikleri Girê Spî ve Serêkaniyê’de aynısını yaptılar.

Bu arada, IŞİD ideolojili Türk rejimi, bir yalan makinası gibi işliyordu. Kimse görmemiş, ses de duymamış ama Batı’ya karşı kendini, IŞİD’le mücadele halinde gösteriyordu. Oysa bu yalanları söylediği sırada, 60 bin IŞİD’li kiralıktan oluşan bir orduya komuta ediyordu.

Bunları salt Kürtlere saldırtmakla kalmıyor, Libya’ya, Somali’ye, Karabağ’a gönderiyordu.

“Biz Suriyeli muhaliflere yardım ediyoruz” demesi de büyük bir yalandı. “Muhalif” denilenler saf dışı olmuş IŞİD’li ve aileleriydi.

Bu arada, Türk işgali altındaki topraklarda barbarizm sınır tanımaz haldeydi. Cinayetler, fidye için insan kaçırmalar, haraç toplama, gasp ve talan.

Birleşmiş Milletler kurumları bütün bunları rapor ediyordu. Dünya medyası işliyordu ama maganda dur durak bilmiyordu.

Nihayet kimi ülkelerin silah satmak için görmezlikten geldiği barbarlığa, Avrupa Parlamentosu (AP) el koyuyordu. Geçtiğimiz Cuma günü kabul edilen bir karar tasarısıyla adeta “hey baksana, sana işgalci ve ırkçı katil diyorlar” mealindeydi.

Karar tasarısında, Türk devletinin Rojava’da işgalci ve etnik (ırk) temizliği niyetiyle davrandığı ilan ediliyordu. Magandalar ve IŞİD’in “terörist” dediği Kürt savunma birlikleri ise özgürlük savaşçıları olarak değerlendiriliyordu, tasarıda...

Bu bir ilkti. Avrupa’yı temsil eden parlamento, ilk defa Kürtleri tanıyor, mücadelelerini meşru görüyor ve tescil ediyordu. Karşıtlarını da insanlığa karşı suç işleyenler olarak, evrensel vicdanı önüne çıkarıyor, “suçlu” sandalyesine oturtuyordu. Daha ne olsun...

Amerika yönetimi de bu tasarıya katıldığını ilan ediyordu. Ankara, her zamanki gibi “kabul etmiyor, karar tasarısını reddediyoruz” diyordu.

Ben ne yapayım ki, kararın meali “hey baksana, ırkçı ve işgalci, zilli kurt” demekti. Reddettim demek sonucu değiştirmiyordu. Kurdun boynundaki zil, dünya boyunca çınlıyordu.

Demem o ki, Kürtler salt çağın mazlumu değildir. Haklı, haklı oldukları kadar da çevrelerinin hakkı, hukukuna karşı dürüst. Kürtler, Rojava’da salt kendi çıkarları için savaşmadılar. Orada yaşayan tüm mensubiyet, aidiyet ve inançların özgürlüğü için öldüler.

Yukarda da belirttim. Bu karar, Avrupa Birliği’nde bir ilktir. İlk kez, Rojavalıların kişiliğinde, Kürtlerin haklılığı ve mücadelelerinin meşruluğunu teslim ediyor. Bu da, büyük bir gelişme...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.