Kürt çocuklarını zehirleme derken...

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • AKP mafyası hem kazanıyor hem de kazandırıyor. Sıfırı tüketen devletin, 1990’larda olduğu gibi Kürtlerle savaşın çarklarını uyuşturucu parasıyla döndürdüğü söyleniyor. Kürt gençlerini zehirlemek, sonra ek olarak servet edinip savaş masrafını çıkarma derken -geçenlerde Uğur Dündar’ın yazdığı gibi- kendi çocuklarını da zehirlediler.

TC, 1990’larda da elinden kan damlayan bir korsan (haydut) devletti. Uzlaşı bilmez, diyaloga yabancı, uzmanlık alanı da cinayetti. 1920-1940’dan sonra 20 yıllık bir aranın ardından, 1960’dan itibaren yeniden çocuklarını da asmaya ve öldürmeye el attı.

1990’lar ise, Kürt kanının hasadı zamanıydı. O zamandan beri kendi ülkesi ve halkını da soyanlar geçidinde, masum ve mazlum Kürtlerin kanı akıtılıyor. Yandaşlarını bu mazlumların kanıyla afyonlayıp zevklendirip uyutuyor, soyuyorlar, sırtlarına binip Saraylı oluyorlar.

1990’larda, lakabını “Tansu hanım şak emrediyor, ben tak diye yerine getiriyorum” sözlerinden alan, Tansu Çiller‘in baş generali “Şak Tak Paşa” (Doğan Güreş) kış ayları boyunca, ezberini tekrarlayan papağan gibi, “bu bahar teröristleri bitireceğiz” diyordu.

Terörist dediği de en az 25 milyon kişilik Kürt halkıydı. Türk orduları gerçekten her bahar “insan hayatı hasadı”na çıkıyor, savunmasız köylere saldırıyor, ateşe veriyordu. Esir alınmış köylüleri yerinde ya da tepenin ardında kurşunluyor, bazılarını mafya usulü asit kuyularında eriterek buharlaştırıyordu.

Bu dönemde nam salan bazı katiller, cinayetlerle elde ettikleri “başarı” notuyla yükseldiler. Komutanların komutanı oldular. Ama katillikleriye kaldılar. Kürtleri bitiremediler.

Gelgelim, cinayet ve yangın harcamalarına ek olarak, her muktedir kendi gücü oranında hırsızdı ve çalıyordu. Türk hazinesi bir süre sonra boşaldı.

Parasızlık mafyanın günüydü. Vaziyete el koydular. Mafya düzeni kuruldu.

Polis şefi Mehmet Ağar İçişleri Bakanı oldu. Mafya, “birinci sınıf vatansever” ve yüksek Türk sosyetesinde ayrıcalıklı yer edindi. Mafya “koşun vatan hizmetine” komutuyla, Kürt kırımına sürüldü gibi yaptılar. Ama onlar, savaşta görünüp uyuşturucu çarkını idare ettiler.

Çaldılar. Kazançlarını paylaştılar.

Ağar, bir yol kazasında koltuğunu kaybedince, yerine bugünün Meral Akşener’ini atadılar. Çark dönmeye devam etti. Afganistan’dan yola çıkan afyon, eroin ve kokain Avrupa, Kuzey Afrika ile Ortadoğu pazarlarına akmaya devam etti.

Kürtlerle savaşın parası, bu yoldan sağlandı.

O arada bir Alman (Frankfurt) mahkemesi, Türk uyuşturucu kartelciliğini mahkum etti. Kararı, bir Alman gazetesinde eroin şırıngası iliştirilmiş Türk bayrağı motifiyle yayımlandı.

Geçelim bunları. Günümüzde, Kürdistan’ın kapılarını uyuşturucu mafyasına açtılar. Amaç, Kürt gençliğini zehirleyip uyuşturmaktı.

Dersim’den işe başladılar. Şehirde bir gün aniden ak-pak giyimli genç adamlar peydahlandı. Bunlardan kimi üniversite öğrencisi, kimi de iş adamı kılıklıydı. Sonra her köşede birer birahane, ardında köşe başlarında afyon geçen, kuytuluklarda eroin şırıngalanan gençler peydahlandı. Şık giyimli “öğrenci“ ve iş adamları, birer “torbacı”ydı. Çok cömert olağanüstü derkede “hayır sever”di, bunlar. Parası olmayan gençlere “sevabına uyuşturucu” ikram ediyorlardı.

Dersim deneme noktasıydı. Sonuç, beklenenden iyi idi. İslamcı düzenin “iyilik yatırımı” yayıldı. Yatırımcılar özgür ve dokunulmazdı.

Herkesin ve özellikle de yabancıların adım başında sorgulandığı Kürdistan’da, bunlara yanaşan, kimlik soran yoktu. Çünkü onlar “vatana hizmet tertibinden” uyuşturucu taciri (torbacı) veya isteyene yardım eden islamik hayır severdi.

Dokunulmazlar yani...

Ve Kürdistan bugün bir felaketi yaşıyor. Yalnız Amed, Van, Batman gibi büyük şehirlerde değil, tüm şehirlerin sokakları melul bakışlı, benzi sarı, sarsak, paytak yürüyüşlü gençlerle dolu. Kimi, uyuşturucu parası için avuç açan, kimi saldırgan...

Torbacılar, lise kapılarından sonra, ilk okul önlerinde dizi dizi. İşlerine karışan kimsecikler yok...

“İyi giyimli” bir takım adamlar Üniversite kampüsleride gezinen, kantinlerde oturan “ağır abi” havalarında. Her üç kişiden birinin polis olduğu bu mekanlarda, bunları gören, kimlik soran, sorgulayan yok...

Yazı uzadı. Son noktadan önce, sonrasını bir başka güne bırakarak ekleyeyim: Mafya Baronları, Saray sosyetesi sofralarında birer “gül” gibi. Büyük büyüklerin yamacında gülümsüyorlar, dünyaya.

Saray sosyetesinin “hanımefendilerinden Aliye”, AKP teşkilatında bir yönetici. Öte yandan uluslararası piyasa baronunun sevgilisi. Ayrıca, isteyene kiralık kadın temin eden bir “iş insanı…”

Yani, AKP İslam’ına uygun bir şahsiyet idi.

AKP’nin Profesörü de Saray’da “Kuzu” gibi bir baş danışmandı. Sarayın telefonu ile yargıçları, savcıları yoluna koyarak, Mafya işlerini takip ediyor, uyuşturucu baronunu hapisten çıkarıyordu.

“Se” Soylu, Saray’ın “Zaptiye başı”ydı. Ek olarak Baronlarla objektiflere gülümsüyordu.

Ha, AKP “Bin Ali”sinin denizlerde gemiler yüzdüren fili andıran oğlu Erkam, utançtan mı, polis korksundan mı bilinmez, ortalıkta yok. Sedat Peker, uyuşturucu işinde olduğunu söylemişti.

Her neyse, AKP mafyası, hem kazanıyor, hem de kazandırıyor. Sıfırı tüketen devletin, 1990’larda olduğu gibi Kürtlerle savaşın çarklarını uyuşturucu parasıyla döndürdüğü söyleniyor.

Başa dönersek Kürt gençlerini zehirlemek, sonra ek olarak servet edinip savaş masrafını çıkarma derken -geçenlerde Uğur Dündar’ın yazdığı gibi- kendi çocuklarını da zehirlediler.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.